Başlangıç > Ekonomi > STRATEJİK DERİNLİK…

STRATEJİK DERİNLİK…


Türkiye, enerjide % 72 dışa bağımlı bir ülke konumunda… Petrolde dışa bağımlılık % 93, doğal gazda % 98…
Dış alım faturamızın % 22,4’ünü enerji dış alımına ödüyoruz. 2011 enerji ithalat faturamız 54 milyar dolar… Geçen yıla göre enerji ithalatımız % 40 artmış… 
En önemli enerji ithalat ürünleri; ham petrol, petrol ürünleri, doğal gaz ve LPG… 
2011 yılında doğal gaz dış alımlarımızın yaklaşık % 58’i Rusya’dan, % 18’i İran’dan… Toplamları % 76. 
Petrol alımlarımızın % 51’i İran’dan, % 12’si Rusya’dan… Toplamları % 63. 
Bu iki ülkeye DERİN bir bağımlılık söz konusu… Akılcı olmayan bir politika bu… Bağımlı olduğumuz ülkeler; söz gelimi ABD, Azerbaycan ya da Türkmenistan olsa da yanlış… Kaynak çeşitliliği en temel belirleyici olmalı. Enerji alanı, stratejik bir alan ve aşırı bağımlılık, hem dış politikamız açısından hem de ekonomik yönden büyük risk oluşturuyor. 
Nitekim, Rusya’nın Gürcistan içlerinde ilerlediği günlerde (2008 sonbaharı), Montrö’yü zorlayarak; izin verilenden fazla tonajda savaş gemisini, izin verilenden fazla sürede Karadeniz’e sokmak isteyen ABD’ye karşı, dönemin Başbakan Başdanışmanı sayın Davutoğlu ABD’li yetkililere şöyle diyordu: 
“… Türkiye, Batı ile Doğu arasında, birini diğerine tercih edebilir mi? …
… Herhangi bir Avrupa ülkesi, Rusya’ya karşı belli izolasyonist politikalar uygulayabilir. Türkiye bunu yapabilir mi? Sizden Türkiye’nin coğrafi koşullarını anlamanızı rica ediyorum. … Rusya’yı ekonomik yönden izole ederseniz, Türkiye bunu kaldırabilir mi? …Maalesef şu gerçeği kabul etmeliyiz: Türkiye Rusya’ya neredeyse  % 75-80 bağımlı [enerjide]. Bir ABD-Rusya veya NATO çatışması istemiyoruz… Rusya veya Gürcistan’ın yapacağı stratejik hataların veya yanlış hesapların faturasını biz ödemek istemiyoruz…” [1] 
Doğru söze ne denir? Sayın Davutoğlu, “enerjide Rusya’ya çok yüksek oranda bağımlı olduğumuz için, fatura ödeyebileceğimizi, bu nedenle de ABD’li ‘dostlarımızın’ Montrö’yü zorlayarak bizi Rusya’nın tepkisiyle uğraşmak durumunda bırakmamaları” için ikna etmeye çalışıyordu. 
Peki, söylem böyle de (her zamanki gibi) eylem ne yönde gelişiyor? 
2009 yılı 6 Ağustos’unda, sayın Erdoğan, Rus Başbakanı Putin ile 20 protokolden oluşan bir “Asrın Anlaşması” paketi imzaladı. Bu protokollerden 8 tanesi de Rus devlet şirketleriyle, “bazı” Türk özel şirketleri arasındaki protokollerdi. Bu protokoller, beklenenin (söylemin) aksine, Türkiye’nin Rusya’ya enerjideki mevcut aşırı bağımlılığını (bazı yorumcuların savunduğu gibi ‘karşılıklı bağımlılık değil) azaltmak bir yana daha da DERİNLEŞTİRDİ! 
Rusya ile toplam dış ticaret hacmimiz 38 milyar dolardı. Bunun 6,5 milyar doları bizim ihracatımız, 31,5 milyar doları Rusya’nın bize ihracatı… Bu makas, yeni protokollerin uygulamaya geçmesiyle, Türkiye aleyhine daha da açılacak, bağımlılığımız daha daDERİNLEŞECEK. Nasıl mı? 
Söz konusu paketteki en önemli maddelerden biri, Rusların (% 100’ünü) inşa edeceği, işleteceği, yakıt sağlayacağı, yakıt yönetimini “halledeceği” anlaşmaydı. Oldun mu bir de nükleerde % 100 bağımlı? Bir özel Türk şirketi (ki halen şehir içi gaz dağıtımında, 23 şehrin dağıtım lisansına sahip olarak, adeta tekel konumunda) ile Gazprom “evlendirildi. Söz konusu şirket defalarca, özellikle İGDAŞ’a (İstanbul şehri, ülkemizde şehirlerde tüketilen toplam gazın yaklaşık yarısını tüketiyor!) talip olduklarını açıkladı. Hayırlı işler! Eğer bu da gerçekleşirse, Gazprom (Ruslar) sadece gaz ihracında değil, şehir içi dağıtımında da tekel olacaklar; Türkiye gaz piyasasını DERİNLEMESİNE kontrol edecekler. Ne karşılığında? (Putin: “Samsun Ceyhan’a katılacağız”). 
“Samsun Ceyhan, Boğazlar’ı petrol yüklü tankerlerden koruyacak”mış. İyi olur… İyi olur da; peki Rusya’nın Akkuyu (Akdeniz)’daki santrale yollayacağı nükleer yakıt, giderken ve dönerken risk yaratmıyor mu? Yanıt şöyle gelebilir: “”Nükleer güç santrallerinin riski, hala yıldırımdan ölme riskinin 5’te 1’i kadar”… Hele Boğazlar’dan geçen ve nükleer yakıt taşıyan gemiye yıldırım isabet etme riski, mutlaka daha da düşüktür! Kaldı ki, isabet etse bile, nükleer yakıt suların DERİNLİKLERİNE gömüleceğinden ve ıslanacağından, zarar verme olasılığı da “yok” denecek düzeye düşecektir; rahat olun! 
Bunlar yetmezmiş gibi, İran’a ambargonun yoğunlaştırıldığı dönemde, petrol ithalatının % 51’ini İran’dan yapan Türkiye’den birbiriyle taban tabana zıt açıklamalar yapılmaya başlandı. Tıpkı Libya ve Suriye olaylarında olduğu gibi… “Biz hangi kuruluşlara karşı sorumluyuz, hangi kuruluşlara karşı sorumlu değiliz bunu birçok kereler kamuoyuyla paylaşıyoruz. Bu açıdan Avrupa Birliği böyle bir karar almış olabilir veya olmayabilir. Biz AB üyesi ülke değiliz. Şu anda ithalatımız devam ediyor ve herhangi bir yol haritamızda bugün itibariyle bir değişiklik yok.”[2] Yaklaşık 2 ay sonra,  ABD Büyükelçisi Ricciardone, İstanbul’da 29 Mart 2012’de Bazı ülkeler, İran’dan petrol ithalatlarını önemli ölçüde azalttı. Türkiye de dahil diğer ülkelerin de benzer bir adım atmasını bekliyoruz. Türkiye’nin bu konuda bir karar varmasını bekliyoruz.” açıklamasında bulundu[3]. Peki buna verilen yanıt nasıl oldu? Malum, yetkililerin açıklamalarına göre biz, “AB veya ABD’ye değil, BM’ye karşı sorumluyduk!” 
Gene bilemediniz:  Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, “Tüpraş ile de görüşerek, İran’dan aldığımız petrolün bir kısmının Libya ile değiştirilmesine dönük bir karar aldık” dedi. Ne zaman mı? Ricciardone’nin açıklamasının üzerinden 24 saat geçmeden![4]  Tabii, özel bir şirket olan TÜPRAŞ da aynı kararı tekrarladı… 
Petrolünüzün % 51’ini, gazınızın % 18’ini ithal ettiğiniz İran’a karşı bu adımınızın, İran tarafında anlayış, hoşgörü ve sempatiyle karşılandığına hiç kuşku yok! Eminim yüzlerinde bir “gülümseme” peydahlanmıştır. 
Buna, Suriye’ye karşı kraldan çok kralcı/düşmanca politikamızı ve Malatya Kürecik’e füze kalkanı inşa kararımız da eklenince bu gülümseme daha da DERİN bir hal almıştır… 
Bu son iki adım (Suriye politikamız ve füze kalkanı inşası), sadece İran’da değil, Rusya’da da DERİN tepki uyandırmıştır. Dönemin Rusya Federasyonu Başkanı Medvedev, ülkesinin batısındaki yeni erken uyarı füze sistemini aktif hale getirdiklerini açıkladıktan sonra ”Attığımız adımın, muhataplarımız tarafından füze kalkanının stratejik nükleer güçlerimize karşı oluşturduğu tehdide karşı, ülkemizin gerekli yanıtı vermeye hazır olduğuna ilişkin ilk işaret olarak görülmesini bekliyorum.” dedi[5]. Suriye’nin Tartus limanında bir üssü bulunan (böylece Akdeniz’de yer tutan) ve bu üssü modernize ederek geliştirmekte olan Rusya, Türkiye’nin Suriye politikasını da kendi çıkarları için tehdit olarak görüyor. Nasıl görmesin? Suriye ile 4 milyar dolarlık silah alım anlaşmasının yanı sıra, Stroitransgaz’ın doğal gaz işleme tesisi inşası, Tatneft’in sondaj hizmetleri de dahil, enerji sektöründeki Rus yatırımları 20 milyar doların üzerinde… 
Sonuç? Bir yandan enerjideki bağımlılığınızın bu denli yüksek olduğu iki ülkeden Rusya ile bağımlılığımızı daha daDERİNLEŞTİRMEK, öte yandan da İran’ı, en sıkışık olduğu dönemde daha da yalnızlaştırmak (aksine hamasi tavırların ardından)işte böylesi bir “Stratejik Derinlik”tir! Ne bu kadar yüksek oranda bağımlı olalım, ne de “camdan köşkte oturup, sağa sola taş atalım”… Sonra yaptıklarınız, “yol-su-elektrik” olarak bize geri dönmesin?  
Sayenizde, ülkemizin geleceği açısından, ÇOK DERİN bir endişe içindeyiz! ___________ Nejdet PAMİR

1 “Turkey’s top foreign policy aid warns about false optimism in Iraq”, Interview with Ahmet Davutoğlu, 19 September 2008, Council on Foreign Relations 
[2] “İran konusunda bizi BM kararları bağlar”, Taner Yıldız, 12 Ocak 2012, AA 
[3] http://www.haberturk.com/dunya/haber/729149-askeri-mudahale-son-secenek 
[4] http://www.denizhaber.com.tr/enerji/41158/taner-yildiz-enerji-bakani-petrol-iran-libya-denizhaber-ajansi.html 
[5]  “Rusya’dan füze kalkanı resti”, http://www.ntvmsnbc.com/id/25301459/
  1. 19/07/2012, 10:18

    Ortadoğu’da Tehlikeli Satranç Oyunu

    Türkiye’nin ulusal çıkarlarını bir yana bırakarak Suriye konusunda birincil derecede rol oynamaya kalkmasının, etrafı tehdit etmesinin bir anlamı ve yararı yoktur.

    Bu politika nasıl bir politikadır? Bu stratejik derinlik midir? Yoksa stratejik bir sığlık mıdır?

    Alev COŞKUN

    16 ayını dolduran Suriye sorunu, giderek uluslararası bir konu oldu. Geçen ay (22 Haziran 2012) Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait F-4E tipi bir keşif uçağının Suriye hava sahasında düşürülmesi, konunun daha da karmaşık boyutlara tırmanmasına neden oldu.

    Uçağın düşmesinden sonra konu acil bir biçimde NATO toplantısına götürüldü. Türkiye, NATO Sözleşmesi’nin 5. maddesine göre Suriye’nin Türkiye’ye karşı giriştiği bu hareketin, NATO’ya karşı yapılmış sayılacağını umut ediyordu. NATO Bakanlar Konseyi’nden “Türkiye’nin yanındayız” açıklaması çıktı ama, konu bir NATO üyesine yapılan saldırı olarak ele alınıp Suriye’ye savaş ilanına vardırılmadı.

    Bunun hemen ardından 100’den fazla ülkenin ve iktidar karşıtı Suriyeli grupların katılımıyla Paris’te düzenlenen “Suriye Halklarının Dostları” toplantısı yapıldı.

    Bu toplantının en sinirli ve heyecanlı üyesinin ABD Dışişleri Bakanı Clinton olduğu, bütün dünya basın organları tarafından kabul ediliyor. Clinton, Çin ve Rusya’ya çağırı yaparak onlardan Esad rejimine verdikleri desteği kesmelerini, hatta “Çin’in ve Rusya’nın bu konuda bir bedel ödeyeceklerini” bilmelerini istedi.

    Clinton’un bu derece öfkelenmesinin derinde yatan nedeni acaba nedir?

    Suriye halkına mutluluk getirmek midir?

    Yoksa Suriye’ye demokrasi getirmek arzusu mudur?

    Öfkenin temeli

    ABD Dışişleri Bakanı Clinton’ın öfkelenmesinin temelinde, Rusya ve Çin’in böylesi bir uluslararası sorunda birlikte hareket etmeleri yatmaktadır. Her iki ülkenin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Suriye’ye karşı yaptırımları veto etmeleridir.

    Bu ikili hareket, tek kutuplu dünya sisteminin sonunun geldiğini vurguluyor. Kanımızca, Washington’ı asıl tedirgin eden nokta budur.

    Unutulmasın ki; Rusya soğuk savaş döneminde süper güçtü. Çin ise dünya ekonomisinde ikinciliğe çıkmıştır ve yakın geleceğin süper güç adayıdır.

    Tüm bu gelişmeler sürerken Cumhuriyet gazetesi bağımsız ve etkin kimliğini bir kez daha kanıtlıyordu. Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer’i Şam’a gönderdi. Çakırözer Beşşar Esad’la uzun bir söyleşi yaparak çok önemli bir gazetecilik olayına imzasını attı.

    Paris toplantısının başarısızlığından sonra geçen hafta, Birleşmiş Milletler Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan Suriye’ye gitti.

    Görüşmeler sonunda, Annan, Esad’la şiddeti bitirecek yeni bir modelde uzlaştıklarını bildirdi ve çözüme İran’ın katılımını sağlamak için hemen Tahran’a geçti. (10 Temmuz 2012)

    Bu hareket Suriye olayında İran’ın öneminin ve konunun çözümünde İran’ın dışarıda bırakılamayacağının somut bir göstergesidir.

    Birkaç gün sonra, 18 Temmuz’da Başbakan Erdoğan Moskova’ya gidecek. Kuşkusuz bu konuyu Rusya Devlet Başkanı Putin’le görüşecek.

    Uluslararası sorun

    Tüm bu gelişmeler Suriye olayının bir Ortadoğu sorunu olmadığını, uluslararası çok önemli bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.

    Soğuk savaşın bitiminden bu yana 22 yıldır ilk kez Rusya ve Çin bir yanda, ABD ve yakın müttefikleri İngiltere, Almanya, Fransa öte yanda pozisyon alıyordur…

    Taraflar, satranç tahtasının başında, çok tehlikeli hatta ölümcül bir oyun oynamaktadırlar.

    Satranç tahtasındaki oyunculardan Çin ve Rusya’nın yanında bölge ülkesi İran, ABD’nin yanında ise bölge ülkesi Türkiye yer almaktadır.

    Suriye olayının bu eksen etrafında ve süper güçler açısından ele alınarak analiz edilmesi gerekmektedir.

    Ortadoğu, özellikle 20. yüzyılın başından beri dünyanın en önemli stratejik bölgesi olarak kabul edilmiştir. Bunun başlıca iki önemli nedeni vardır.

    Birincisi, dünyanın petrol ve doğalgaz rezervlerinin yüzde 65’i bu bölgededir. Ortadoğu petrol kaynaklarının merkezi ve geçiş yoludur.

    İkincisi, coğrafi açıdan Ortadoğu, Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında bir köprü konumundadır.

    İşte bu nedenlerle, Ortadoğu gerek sıcak savaşta ve yaklaşık yarım asır süren Soğuk Savaş döneminde ve gerekse şu anda bütün büyük güçlerin temel ilgi ve çıkar alanı içinde yer almaktadır.

    “Ortadoğu’ya egemen olan, bütün dünyada söz sahibi olur” formülü, siyasal bir özdeyiş olarak kabul edilmektedir.

    ABD’nin Ortadoğu’da çok güçlü bir pozisyonu vardır. Başta İsrail, Mısır, Suudi Arabistan, Körfez Emirlikleri ve Türkiye, Ortadoğu’da ABD ve NATO’nun stratejileri çerçevesinde hareket ediyorlar.

    İran ve Suriye, Ortadoğu’da ABD ve İsrail’e karşıt politikalar güdüyorlar. Rusya’nın Ortadoğu’da önemli çıkarları vardır ve Rusya uzun yıllardır Ortadoğu politikasında Suriye ile birlikte hareket etmektedir.

    Sınırların yeniden çizilmesi

    2000’li yılların başında, ortaya atılan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde, dönemin ABD Güvenlik Başdanışmanı ve sonraki Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Ortadoğu’da 22 Arap devletinin sınırlarının yeniden çizileceğini ve yeni bir Ortadoğu’nun dizayn edileceğini açıkça ilan etmişti. Hatta Suriye, Irak, Lübnan ve Mısır’ın her birinin kendi içlerinde üç parçaya bölüneceği açıkça yazılmıştı.

    Öte yandan, Arap Baharı sonrası, Rusya’nın Ortadoğu’daki dayanaklarını teker teker kaybettiği görülmektedir.

    Arap Baharı sonrası Libya, Tunus ve Mısır’da yapılan seçimlerle Müslüman Kardeşler’in (MK) iktidara gelişi gerçekleşmiştir. ABD ile MK’nin uzlaşma içine girdikleri de Batı basınındaki yorumlarda açıkça yer almaktadır.

    Suriye olayında da temel amaçlardan birisi, laik çizgisini sürdüren Esad rejiminin devrilmesi ve orada da Müslüman Kardeşler’in egemen olduğu siyasal bir yapının kurulmasıdır. Bu sağlanamadığı takdirde, Suriye’yi Irak’ta olduğu gibi Sünni, Şii ve Kürt bölgelerine ayırarak üçe bölmek, BOP’un amaçları arasındadır. Geçen hafta Barzani Suriye’deki Kürtlere çağrı yaparak birleşmelerini istedi, bu da bir göstergedir.

    Irak Savaşı’ndan sonra bu tabloyu açıkça gören Rusya, Suriye konusunda ödün vermekten kaçınmaktadır.

    Suriye’nin önemi

    Kaldı ki Suriye, Rusya açısından çok önemlidir. Enerji, askeri ve ticari alanlardaki ilişkilerin yanı sıra Suriye’nin Akdeniz’deki Tartus limanı, Rusya’nın en önemli askeri üssüdür. Çok sayıda Rus askeri, Suriye ordusunda danışman olarak çalışmaktadır. Tartus limanı, Rusya’nın Akdeniz’deki donanmasının gereksinmelerini karşılayacak duruma gelmiştir.

    Öte yandan İran’ın önemi ve gücü yanlış değerlendirilmemelidir. İran’ın etkisi altında bulunan Hürmüz Boğazı, dünya petrolünün kaynağı ve en önemli geçiş bölgelerinden birisidir.

    ABD’nin İran’a karşı yürüttüğü ekonomik yaptırımlar ve buna ilaveten, İran’ın askeri yönden çerçeveye alınmak istenmesi, Çin’i ve Rusya’yı dikkatli davranmaya yöneltmektedir.

    Ortada çok açık ve net bir stratejik savaş durumu söz konusudur.

    Ortadoğu’yu tamamen ABD’nin egemenlik etkisine kaptırmak istemeyen Çin ve Rusya bu noktada birleşmişlerdir.

    Tüm bu nedenlerle Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Ladlov, Suriye’ye yapılacak herhangi bir müdahale karşısında sessiz kalmayacaklarını açık bir biçimde ilan etmiş bulunuyor.

    Aslında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin keşif uçağının Suriye hava sahasında düşürülmesi ya da son açıklamalara göre o bölgede düşmesi, önemli bir konuya işaret ediyor. Burada Türkiye’ye ve Batı’ya ciddi bir mesaj veriliyor. Bunun da anlamı şudur: “Yapılacak bir müdahalede Rusya, Suriye’nin yanında yer alacaktır.”

    Derinlik mi sığlık mı?

    Bu uluslararası sorunda, en dikkatli davranması gereken ülke Türkiye’dir. Siyasal iktidar, Suriye konusunda hatalı değerlendirme yapmıştır. Esad’ın, Libya, Tunus, Mısır gibi kısa sürede devrileceğini sanmıştır.

    Rusya, ihracat ve enerji alanlarında Türkiye için şu anda vazgeçilemez bir konumdadır.

    ABD’nin Suriye politikası, ABD’de bile ağır eleştirilere muhatap oluyor.

    Türkiye’nin ulusal çıkarlarını bir yana bırakarak Suriye konusunda birincil derecede rol oynamaya kalkmasının, etrafı tehdit etmesinin bir anlamı ve yararı yoktur.

    Bu politika nasıl bir politikadır?

    Bu stratejik derinlik midir?

    Yoksa stratejik bir sığlık mıdır?

  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın

Adelina Sfishta

Okuyanlar Özgür Olmalı

Evrim Teorisi Online

Evrim hakkında herşey...

Virginia Woolf

Herkes kendi geçmişini, kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları sadece onun başlığını okuyabilir.

ODILA BLOGGER by OAS

Turkish Geeks on Life & Politics...

YAŞAMAK ŞAKAYA GELMEZ

Facebook adreslerimiz: http://www.facebook.com/ata.fecob - http://www.facebook.com/pages/fvco/107464239362228

Komeleya Çand û Integrasyon a Kurd Luzern

Kürdischer Kultur und Integrationsverein Luzern/Mythenstrasse7,6003 Luzern

eren@home ~ $

Açık Kaynak, Linux, Programlama Dilleri, Amatör Telsizcilik gibi konular üzerine düşünceler

Ata FE COB

"En büyük yenilgimiz, bir alternatif fikrini kaybetmiş olmamızdır." ___Michael Lebowitz

WordPress.com

WordPress.com is the best place for your personal blog or business site.

CHP SULTANGAZİ

"Direnme gücü, dünya “evet” sözcüğünü duymak istediğinde 'HAYIR' diyebilme yetisidi" E. Fromm. ________“12 Eylül’de ‘HAYIR’ oyu vererek tokat atın, okyanus ötesinden de duyulsun” KILIÇDAROĞLU