İsmail Hakkı Tonguç, Hasan Âli Yücel ve Reşat Şemsettin Sirer birlikte...
‘Tarihten sildiler’
Köy Enstitüleri için 1946 bir kavşak noktası oldu. 1950’lere gelindiğinde DP muhalefetteyken hırpaladığı bu devrim projesini iktidara gelince ortadan kaldırdı
Prof. Dr. İSA EŞME
Türk Eğitim Devriminin “yarım kalan projesi” olan Köy Enstitülerinin kuruluşunun üzerinden 70 yıl geçti. 162 yılı bulan öğretmen yetiştirme geçmişimizde, birçok özgün model en verimli aşamasında yok edilmekle birlikte, bunlardan hiçbiri Köy Enstitüleri kadar iz bırakmamış, adı bunca yıl kalıcı olamamıştır. Bu durum, Köy Enstitülerinin, köye öğretmen yetiştirmenin ötesinde, çok farklı bir misyon üstlenmiş olmalarından kaynaklanmaktadır. Hasan Âli Yücel, “Biz, istiklal mücadelesinden itibaren sosyal hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri köylere götürecek adam yetiştirmek isteriz” diyerek bu misyonu daha işin başında işaret etmiştir. Tarihin bir cilvesi, bu misyon Köy Enstitülerinin açılış gerekçesi olduğu gibi, kapatılış gerekçesi de olmuştur.
Yazgıyı belirleyen üç olay
İnönü, 1942’de, enstitülerin sayısının 60’a çıkarılmasını istediğinde, Yücel ve İ. Hakkı Tonguç bunun imkânsız olduğunu söyler. İnönü’nün onlara söylediği şu sözler ilginçtir: “Çok büyük fırsat kaçırıyorsunuz. Bu savaş yıllarından yararlanarak bunları yapmalı idiniz. Savaştan sonra ne olacağı belli değildir, bunların hiçbirini bize yaptırmayacaklardır.”
Zaman İnönü’yü haklı çıkardı. Köy Enstitüleri ve ülkenin geleceği açısından, savaşın hemen sonrasında yaşanan üç gelişme, belirleyici olmuştur. Birincisi, 25 Nisan 1945’te toplanan San Francisco Konferansı, ikincisi, ilk kez 1945’te gündeme gelmeye başlayan Sovyetler’in Türkiye’ye yönelik, “tehdit içerikli” politikaları, üçüncüsü de 12 Mart 1947’de açıklanan ve Sovyet tehdidi altındaki ülkelere yardım öngören Truman Doktrini. Bu üç olay, önemli sonuçları beraberinde getirmiştir. İlki, 1945’te çok partili düzene geçiş kararı verilmesi ve bu kararın üzerinden bir yıl bile geçmeden, 21 Temmuz 1946’da serbest seçimlere gidilmesidir.
‘Büyük olay’
1946 kavşağında yaşanan üç olayın en önemli yansıması, asıl sorunu yoksulluk ve eğitim olan Türkiye’nin gündemini farklı bir eksene kaydırmasıdır. Özellikle Sovyet tehdidiyle başlayan süreç, demokrasinin nimetlerini fırsat bilen bazı kişi ve grupların gücünü doruğa çıkararak onlara, “komünistlik suçlaması” denilen çok etkili bir silah kazandırmıştı. Bu silah, her fırsatta her muhalif görülene karşı kullanılıyordu. Öte yandan, yıllardır suskun kalan devrim karşıtları, demokrasi ortamını, Türk Devrimine saldırı için bulunmaz bir fırsat olarak değerlendiriyordu. Bu dumanlı havadan yararlanan bazı sorumsuzlar, ülkede cereyan eden yangın ve benzeri olayları bile “komünist kundakçıların işi” olarak açıklayabiliyordu.
Olanları, “Türkiye’de Köy Enstitüleri” araştırması ile Columbia Üniversitesi’nden doktora unvanlı Fay Kirby’den öğrenelim:
“Kim en üst perdeden ve en güçlü şekilde ‘komünist’ diye bağırabilirse, Batı’nın en candan ve en iyi dostu oluyordu. Savaş yılları boyunca Batı’nın en amansız düşmanlarından biri olan yazar Peyami Safa bile şimdi demokrasinin ve Batı’nın en ateşli bir âşığı olmuştu. Sıcak savaşın trajedilerinden dışarıda kalmayı ustalıklı bir politika ile başaran Türkiye, soğuk savaşın buz gibi dondurucu dalgalarına beklenmedik bir zamanda itilivermişti. İşte Köy Enstitülerinin alınyazısını saptayan büyük olay budur.”
Hasan Âli dönemi bitiyor
21 Temmuz 1946’daki ilk genel seçimde 61 milletvekilini DP’ye kaptıran CHP için, bu koşullarda artık enstitüler “Cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi ve en sevgilisi” olabilir miydi? Partinin, Köy Enstitüsü faktöründen zarar görmesini önlemek üzere, bu kurumlara karşı yürütülen saldırıları etkisiz kılacak önlemler alındı. En etkili önlem, Yücel ve Tonguç’un saf dışına çekilmesi ve Milli Eğitim’in daha ılımlı bir kişiye bırakılmasıydı. Bu ılımlı kişi, Sıvas milletvekili Reşat Şemsettin Sirer’di. 5 Ağustos 1946’da Yücel’in görevden ayrılmasıyla Milli Eğitim’de bir devir kapandı ve yeni bir devir başladı.
Yücel-Öner davası
Köy Enstitüsü karşıtlarının asıl hedefi Yücel’den intikam alarak, “Köy Enstitüsü” efsanesini tarihten tümüyle kazımaktı. Bu işin öncülerinden biri, DP İstanbul İl Başkanı Kenan Öner’di. Avukat Öner’in, 11 Şubat 1947’de Yeni Sabah’ta dayanaksız suçlamalar yönelterek kavganın fitilini ateşlemesi üzerine Yücel yargıya başvurdu. İki yıl süren davada Yücel aklanmıştı. Ancak öne sürülen iddialar ülkeyi kargaşa ortamına sürüklemişti. En büyük zararı da Köy Enstitüleri gör-müştü. Yücel’in karşısındakiler, yıpratma kampanyası sırasında iki tekniği çok kullandılar. Kirby’ye göre bu iki teknik, yazı ya da belgelerin asıllarını göstermeden, değiştirerek yorumlamak ve anlamlar çıkarmak ile o zaman çok kullanılan bir montaj yöntemiydi. Birbiriyle ilgisiz parçalar yan yana getilerek bundan istenilen anlam çıkarılıyordu.
Sizlerden Gelen Yorumlar…