Arşiv

Archive for 06/10/2008

“ABD, 850 MİLYARLIK PAKETİ FİNANSE ETMEK İÇİN BİZİM BÖLGEMİZDE YENİ SAVAŞ ÇIKARACAK!”…

  • Kısa vadede sorunları bir kaç ay ötelemekten başka faydası olamaz. Bir kere sorun trilyonlarca dolar sermayenin sorunu ve bu paket yeterli olmaz. Sorun yapısaldır; sadece finans sorunu değildir. Artı; yakında “Hedge Fon”lar da krize girecektir. Peki, mali desteği ABD nereden karşılayacak? Bu sorunun kısa vade için çözümü tek: üretimi artırmak; hatta katlamak… Bu ise bugünkü ABD tüketici taleplerindeki daralma nedeniyle imkansız. Geriye tek bir şey kalıyor; o da beni en çok endişelendiren husus: “Yeni Savaşlar Ufukta”. ABD bu paketi finanse etmek için bizim bölgemizde yeni savaş çıkaracaktır. “ABD Irak’ta savaştığı için ekonomisi battı” diyenler cahil ve cühela. Eğer bu savaşa girmese idi 2001 Nasdaq krizini atlatamazdı. Savaşlar ABD ekonomisini finanse eder. Tıpkı 1929 krizinde olduğu gibi. _______________ Erhan GÖKSEL / Türk Time…

ABD DÜNYAYI “KAOS ORTAMINDA” YÖNETEBİLİR…

  • “ABD dünyayı ancak kaos ortamında (ya da kaos çıkararak) yönetebilir.” _____________“Disaster Theory” (Felaket Teorisi); kitabının adı ise “The Shock Doctrine, The Rise of Disaster CapitalismChicago Okulu’ndan Prof. Leo Strauss

HERTÜRLÜ TERÖR ve SAVAŞ’A HAYIR…

10 SORUDA KRİZ…

1. Genel olarak kriz nasıl tanımlanır?

– Sözcük anlamı ile kriz, doğal veya sosyal olaylardan kaynaklanan bazı dış şokların ya da ekonomik dinamiklerden kaynaklanan iç şokların sistemi beklenmedik şekilde sarsması ve bazı alanları çökertmesidir. Ekonomik krizleri başat iktisat ekolü genellikle “iş çevrim dalgaları” olarak nitelerken, Marksist iktisat ekolü açıkça “kriz” olarak nitelemekte ve krizlerin nedenlerinin kapitalist sistemin bünyesinde içsel dinamiklere bağlı olduğunu ileri sürmektedir. Anlamlı ve açıklayıcı kriz teorisi olarak kabule edilen Marksist yaklaşımda kriz, sermaye birikimini artırabilmek amacıyla piyasa için yapılan üretimin, piyasa talebini aşması ve buna bağlı olarak stokların dev gibi birikmesi ve üretime ara verilmesi olarak nitelenmektedir. Böylesi bir ortamda tüketiciler olumsuz beklentiye kapılır ve talep daha da daralarak işsizlik bir çığ gibi büyür. Krizde verimsiz bazı firmalar batar, insanlar işlerini kaybeder, yoksulluk, intihar vb gibi sosyal olaylar görülür. Piyasada aşırı üretimde bulunan firmaların çöküp, üretimin daralması sonucunda, devletin de müdahalesi ile krizden çıkılınca, daha az sayıda firma, eskiye oranla daha güçlü olarak, yeni bir kriz aşamasına dek üretimi sürdürür.  

2. 1929 Krizi’nin temel özellikleri nedir ve tarihsel sonucu ne oldu?

– 1929 Krizi ABD’de patlak vermiş ve zamanla tüm Avrupa ve kapitalist ülkelere yayılmıştır. ABD’de başlayan kriz, ilginçtir ki, günümüzdekini andıran bir biçimde, yeni oluşmaya başlayan finansal piyasalarda başlamış ve zamanla reel piyasalara yayılmıştır. ABD’nin batı sahillerinde deniz kenarında portatif yazlık evler yapma projesi ile piyasadan para toplayan bir firma, ani bir fırtınayla evlerin yıkılması sonucunda halkın güveninin yıkılması ve iflasla karşı karşıya gelmişti. Bunun üzerine baş gösteren panikle halk bankalara hücum etmiş, bankalar talepleri karşılayamayınca, FED (Amerikan Merkez Bankası) banka işlemlerini durdurma kararı almış ve neticede halk iyice tedirgin olarak, beklentiler olumsuz etkilenmiş. Neticede satışlar olağanüstü gerileyince, stoklar dev gibi birikmiş, fabrikalar kapanmış ve % 30’lara varan derin bir işsizlik ortaya çıkmış.

Kriz Almanya’da Nazi’lerin işbaşına gelmesine ve bilinen faşist rejimlerin tarih sahnesine çıkmasına neden olmuştur. Patlak vern İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında, teorik temelinin, Keynes’in 1936 yılında yayınlamış olduğu ünlü “Genel Teori” kitabına dayandığı “sosyal devlet politikaları” devreye sokulmuş ve böylece hem kapitalist sistem yeni rayına oturtulmuş, hem de Kızıl Çin’in de tarih sahnesine çıkmasıyla oluşan büyük komünist dünya etrafında kapitalist kuşak oluşturulmuştur. Görüldüğü gibi, sosyal devlet politikalarının sol veya sosyalizmle bir alâkası olmadığı gibi, tam tersine, komünizme karşı kapitalizmi korumaya yönelik parazit bir ara mekanizmadır. 

3. Yaşanan finansal krizin çıkış nedeni nedir?

– Günümüzde yaşanan finansal kriz, 1929 Krizi’ni tetikleyen ekonomi dışı bir olaya değil,  Marksizm’in belirttiği üzere, sistemin doymak bilmez hırslı içsel dinamiklerinden kaynaklanmıştır. İki kriz arasındaki olgusal bu farkı, kapitalizmin olgunlaşmışlık (olumsuz anlamda!) derecesi ile açıklamak olasıdır. 1960’larda çok yavaş olarak gelişen, 1970’ler ve 1980’lerde iyice serpilen finansal kesim, bir yandan kaynaklarının gelişmesi, diğer yandan da büyük finansal kuruluşların ortaya çıkması sonucunda, kâr hırsı ile kendi piyasalarını genişletme arzusu ile, ürünü olan kredi araçlarını olağanüstü boyutlarda genişletme yoluna gitti. Bu süreç reel sektörün de işine geldi, zira, genişleyen kredi müessesesi reel sektörde de piyasaların açılmasına katkı yapmaya başladı. Bu arada İkiz Kulelere saldırı ertesinde piyasaların toparlanması için yapılan faiz indirimi de işin tuzu biberi oldu. Böylece krediler genişledi, insanlar olağanüstü borçlanarak, reel sektörde harcama yapma yanında, gayrimenkul yatırımına da yöneldi. Ancak, ne zaman ki ödeme zamanı geldi, o zaman insanlar yanlış hesap yapmış olduklarını, borçlarını kazançları ile ödeyemeyecekleri gibi, kredi ile aldıkları gayrimenkullerin satış değeri ile de temizleyemeyeceklerini gördü. Bunun anlamı, kısacası, finansal kredinin reel sektör getirisinde karşılığının olmaması demektir. İşte, finansal genişleme hacminin reel sektörün karşılama kapasitesini aşan bu bölümüne “finansal köpük” adı verilir. Reel sektörde karşılığı olmayan finansal köpüğün açığa çıkması, kredi piyasasında panik yarattı ve geri dönmeyen krediler yüzünden büyük finans kuruluşları batma konumuna geldi.

4. Finansal kriz aynı hızda sürse idi olası sonuçları ne olabilirdi?

– Bu durumda, finansal alandaki panik, psikolojik kanaldan olduğu kadar, yayılan işsizlik ve iflaslar nedeniyle reel sektörde de büyük çöküşlere ve finansal sektöre ilaveten reel sektörde yaygın işsizliğe yol açabilirdi. Bu tür krizler mekanik etkilerinden çok, psikolojik etkileri ile, piyasa beklentilerini olumsuz etkiler ve aşırı çöküşlere yol açabilir.

5. Krize karşı ne tür önlem düşünüldü ve alındı?

– Krizin ABD’de çıkması hiç şaşırtıcı olmadığı gibi, ABD yönetiminin krizi kökten ele almayıp, palyatif önlemlerle geçiştirmeye çalışması da kesinlikle şaşırtıcı değildir. Kriz ABD’de de patlak verdi, çünkü ABD dünya kapitalizminin en ileri aşamasındadır. ABD yönetiminin krize köklü ve kalıcı çözüm getirmek yerine, palyatif önlem geliştirmesi de çok doğaldır, çünkü ABD, kapitalizmin kalesi, baş temsilcisi ve sistemden en fazla yarar sağlayan ekonomiye sahip olması yanında, krizi hafifletmek için elinde bazı silahları bulunduracak kadar da şimdilik güçlüdür.

ABD yönetimi krizin nedenini dahî fazla araştırmadan, tüm çabalarını krizi yönetmeye ve söndürmeye yoğunlaştırdı. Bu bağlamda, halkın mevduatlarını çekmesini önlemek için mevduat garanti limitlerini yükseltti, batık kredileri kamu alanına alarak, borçluları ve batma durumundaki finans kuruluşları rahatlatmaya çalıştı. Bazı vergi indirimleri getirerek, reel sektöre teşvik sağladı ve krizin ilk aşamalarından beri kademeli faiz indirimine giderek, kredi alanındaki sıkışıklıkları gidermeye gayret etti. Böylece, ABD yönetimi, halkın beklentilerini  olumluya çevirmeye, sıkışan finans kuruluşlarını kısmen kurtarmaya ve borçluları da kısmen rahatlatmaya çalıştı. 

6. Kriz, alınan önlemler çerçevesinde, olası gelişme sürecinde Türkiye’yi nasıl etkiler?

– Alınan önlemlerle krizin hafiflemiş olması drumunda, Türkiye ekonomisinin etkilenmesi, finansal ve reel alanlarda olmak üzere, başlıca iki kanaldan Gerçekleşebilir. Kriz nedeni ile, dünya finans piyasasının sıkışması ve LIBOR’un (Londra Bankalar Arası Gecelik Oran) yükselmesi Türkiye’nin kredi bulma olanaklarını sıkıştırır ve ekonominin faiz yükünü ağırlaştırır. Bu durumda içeride döviz fiyatının yükselmesi dış borçluluğu olan firmaların ve kamu kesiminin yükünü artırır, özellikle açık pozisyonu olan firma ve kurumları zor duruma sokar. Dövizin yükselmesi enflâsyon üzerinde de olumsuz etki yapar. Reel alandaki etkilere gelince, dış dünyada beklentilerin olumsuzlaşması ve ekonomilerin daralması ihracatımızı olumsuz etkileyerek, milli gelir üzerinde olumsuz sonuç doğurur. İhracatın hız kesmesi durumunda, ithalat da hız kesebilir, ama carî açığın net durumu şimdiden kestirilemez. Her durumda, şiddetini şimdiden kestirmek zor olsa da, kapitalist dünyanın krizinden mutlak olarak kurtulmak olası görülemez. Büyük bir olasılıkla, büyüme hızı yavaşlayabilir.

7. Türkiye ekonomisinin ekonomik dayanıklılık derecesi nasıldır?

– Türkiye ekonomisi, yüksek carî açığı nedeniyle krize karşı aşırı duyarlılık taşırken, bankalar sisteminin fena olmayan sermaye ve risk yapıları ile krize karşı belirli bir dayanıklılığı vardır, denebilir. Ancak, dış borç stoku içinde özel kesimin ağırlık taşıması, ekonominin kırılganlık derecesini perdelerken, önümüzdeki günlerde dövizin yükselmesi ve buna bağlı olarak faizin yükselmesi, 2001 yılındakine benzer şekilde, özel kesim borçlarının kamu garantisine alınmasına yol açabilir ve kamu bütçesinin yükünü ağırlaştırabilir. Böyle bir durumda emekçiler ve sermaye dışı kesim işsizlik ve özlük hakları kısıtlamaları nedeniyle zarar görür. Kamu bütçesinin “malî disiplin” söylemi altında baskılanması ve yüksek faiz politikası da, halkın üzerine büyük yük yıkma pahasına, ekonomiyi dış şoklara karşı dirençli konuma sokmaktadır. Banka kesiminin sermaye yapısı ve aşırı derecede riskli açık pozisyonda bulunmaması da önemli bir şok engelleyici faktördür.
8. Türkiye’de iş ve siyasî çevrelerin krize bakışı nasıldır?

– İş çevreleri krize karşı siyasîlerden daha duyarlı gözüküyor ve hükümetten âcil plan yapılmasını istiyor. İş çevrelerinin bu davranışının altında, kriz söylemi altında, hükümetten emekçiler aleyhine ve vergiler alanında yeni tavizler koparmaya yönelik çabalar yatıyor  olabilir. Zira, iş çevreleri öteden beri emek yüklerinin çok ağır olduğu şikâyetini sürdürüyordu. Siyasîlere gelince, bir yandan halkı paniğe kaptırmamak, diğer yandan da IMF’ye güvenerek, krize karşı tavrını biraz ağırdan almaktadır. Doğrusu, kapitalist merkezlerdeki krizin Türkiye’ye yansıması olacaktır, ama yansıma, bizzat kapitalist merkezlerdeki kadar çabuk ve güçlü olmayabilir. Bunun bir nedeni IMF denetimi altındaki bütçe cenderesi, diğer bir nedeni de dünyada en yüksek faizi ödüyor olmamız ve üçüncü nedeni ise, bankaların, maalesef, bizzat yabancıların elinde olması ve sermaye yapılarının oldukça güçlü pozisyonda bulunmasıdır. Doğal olarak, krizin gelişme seyri, Türkiye’yi vurma derecesi ve Türkiye’deki kurumların yapıları son durumu belirleyecektir. Mamafih, hükümetin son bir kararla üç bakandan müteşekkil bir “kriz masası” oluşturmasını, olayın ciddî olarak ele alınışının bir işareti olarak görmek gerekir.

9. Krizin olası etkilerine karşı Türkiye ekonomisinde ne tür önlemler alınabilir?

– Yukarıda belirttiğim gibi, kriz masası kurulması hükümetin olaya ciddî yaklaşım yaptığını göstermektedir. Ancak, eğer carî açık krize duyarlılığımızı artırıyorsa, bu durumun kısa sürede kapatılması söz konusu olamaz. Aynı şekilde, eğer bazı firma ve kuruluşların açık pozisyonu ve dış borçluluğu varsa, bu durumun da kısa sürede çözülmesi söz konusu olamaz. Çünkü, bu oluşum 2000 yılından beri büyük bir sadakatle uygulanan IMF politikalarının beklenen sonucu idi. Bu politikalarla, yani yüksek faiz ve baskılı kur uygulaması ile, iç üretimin bir bölümü dış dünyaya taşındı, yapay olarak enflâsyon baskılandı ve ekonominin üzerine bir pembe örtü çekildi. Oysa, bu politikalardan KOBİ dünyası büyük zarar gördü, tarım çöktü, işsizlik arttı, yabancı firmalar reel üretim ve bankacılık kesimini işgal etti ve borsa büyük kısmı itibariyle yabancıların denetimine geçti. Ekonominin kırılganlık durumu bir gecede düzeltilemez. Ancak, bu durumda hükümetin alabileceği önlem, yabancı reel ve finansal yatırımları olabildiğince çekmeye yönelik, teşvik ve faiz politikasını revize etmek olabilir ki, bunun sonucunda da emekçiler ve halkımız büyük zarar görür. Ayrıca tasarruf mevduatlarındaki kamu garantisi bugünkü 50 bin YTL’den daha yukarıya çekilebilir, vs… Bunun anlamı, krizin etkisinin hafifletildiği görüntüsü altında, kapitalist merkezlerin krizin maliyetinin bir bölümünü çevre ekonomileri üzerine yıkmasıdır. Burada en korkulacak nokta, krizden korunma bahanesiyle, özel kesimin bazı borçlarını kamu kesimine yıkmaya ve üretim üzerindeki emekçilerin ve kamaunun yükünü hafifletmeye çalışması olabilir.   

10. Bilim nedir, ne işe yarar?

– Bilim, olguları ve oluşumları ve bunların aralarındaki ilişkileri anlamak, onların olumsuz devinimlerini engellemek ve insanlık için yararlı sonuçlar oluşturacak süreçleri devreye sokma çabasından başka bir şey değildir. Bu amaç, ne yazık ki, iktisat alanında geçerli olmamaktadır. Zira, iktisat alanında hakim bilim (!) ve ideoloji başat sermaye kesiminin çıkarları doğrultusunda şekillenmektedir. O nedenle, sisteme içkin olan krizler öngörülmemekte (daha doğrusu, öngörülmek istenmemekte!) ve ona göre sistemik düzenlemeler yapılmamaktadır. Kapitalizmin emrindeki üniversiteler ve diğer güçler bu yönde çalışmaktadır. Bu konuyu böyle basit olarak geçiştirmeden, ileride, başlı başına ele almamız gerekmektedir. 

Kaynak: http://www.acikgazete.com/?newsid=23730&category=106

AB KARŞITLIĞI ve YANDAŞLIĞI NE DEMEK…

Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri konusunda yaptığım bazı değerlendirmeler kimileri tarafından, “ya bilgi yetersizlikleri yüzünden” algılanamıyor ya da “bile bile saptırılarak” halkın gerçekleri görmesi engellenmek isteniyor.

Ben şunu söylüyorum;

– Türkiye ile AB arasında yapılan anlaşmalar sonucu kurulan ilişkiler “tek yanlıdır, bunların normalleştirilmesi gerekir”.

– AB’nin Türkiye’yi, Avrupa’ya ait olmayan, Avrupalı kimliği (aidiyeti) taşımayan bir ülke olarak algıladığı (ve algılayacağı) kesin. Bu nedenle Türkiye’nin AB ile ilişkilerini, “AB süreci çerçevesinde değil”, ikili anlaşmalar yaparak, bu doğrultuda yürütmesinin doğru olacağını savunuyorum.

– Öte yandan, şu anda Türkiye ile AB arasında fiilen ve anlaşmalar çerçevesinde yürütülen iktisadi, siyasi, kültürel ve güvenlik uygulamalarının, Türkiye’yi üyeliğe değil “özel statüye alınmış bir sömürge” durumuna getirmekte olduğunu belgeleri ve sayısal sonuçlarıyla ortaya koyuyorum(*).

Bu değerlendirmelerime karşı beni eleştirenlerin bir bölümü şunu söylüyorlar: “AB ile ilişkiler normalleştirilirse AB üyeliğine karşı çıkılmış olmaz, bu AB’cilik olur”. Böyle bir mantık, fil ile farenin dört ayaklı olmalarına bakarak “fil eşittir fare” demek kadar anlamsız ve yetersiz bir yaklaşımdır.

Görüşlerimi eleştirenlerin bir bölümü ise, “AB’ye karşı olduğu için AB sürecine de olumsuz bakıyor” diyorlar.

– Mevcut süreç Türkiye’yi üyeliğe kesinlikle götürmediğine göre;

– AB’nin, çerçeve anlaşmaları da dahil olmak üzere Türkiye’yi, “farklı ve öteki olarak” değerlendirip, uygulamaları da bu doğrultuda yaptığına göre;

– AB’nin kurumlarının Türkiye ile ilgili olarak aldığı kararlarda: Cumhuriyet devrimlerine ve Lozan’ın kazanımlarına karşı çıkarak, “ılımlı İslam devletini savunması gerçeği karşısında”, Türkiye’nin AB ile ilişkilerini şu çerçeve içinde değerlendirmek zorundayız:

1)Türkiye, AB ile komşudur; AB ile Rusya’nın, İsviçre’nin ya da Norveç’in yaptığı gibi, “ikili ilişkiler çerçevesinde” faaliyetlerini yürütmesi gerekir.

2) Öte yandan, “AB sürecinin çerçeve anlaşması”, 6 Mart 1995 Gümrük Birliği belgesi ve Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye’nin ulusal çıkarlarına karşı aldığı kararlar göz önüne alınarak “denge politikasına gidilmesi kaçınılmazdır”.

3) Ankara’nın AB ile ilişkilerinin, “içimizdeki oligarşi ve Washington arasındaki örtülü işbirliği sonucu” bilinçli bir biçimde tek yanlı belirlenmesi gerçeği karşısında, “Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü” ile de ilişkilerini geliştirmesi kaçınılmazdır.

Kısacası, AB ve ABD’nin dayatmaları, Avrasya ile dengelenmek zorundadır.

Türkiye’nin AB ile ilişkileri, komşuluk çerçevesinde ele alınmalıdır.

– AB Türkiye’yi içine normal bir üye olarak kesinlikle almıyor. İmzalanan anlaşmalar ve yaşanan fiili gelişmeler bunun en önemli kanıtı.

– Mevcut tek yanlı ilişki düzeni ve “AB süreci” Türkiye’yi sömürgeleştirmeye ve parçalamaya götürüyor.

İlişkiler nasıl olmalı?

Benim bu değerlendirmelerimin “AB karşıtlığı ve AB yandaşlığı” ile uzaktan yakından ilgisi olmadığı halde internet sayfalarında eleştirenlerin derdi ne?

Bunlar birkaç gruba ayrılıyorlar:

1) İşbirlikçi dinciler ABD ve AB’yi “arkalarına aldıkları için”, Türkiye-AB ilişkilerinde gerçeklerin ortaya dökülmesinden korkuyorlar. Sorunu yapay bir biçimde “AB karşıtları-AB yandaşları” gibi bir karartmanın içine sokarak psikolojik savaş yapıyorlar. Olayı bir “futbol fanatikliği” havasına getiriyorlar.

2) Oligarşinin diğer ortağı kimi sermaye çevreleri ise, “AB süreci üzerinden yürütülen ülkenin devşirilmesi operasyonunun” aksamadan yürümesi için karartma ve sis perdesi yapıyorlar.

3) Ayrılıkçı (ve bölücü) odaklar da gerçeklerin ortaya konmasından hoşlanmıyorlar. Onlar da AB (ve Batı’yı) arkalarına almışlar.

AB ile ABD’nin, Rusya’nın, Çin’in, Meksika’nın, Brezilya’nın ve daha birçoklarının ikili ticari ve ekonomik anlaşmaları vardır. Bu coğrafyanın büyük bir ülkesi olarak Türkiye de AB ile iki komşu gibi anlaşma yapmalıdır.

Şu anda içimizdeki oligarşi, böyle bir dengeli ilişki kurulmasına izin vermiyor. Ama Türkiye’de katılımcı demokrasi gerçekleştiği zaman bu da olacaktır; aynen karşılıklı çıkarlarını gözeten ülkelerin yaptıkları gibi.

Aşk ya da nefret yok, karşılıklı çıkarlar var. Uygar dünyada uluslararası ilişkiler böyle yürüyor. Sorun, AB’yi arkalarına alarak kendi “özel hedeflerini” gerçekleştirmek isteyenlerin, “Brüksel ile tek yanlı ilişkileri sürdürmek istemelerinden kaynaklanıyor”.

Kısacası “AB süreci”, oligarşinin de Brüksel’in de işine geliyor…

(*) Kitaplarımda ve Bıçak Sırtı’nda bu konular, ayrıntılarına kadar anlatılmıştır.

http://www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali

Adelina Sfishta

Okuyanlar Özgür Olmalı

Evrim Teorisi Online

Evrim hakkında herşey...

Virginia Woolf

Herkes kendi geçmişini, kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları sadece onun başlığını okuyabilir.

ODILA BLOGGER by OAS

Turkish Geeks on Life & Politics...

YAŞAMAK ŞAKAYA GELMEZ

Facebook adreslerimiz: http://www.facebook.com/ata.fecob - http://www.facebook.com/pages/fvco/107464239362228

Komeleya Çand û Integrasyon a Kurd Luzern

Kürdischer Kultur und Integrationsverein Luzern/Mythenstrasse7,6003 Luzern

eren@home ~ $

Açık Kaynak, Linux, Programlama Dilleri, Amatör Telsizcilik gibi konular üzerine düşünceler

Ata FE COB

"En büyük yenilgimiz, bir alternatif fikrini kaybetmiş olmamızdır." ___Michael Lebowitz

WordPress.com

WordPress.com is the best place for your personal blog or business site.

CHP SULTANGAZİ

"Direnme gücü, dünya “evet” sözcüğünü duymak istediğinde 'HAYIR' diyebilme yetisidi" E. Fromm. ________“12 Eylül’de ‘HAYIR’ oyu vererek tokat atın, okyanus ötesinden de duyulsun” KILIÇDAROĞLU