Cennet Cehennem…
O insanlar ki; çoğu zaman kötü olmayı seçtiler. Asılları iyiydi. Ancak istemediler iyiliği ve kendi yarattıkları şeytanın izinden kötülüğü takip ettiler. O şeytana mızrak verdiler. Başına da iki boynuz koydular. Rengini de kırmızı yaptılar. Sonra cehennemi yarattılar şeytan için. Peki şeytansız cehennem mi cehennemsiz şeytan mı olmaz? Hangisi ilkti? Karanlık, bedbaht, kötülük timsaline, alevli- izbe bir mekan yaratıp içine koyuverdiler onu. Artık cehennem vardı. Oranın sahibi bizi durmadan mızrağıyla günaha iteleyen şeytanda vardı. E şimdi? Eksikti bir şeyler sanki. Ceza varsa ödül de olmalıydı. Sıra ödüle geldi. Başladı düşünmeye bir tanesi. Dedi ki sonra cennette en iyisi olmalı şarabın ve en tazesi, bakiresi zevcenin. Irmaklar, ağaçlar, envai çeşit meyve… Ne arzu edersen olmalı. Olmalı ki insan gitmeyi istesin. Öyle ya bir insan böyle şeyler diler ancak. Ruh çok sever bakiresini zevcenin. Üşenmediler, birde cennet yarattılar. Herkes umdu oraya gitmeyi. Pazarlıktı aslında bu. Tanrı için değil, ödül için iyi olmaya çalışmak. Yani ikiyüzlülük.
Ben; potansiyel bir katil, sadakatsiz, aldatan, aldanan, egosu olan ilkel bir benliğim. Eski bir avcıyım ben. Vahşiyim, nefret edenim, nefret edilenim, kontrolsüz olanım, kontrol isteyenim, şehvet ve arzu peşinde savrulanım ya da dünyayı bilmeyen bir mazbutum. İnsanım. Pahalı giysiler, ünlü markalar, teknoloji, vs hepsi ilkelliğimi örtmek için. Peki çıkınca üstümden bunlar.
Geriye ne kalır?
Tuğçe Çelik
Sizlerden Gelen Yorumlar…