İnsan hakları / Human Rights…


İNSAN HAKLARI / HUMAN RIGHTS

İnsan Hakları ve hukuka felsefece bakış…

Felsefe-etik-insan hakları-hukuk ilişkisi

Yakın bir zamanda yayımlanan, İnsan Hakları: Evrensel Bildirgenin 60. Yılında İnsan Hakları başlıklı kitapla Hukuk Felsefesini Yeniden Düşünmek: Hukuk Teorileri, İnsan Hakları ve Anayasalar başlıklı kitap, bu ilişkileri, günümüzün çoğunlukla tekil nitelikli gereksinimlerini, tümel nitelikli etik değerlerle olan ilişkisi çerçevesinde ele alıyor. [*]


Başlıkta yer alan terimler birbirleriyle olan sistematik ilişkileri göz önünde bulundurularak sıralanmışlardır. Bu sıralama aynı zamanda olması/ yapılması gerekene işaret etmektedir: Hukuk insan haklarına dayalı olmalı; insan haklarının etiğin bir alt başlığı olduğu gözden ırak tutulmamalı ve etiğin, felsefenin bir alt disiplini olduğunun iyice bilincinde olunmalı ve bunun da ötesinde, felsefenin hem bir düşünme bağlamı hem de bir bilgi bağlamı olarak temelde olduğunun farkına varılmalı.
İNSAN HAKLARINDA NEREDEYİZ?
2005 yılında kurulan Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi’yle 2009 yılında kurulan UNESCO Felsefe ve İnsan Hakları Kürsüsü, insan hakları bağlamında, özellikle felsefi bakış açısıyla yapılan çalışmaları kitaplaştırıyor.
Birleşmiş Milletler’in, Evrensel Bildirge’nin 60. yılında ‘Herkes İçin Onur ve Adalet‘ savsözüyle bir kez daha gündemimize taşıdığı insan hakları kavramı ve bu kavram çerçevesinde anlamlandırılabilecek olan sorunlar, merkezin 2008 yılındaki çalışmasının ana konularından birini oluşturdu ve merkez bu vesileyle uluslararası katılımlı bir toplantı düzenledi. Felsefecilerin, hukukçuların, hukuk felsefecilerinin, siyasetçilerin katıldığı bu toplantıda altmış yılda insan hakları bakımından hangi noktaya gelindiği tartışıldı. Durumun pek parlak olmadığı tüm katılımcıların ortak düşüncesiydi.
İnsan hakları kavramı çoğun, devletle yurttaşlar arasındaki ilişkileri çerçeveleyen kavramların ortak paydasında yer alan temel bir kavram/ çerçeve olarak değerlendirilebilir. Elbette bu boyut son derece önemli. Ancak insan hakları sadece yurttaşın devletle olan ilişkilerinin eksen kavramı değil; insan hakları kavramı, yurttaşların/ kişilerin/ bireylerin/ insanların aralarındaki ilişkilerin de, insan-toplum, insan-çevre/ dünya ilişkilerinin ve uluslararası ilişkilerin de temel kavramı/ çerçevesi durumundadır. Bu noktaya gelebilmek için konuya gerçekten de geniş bir görüngeden (perspektiften) bakmak gerekiyor.
Tanınması, korunması ve geliştirilmesi gereken insan haklarının uluslararası boyutta da korunması ve geliştirilmesi için, UNESCO İnsan Güvenliği, Demokrasi ve Felsefe Bölümü Başkanı Moufida Goucha’nın da dediği gibi ‘evrensel bir insan hakları kültürü’ yaratmak gerekmektedir. Bu amacı gerçekleştirmek üzere yine Goucha’nın üzerinde durduğu gibi insanı, soru sormaya, eleştirmeye, sorgulamaya, karşısındakini dinlemeye, diyalog kurmaya teşvik eden ve bunların yollarını öğreten felsefi nitelikli bir eğitime gereksinim vardır. Ancak böyle bir eğitimle yetişmiş olan kişiler kamusal alanın öznelerinin, karar vericilerinin yanlışlarını, uygulanan politikaların insanı ne denli göz ardı ettiğini anlayabilirler. Bu tür politikalardan biri de ‘gelişmeci/ kalkınmacı politika’ yaklaşımıdır
(s. 13).
İoanna Kuçuradi‘nin bu bağlamda, daha önceki bir konuşmasına göndermede bulunarak dile getirdikleri son derece önemli görünmektedir: ‘Gelişmeci/ kalkınmacı politikaların kendilerinden beklenen sonuçları vermediğini, dünyadaki yoksulluğu ortadan kaldırmadığı, üstelik hem ulusal hem de uluslararası düzeyde zengin ile yoksul arasındaki uçurumu daha da genişlettiğini; Batılı ülkelerde farklı, o zamanki adıyla üçüncü dünya ülkelerinde de farklı anlaşılan ‘kültürel gelişme’nin en çarpıcı sonuçlarından birinin köktendinciliklerin canlanıp yayılması, başka bir sonucunun da farkında olmadan, göreli olan kültürel normların evrensel olan insan hakları normlarının önüne geçirilmesi olduğunu, bunun sonucunda da, siyasal partilerin olabildiğince çok oy almak ve sözüm ona demokratik bir yoldan iktidara gelmek için, çok sayıda seçmenin hoşuna giden ama insan haklarına ve bu arada bu seçmenlerin de insan haklarına zarar veren işler yapmaya götürdüğünü örneklendirmiş; serbest pazarın ve ekonomik globalleşmenin ise insan hakları için tuzak olduğunu, ölçütsüz özelleştirmeye yol açacağını belirtmiştim. Çünkü ‘serbest pazar’ ifadesindeki ‘serbest’ (‘free’) kelimesi onu bazı kimselerin kafasında cazip kılsa da, serbest pazar ülkelerde ve ülkelerarası ekonomik ilişkilerin kurulmasında ve değiştirilmesinde insan haklarının belirleyici olma olanağını da ortadan kaldırıyor’ (s. 16).
Konuya bilgi eşliğinde, özellikle de insan-dünya-bilgi arasındaki ilişkilere odaklanan felsefe bilgisi eşliğinde bakmak büyük önem taşıyor. Böyle bir belirlemeye ek olarak, insan hakları konusunda verilecek eğitim, işin bir başka can alıcı boyutunu ortaya koyuyor.
İnsan Hakları. Evrensel Bildirge’nin 60. Yılında İnsan Hakları başlıklı kitapta ilk bölümde ‘Neredeyiz?’ sorusunun yanıtı aranıyor; ikinci bölümdeyse ‘Geleceğe Yönelik Beklentiler’ üzerinde durularak bir bakıma ‘Neleri dikkate alırsak insan haklarında daha iyi bir noktaya geliriz?’ sorusunun yanıtı aranmaya çalışılıyor. ‘Neredeyiz?’ sorusunun yanıtı, dünyanın farklı bölgelerinde insan haklarının ne durumda olduğuna ilişkin saptamalarda kendine yer buluyor. Afrika’da, Asya’da özellikle yoksullukla ve çok farklı çerçevelerdeki yoksunluklarla birlikte, hakların ihlali çok somut bir biçimde ortaya çıkıyor. Bilgi eksikliği, yoksunluğu, insanların yerel değerlerin, törelerin aracı haline getirilmesi verilen örneklerle açıkça ortaya konuyor. Sağlıklı yaşama hakkı, eğitim hakkı, bilgiye erişim hakkı, çalışma hakkı yok sayılan, bu hakları ellerinden alınan insanların sayısının her geçen gün arttığı bir dünya tablosu’ İnsan hakları kurumlarıyla, günlük politikayla da bağlantıları içinde durum saptaması yapan ve ardından da yeni çözüm yolları da öneren yazıların ortak paydası, dünyanın tüm yörelerinde ciddi boyutta insan hakları ihlali olduğunu gösteriyor. Farklı deneyimlerin de yer aldığı kitapta belki de en ilginç deneyim, B’Tselem adlı insan hakları örgütünün yapmaya çalıştıkları olsa gerek. Michelle Bubis’in kaleme aldığı ‘Ortadoğuda İnsan Hakları’ başlıklı yazıda yapılan açıklamaya göre, örgüt adını Kutsal Kitap’taki yaratılış öyküsündeki belirlemeyle, insanların Tanrı’nın imgesine göre yaratılmış olmalarına yapılan göndermeyle belirliyor: ‘B’Tselem İbrancada ‘bir şeyin imgesinde olma’ anlamına geliyor ve bu sözcük genellikle insan onuru ve eşitlik anlamında kullanılıyor’
(s. 99). Söz konusu örgüt bir bakıma, öncelikli olarak İsrail halkının, sonra da uluslararası toplumun, kamuoyunun insan hakları bağlamında duyarlılık kazanması için çaba harcıyor.
İnsan haklarının Türkiye’deki durumunu ise İbrahim Ö. Kaboğlu mercek altına alıyor. Kaboğlu’nun konuya ilişkin saptamaları zengin bir birikimin sonucu. Ona göre Türkiye normatif düzlemde önemli açılımlar ve ilerlemeler kaydetti. Bunlar büyük ölçüde Avrupa ve uluslararası standartlarla örtüşen açılımlardır. Fakat Türkiye, kurumsal anlamda ya statükoyu sürdürmeyi yeğledi ya da yeni kurumsal açılımları anayasal düzlemde gerçekleştiremedi. Mevcut durumu korudu, zira 1982’nin biçimsel anlamda erkler ayrılığı kapsamında oluşturduğu anayasal yapı, reform paketlerinin dışında kaldı. Bunun en önemli göstergesi şudur: Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, sürekli şikâyet edilen bir konu olduğu halde, anayasal düzlemde iyileştirme kapsamı dışında tutuldu. Buna karşılık, insan hakları alanında kurumsal düzenleme arayışına 1990’lı yıllarda girilmişse de, bunlar, anayasal değil, yasal veya hatta çoğu zaman yasa-altı düzenlemelerle kotarılmaya çalışıldı. Yine bunlar genellikle uluslararası standartların dışında kaldı. En önemlisi de, mevcut yapılanma tarzı çerçevesinde insan hakları birimlerinin işleyişleri engellendi’
(ss. 108-109).
Anayasa tartışmalarının tekrar gündemimizde birinci sırayı alacağı şu günlerde Fazıl Sağlam’ın yaptığı değerlendirme son derece önemli görünüyor. Çünkü bu tartışmalar yoluyla bir bakıma sosyal devlet kavramı bağlamında tartışmanın taraflarının, önemli bir sınavdan geçeceği açık. Özgürlük retoriğini öne çıkaranlar, sosyal devleti acaba ne ölçüde benimsiyorlar? Fazıl Sağlam, bu çerçevede Ergun Özbudun’un başkanlığında hazırlanan anayasa taslağına ilişkin şu belirlemeleri yapıyor: ‘Birincisi, Özbudun taslağı, sosyal devlet ilkesini şu veya bu ölçüde talep edilebilir haklara değil, siyasal iktidarların lütfuna ve hayır kurumlarının hayırseverliğine bağlı kılan bir anlayışı, yani dinsel ideolojiye uygun bir anlayışı yansıtıyor. İkincisi ise (‘) Özbudun taslağı, kıyılar, yeraltı servetleri, tabiat ve kültür varlıkları gibi koruma alanları dahil olmak üzere, çevreye ilişkin tüm devlet ödevlerini haklar bölümünden çıkarıp, ‘Ekonomik ve Mali Hükümler’ başlığı altına taşımaktadır’ (s. 117).
Fikret Şenses ise insan haklarını yoksullukla olan ilişkisi bağlamında ele almakta ve konunun gelişme, kalkınma, eşitlik kavramlarıyla olan ilişkisini ayrıntılı bir biçimde kurmaktadır.
YOL GÖSTERİCİ: FELSEFE-ETİK- İNSAN HAKLARI
Daha önce de dile getirdiğimiz gibi insan hakları eğitimi, üzerinde en çok durulması gereken konulardan biridir. İnsan hakları eğitimini sağlıklı bir biçimde almış olan bireylerin sadece kendi hakları için değil, başkalarının hakları için de duyarlı olacağı açıktır. Bu bağlamda öyle bir noktaya gelinmelidir ki, örneğin kamu görevi yapmanın insan haklarını korumakla eşanlamlı olduğu belirlemesi herkesçe içselleştirilmelidir (Ayrıntılı bilgi için bkz. B. Çotuksöken, İnsan Hakları ve Felsefe, Papatya Yayıncılık, İstanbul, 2010). Harun Tepe, insan hakları eğitiminin temelini felsefi etik eğitimde buluyor: ‘(‘) insan hakları eğitimi (‘), a) belgeleri öğreten hukuk eğitiminden etik eğitimine, b) yalnızca bilinç ya da isteme kazandırmaya yönelik bir eğitimden doğru değerlendirme ve etik eylemde bulunma bilgisi de teorik ve pratik bilgi kazandırmaya yönelik eğitime, c) insan hakları ihlallerini yalnız maruz kalınan şeyler olarak değil, aynı zamanda yapılan şeyler olarak gören eğitime dönüştürmekle gerçekleşebilir’ (ss. 156-157).
Sosyal politikalarla daha çok uğraşan bir sosyal bilimci olarak kendisini tanımlayan Ayşe Buğra ise sosyal hak kavramının adeta üstünün örtüldüğüne, Türkiye’de hak temelli bir sosyal politikanın olmadığına işaret ediyor (s. 199).
Gülriz Uygur John Rawls’un ‘reflektif dengeleme’ kavramından yola çıkarak ve insan hakları-hukuk-etik bağlantısı üzerinde durarak, hukuku insan hakları temelinde kurmanın önemine dikkati çekiyor.
Uluslararası ilişkiler bağlamındaki deneyimleriyle de öne çıkan yazarlar olarak Numan Hazar, Ömür Orhun ve siyasetle bağlantılı olarak Ertuğrul Yalçınbayır sırasıyla, konunun ayrıntılarına, hem güncel olanı, yaşananları hem de tarihsel olanı dikkate alarak yer veriyorlar. Ayırımcılığa vurgu yapan Ö. Orhun ‘(‘) ayrımcı uygulamaların özellikle genç nesillerin dışlanmasına ve kendilerini dışlamalarına yol açarak, özsaygı ve sosyal entegrasyon açısından belirgin olumsuz sonuçlar doğurabileceğine’
(s. 225) dikkati çekmektedir. Gerçekten de bu saptamalar, dünyanın farklı kesimlerinde hatta sözde gelişmiş bölgelerinde bile sürekli olarak yaşanan olaylarla, ne yazık ki kanıtlanmaktadır. E. Yalçınbayır, İnsani Gelişme Endeksi’ni de dikkate alarak ve aynı zamanda insan hakları bağlamında bir SWOT analizi yaparak güçlü ve zayıf yanlarımızı, fırsatlarımızı, tehditkâr olanı ortaya koymaya çalışıyor.
Hiç hatırımızdan çıkarmamamız gereken bir şey var: Tüm kavramlarımız bunalımlı durumlarda sınanır. O nedenle insan hakları kavramını da ne ölçüde içselleştirdiğimiz, eylemlerimizi ne ölçüde bu kavramla ilgisi içinde yaşama dünyasına geçirdiğimiz, ancak bunalımlı durumlarda anlaşılır. Öyleyse, örneğin hukuku oluştururken, özellikle de en temel hukuk metnini, anayasayı oluştururken felsefe-etik-insan hakları ne ölçüde yol göstericimiz olacak? Yanıtı verilmesi gereken temel bir soru olarak karşımıza çıkıyor bu soru.
2009 yılında Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi’yle, UNESCO Felsefe ve İnsan Hakları Kürsüsü’nün ortaklaşa düzenlediği ‘Hukuk Felsefesini Yeniden Düşünmek: Hukuk Teorileri, İnsan Hakları ve Anayasalar’ başlıklı yine uluslararası katılımlı çalışma, aynı başlıkla yayımlanan ikinci kitabın içeriğini oluşturuyor. Söz konusu kitapta en çok altı çizilen, vaktiyle çok da dikkate alınmayan ama artık gündemdeki yerini almaya başlayan etikle hukuk arasındaki olması gereken ilişkidir. İoanna Kuçuradi’nin de işaret ettiği gibi bu bağlamda, kavramsal ayırımlar, felsefi bilgi eşliğinde dikkatli bir biçimde yapılmalı, etik-ahlak, değer-değer yargıları arasındaki ayrımlar üzerinde ve hukuk felsefesinin sorun alanının ne olduğu üzerinde düşünülmelidir
(s. 13).
Yeni anayasa gereksiniminin her zamankinden daha çok önem taşıdığı şu günlerde Hukuk Felsefesini Yeniden Düşünmek: Hukuk Teorileri, İnsan Hakları ve Anayasalar başlıklı kitapta yer alan yazılar son derece zihin açıcıdır. İbrahim Ö. Kaboğlu’nun dediği gibi ‘(‘) yeni anayasa gereksinimi açıktır; ancak yenileme güçlüğü daha fazladır. Bu nedenle, yeni bir anayasa arayışı, zaman, mekân ve içerik bakımından somutlaştırılmak gerekir’ (s. 37).
Özellikle 11 Eylül’den beri terorizmle savaşım kapsamında insanların ‘İnsan hakları mı güvenlik mi?’ ikilemiyle karşı karşıya bırakılması, yasal düzenlemeleri de belirgin bir biçimde etkilemektedir. Oysa hukuka bilgiyle, özellikle de felsefe bilgisiyle, hukukun ontolojisi ve epistemolojisiyle ve etikle bakabilenler, bu ikilemi aşmanın insanca yollarını göstermektedirler. Bu çerçevede yapılacak yöntemsel çalışmalarda örneğin, Ece Göztepe, eklektik olmayı önermektedir (s. 55).
Bu bağlamda Hayrettin Ökçesiz’in çağrısı son derece önemli: ‘Hukuka yeniden bir felsefe düşünüldüğü bir dönemdeyiz. Hukuka yeni bir felsefe arayışı içindeyiz. Bu gayretin aslında, süregiden felsefenin doğal akışında kendi mütevazı yerini almak durumunda olduğunu biliyoruz. Nihayet, kendisinden bunca uzak düştüğümüzü gördüğümüz bu yerde hukuk felsefesini yardıma çağırmamız gerektiğini bilgeler bize ısrarla söylüyor’ (s. 57).
Oktay Uygun’un çağımızda insan onuruna yönelik tehditler karşısında insan haklarının ne denli önemli olduğuna ilişkin kapsamlı belirlemeleri, yirmi birinci yüzyılda hukuk düzenlemesi yapanların sorumluluklarını yine insanca yerine getirmesi bakımından gerçekten öğretici, uyarıcı nitelikte.
Hukukun etiğe, Gülriz Uygur’un değişiyle ahlakiliğe dayalı olması ve bu çerçevede literatürde yer alan çalışmalara da dayanarak konuyu işlemesi çok önemli. Yeri gelmişken belirtmekte yarar var: Türkçede özellikle etik bağlamında üretilen felsefi söylemde, etiğin hukuku öncelediğine dikkati çeken yazarlar da var. Bu bağlamda bu yazarları da (ilk akla gelen adlar: İoanna Kuçuradi, Doğan Özlem) dikkate almak gerekiyor. Gülriz Uygur’un haklı olarak dile getirdiği gibi ‘Hukukun temelindeki değer ve ilke de etik dayanağı oluşturmaktadır’
(s. 109).
Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin anayasa oluşturma çalışmalarının temelleriyle ilgili sunumların da içinde yer aldığı yapıtta Bertil Emrah Oder, ‘Ayna içinde ayna’ metaforuyla Türkiye’de ‘temel hakların yargısallaşmasındaki kuramsal sorunlar’a dikkati çekmektedir. Oder’e göre ‘Anayasanın tarihsel bağlamı ve sözel metni, görünüşteki büyük aynayı oluştururken, derin bir bakış ve gözlem, içindeki diğer aynaları da görür. Yargısal yorum ve siyasal uygulama, kimi zaman bağımsız kimi zaman karşılıklı etkileşim ile, büyük aynada birbirinin içine geçen, birbiriyle yarışan aynalar oluşturur. Büyük ayna aynı kalsa da, yargısal yorum ve uygulama ile oluşan aynalar değişebilir. Büyük aynanın çerçevesi korunur, ama yansıttığı hep aynı kalmayabilir’ (s. 143). Ancak bizim toplum olarak aynalarla başımız pek hoş değil, evlerimizde bir kültür mirası olarak sakladığımız ters çevrilmiş ‘berber aynaları’ toplumsal dokumuzun aynalara neredeyse hiç bakmayan tavrını ortaya koymuyor mu? Evet ayna içindeki aynayı görme, okuma zamanı geldi çattı artık; hepimiz aynaya bakmayı öğrenmeliyiz, büyük aynanın içindekileri görmeliyiz ve gördüklerimizi doğru okumalıyız. İoanna Kuçuradi’nin her iki kitabı da hepimize ayna tutuyor; zaman geçirmeden bu aynalara bakalım ve felsefe-etik-insan hakları hukuk çerçeveli en büyük aynayı doğru yorumlamalıyız.

>-  İnsan Hakları. Evrensel Bildirgenin 60. Yılında İnsan Hakları/ Yayıma Hazırlayan: İoanna Kuçuradi/ Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi ve UNESCO Felsefe ve İnsan Hakları Kürsüsü Yayınları/ 244 s.
>- Hukuk Felsefesini Yeniden Düşünmek: Hukuk Teorileri, İnsan Hakları ve Anayasalar/ Yayıma Hazırlayan: İoanna Kuçuradi/ Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi ve UNESCO Felsefe ve İnsan Hakları Kürsüsü Yayınları/ 168 s.
[*]– Betül ÇOTUKSÖKEN

  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın

Adelina Sfishta

Okuyanlar Özgür Olmalı

Evrim Teorisi Online

Evrim hakkında herşey...

Virginia Woolf

Herkes kendi geçmişini, kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları sadece onun başlığını okuyabilir.

ODILA BLOGGER by OAS

Turkish Geeks on Life & Politics...

YAŞAMAK ŞAKAYA GELMEZ

Facebook adreslerimiz: http://www.facebook.com/ata.fecob - http://www.facebook.com/pages/fvco/107464239362228

Komeleya Çand û Integrasyon a Kurd Luzern

Kürdischer Kultur und Integrationsverein Luzern/Mythenstrasse7,6003 Luzern

eren@home ~ $

Açık Kaynak, Linux, Programlama Dilleri, Amatör Telsizcilik gibi konular üzerine düşünceler

Ata FE COB

"En büyük yenilgimiz, bir alternatif fikrini kaybetmiş olmamızdır." ___Michael Lebowitz

WordPress.com

WordPress.com is the best place for your personal blog or business site.

CHP SULTANGAZİ

"Direnme gücü, dünya “evet” sözcüğünü duymak istediğinde 'HAYIR' diyebilme yetisidi" E. Fromm. ________“12 Eylül’de ‘HAYIR’ oyu vererek tokat atın, okyanus ötesinden de duyulsun” KILIÇDAROĞLU