İslam Dünyasında Bilim: Engeller neler?


İslam dunyasında bilimAvrupa, karanlık çağlarda bocalarken, -bugünkü birçok İslam ülkesinin durumunun tam tersine- ortaçağ İslam devletleri, yüzyıllar boyunca bilimde öncü konumdaydı… Teorik fizikçi Jim Al-Khalili bu gelişmeyi neyin engellediğini soruyor ve parlak bir geleceği müjdeleyen bazı projeleri irdeliyor. İslam dünyası, insanoğlunu doğayı anlama çabasına iten bir merak duygusunu sahiplenmek ve benimsemek istiyorsa, kendisini bilgi toplumu olmaya götürecek kültürel bir rönesansa acil olarak gereksinim duymaktadır.
Bugün yeryüzünde, İslamın resmi din olduğu İslam Konferansı Örgütüne üye 57 devletten çok daha fazlasına yayılmış, -dünya toplam nüfusunun beşte birinin üzerinde- bir milyardan fazla Müslüman bulunuyor. Bunlar arasında Suudi Arabistan ve Kuveyt gibi dünyanın en müreffeh ülkeleri olduğu gibi, Somali ve Sudan gibi en fakir devletler de vardır. Bu ülkelerden Körfez devletleri, İran, Türkiye, Mısır, Fas, Malezya ve Pakistan gibi bazılarının ekonomileri yıllar boyunca kararlı bir şekilde büyümekle birlikte, Batı’yla kıyaslandığında İslam dünyasının, modern bilimde henüz bir varlık gösterdiği söylenemez.
Bu ülkelerden pek çoğunun liderleri, ekonomik büyüme, askeri güç ve ulusal güvenlik gibi konuların hepsinin teknolojik gelişmelere aşırı bir şekilde bağlı olduğunu iyi bilirler. Bundan dolayı, dünyanın diğer tarafındaki bilgi toplumlarını yakalamak için bilimsel araştırma ve geliştirmede ortak bir çaba gerektiğini ifade eden nutuklara sıkça rastlanır. Gerçekten de, yakın yıllarda bu ülkelerin pek çoğunda bilim ve eğitim için ayrılan hükümet fonları dikkate değer ölçüde artmış ve bilimsel altyapılarda bazı iyileştirmeler ve modernizasyonlar yapılmıştır.
O halde, büyük çoğunluğun hâlâ bilimde bir varlık gösteremediğini söylerken ne demek istiyorum?
ARAŞTIRMADA DURUM
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) ve Dünya Bankası verilerine göre, İslam Konferansı Örgütü’ne üye 20 ülke, 1996-2003 yılları arasında gayrisafi yurtiçi hasılalarının -dünya ortalaması olan %2,36’nın 1/7’sine denk gelen- %0,34’lük kısmını bilimsel araştırmaya ayırdı. 1000 kişilik nüfus başına düşen bilim adamı, mühendis ve teknisyen sayısı dünya ölçeğinde 40, gelişmiş ülkelerde 140 iken, bu sayı Müslüman ülkelerde 10’un altındadır. Dünyada yayımlanan bilimsel araştırma makalelerine yaptıkları katkı ise yalnızca %1 civarındadır.
Gerçekten, Kraliyet Akademisi’nin yayımladığı İslam Dünyası Bilim ve İnovasyon Atlası’na göre İslam Konferansı Örgütü’ne üye ülkelerin 17’sini oluşturan Arap ülkelerindeki bilimciler, 2005 yılında toplam 13.444 bilimsel makale yayımladılar, ki bu sayı tek başına Harvard Üniversitesi’nin yayımladığı 15.455 makaleden yaklaşık 2000 makale daha azdır.
Fakat İslam dünyasında temel bilim araştırmalarının kalitesi daha da kaygı vericidir. Bir ülkenin yayımlanmış bilimsel literatürünün uluslararası değerini ölçmenin bir yolu, görece atıf endeksiyle (Relative Citation Index, RCI) belirlenir.
Bu endeks, –karışıklığı önlemek için kendi literatüründeki atıflar hariç tutulmak suretiyle– bir ülkenin bilimcilerinin atıf alan makale sayısının atıf alan tüm makaleler içindeki payının, o ülkenin yayımlanmış makale sayısının toplam makale sayısı içindeki payına bölünmesi suretiyle elde edilir.
Böylece, bir ülke dünyadaki bilimsel literatürün %10’unu üretiyor, fakat dünyanın diğer kesimi tarafından yapılan atıfın %5’ini alıyorsa, onun endeksi 0,5 olacaktır. ABD Milli Bilim Kurulu’nun 2006’da hazırladığı, önde gelen 45 ülkenin fizikteki RCI sırasını gösteren bir cetvelde, İslam Konferansı Örgütü’ne üye yalnızca iki ülke –0.344 RCI ile Türkiye ve 0.484 RCI ile İran– vardır ve yalnızca İran 1995-2003 yılları arasında belirgin bir gelişme göstermektedir.
ABDÜSSELAM’IN SÖZLERİ
Bu apaçık istatistikler, İslam ülkelerindeki bilimcilerin dünyanın diğer kısmına göre ne kadar zayıf olduğunu gösteriyor. Bununla birlikte, aralarında İslam dünyasındaki bir bilimsel rönesansı hayal eden Pakistanlı teorik fizikçi Abdüsselam’ın da (1926-1996) bulunduğu, sahalarında uluslararası düzeyde tanınmış seçkin Müslüman bilimciler de oldu.
20. yüzyılın ikinci yarısının en büyük bilimcilerinden biri olan Abdüsselam, 1979 Nobel ödülünü, bilimdeki en güçlü ve güzel teorilerden biri olan ve doğanın dört temel kuvvetinden ikisinin (elektromanyetik kuvvetler ve zayıf nükleer kuvvetlerin) nasıl birleştirileceğini tanımlayan elektrozayıf teorisinin gelişmesindeki katkısından dolayı Sheldon Glashow ve Steven Weinberg ile birlikte paylaştı.
Abdüsselam dindar bir Müslüman olmasına rağmen Sünniliğe uymayan dini itikadı ve görece karışık bir dinî anlayış olan Ahmedîyye taraftarlığı nedeniyle 1970’lerde Pakistan tarafından dışlandı (Physics World, Ağustos 2009 s.32–35). Buna rağmen, ülkesine sadakatini sürdürdü ve İslam dünyasında bilimi teşvik etmek için yorulmadan çalıştı.
Fakat Abdüsselam’ın hayali asla gerçekleşmedi ve o geride şu yakıcı tespiti bırakarak öldü: “Bu gezegendeki bütün uygarlıklar arasında bilimin en zayıf olduğu kesim İslam coğrafyasıdır. İçinde bulunduğumuz çağın koşullarında onurlu bir toplum yaşamı, direkt olarak bilime ve teknolojiye bağlı olduğundan bu zayıflığın tehlikesi geçiştirilemeyecek kadar büyüktür”.
ENGELLEYİCİ ALIŞKANLIKLAR
Problemlerden biri şudur ki pek çok Müslüman, modern bilimi, dünyevi, hatta tanrıtanımaz bir Batı buluşu olarak görmekte, 9. yüzyılın ilkyarısında başlayıp, birçok asır devam eden altın çağlar boyunca Müslüman bilginler tarafından bilime yapılan birçok muhteşem katkıyı unutmaktadır.
Bu çağlarda matematik, astronomi ve tıptan, fizik kimya, mühendislik ve felsefeye kadar her alanda parlak gelişmeler yaşandı. Bu çağ, Avrupa’nın büyük kısmının karanlık bir çağda bocaladığı bir zamanda, rasyonel düşüncenin ruhuyla ortaya konulan bir çağdı.
Fakat bu özgür düşünce ve meraka dayalı bilgiye susamışlık, tedrici bir şekilde yıkılmaya doğru gitti. Şunu da belirtmeliyim ki, bu tersine gidiş, Batı’da birçoklarının düşündüklerinden birkaç yüzyıl daha sonra oldu, çünkü tıp, matematik ve astronomideki ilerlemeler 15. yüzyıla kadar sürdürüldü.
Bu tedrici gerilemenin pek çok nedeni olmasına rağmen, ana neden İslam dünyasının politik olarak parçalanması ve zayıf yöneticilerin bilimi ve bilim insanlarını himaye etmek için gerekli ilgiyi göstermemeleridir.
Bütün bunlar, ters yönde harekete geçmiş olan ve 16. ve 17. yüzyıllardaki bilimsel devrimi tetikleyen Avrupa’daki rönesansla çakıştı. Buna sömürgeciliğin daha sonraki etkilerini de eklemek gerekir ki bu, Müslüman dünyayı bir nevi karışıklığa ve zengin kültürel mirasını unutturan ortak hafıza kaybına götürdü. Bu görüş, zayıf ve zihinsel bir tembellik olarak görülebilir ve gerilemenin, tutucu İslamın bilime karşı tepkisinden geldiği ileri sürülebilir.
BİRUNİ: İNSANI AYIRAN ÖLÇÜT
Bütün bunlara rağmen, üzücü fakat gerçektir ki, dünyanın her yanında çoğu dinler, kozmoloji ve evrim gibi bilimsel konuların kendi inanç sistemlerinin altını oyduğunu düşünmektedirler. Onların görüşünü İranlı çok yönlü bir bilim insanı olan Biruni’ninki (973-1048) ile karşılaştırın:
İnatçı eleştirmen sorar: ‘Bu bilimlerin ne faydası var?’ Bunu soran, insanı hayvandan ayıran gerçeği bilmemektedir. Bu fark, genel olarak bilgi olup bilgi yalnızca insan tarafından ve bilgi aşkına üretilir; diğer kazanımlardan elden edilen mutluluklara benzemez, bizatihi onun kazanılması mutluluk vericidir. Çünkü bilgi olmaksızın, ne iyi bir şey elde edilebilir, ne de kötülükten kaçınılabilir. O halde hangi kâr ve kazanç, daha aşikârdır? Hangi yarar daha verimlidir?”
Çok şükür, şimdi yeterli sayıda Müslüman, İslamla bilimin çatıştığı görüşünü reddetmektedir. Bununla birlikte, halihazırdaki İslam dünyası ile Batı arasındaki gerilim iklimi ve kutuplaşmadan dolayı, bilime katkı sağlama hususunda, kültürel ve entelektüel verimsizlikle suçlandıklarında pek çok Müslümanın alınganlık göstermeleri şaşırtıcı değildir.
GEREKLİ REFORMLAR
İslam dünyasında dini tutuculuğun bilimsel ilerlemeyi engellediği argümanından daha ileri bir şey söylemek gerekir ki, bu da, İslam Konferansı Örgütüne dahil birçok ülkenin sömürgeci yönetimlerden miras aldığı ve bir türlü değiştiremedikleri yönetim ve bürokratik sistemleridir. Buna, çöküntüyü durdurmak ve başarısız eğitim sistemlerini, kurumları ve alışkanlıkları iyileştirmek için gerekli reformları yapabilecek siyasi irade yokluğu da eklenebilir. Şükür ki, her şey hızla değişmekte.
Farklı dünyaların insanları olsalar da, gerek Müslümanların gerekse Müslüman olmayanların İslam ve bilimin birbirine yabancı olmadığı bir zamanı hatırlaması hayati bir önem taşımaktadır. Bu yalnızca İslam dünyasında bilimin yeniden yeşermesi için değil, aynı zamanda Müslümanların tıpkı 1000 yıl önce yaptıkları gibi, meraka dayalı bilimsel araştırmanın değerini gördükleri bir geleceğe doğru giden pek çok yoldan biri olduğu için de önemlidir.
Bunun nasıl yapılacağına gelince, şüphesiz ilk adım ciddi bir finansal yatırımdır. Büyük bilimsel bütçelerin büyük bilimsel araştırmaları teşvik ettiği çok kere tecrübe edilmiştir ve Malezya’dan Nijerya’ya kadar pek çok Müslüman hükümet, dünya çapında araştırma kurumları oluşturmak için yeni ve heyecan verici projelere çok iyi paralar ayırmaktadırlar. Örneğin Körfez ülkelerinin bazı yöneticileri Batı’dan hem işgücü hem de akademik kadro ithal ederek yeni üniversiteler kurmaktadırlar.
Fakat problem, paraya indirgenebilecek kadar basit değildir. Daha önemlisi, reform yapacak ve özgür düşünceyi garanti altına alacak siyasi bir iradeye sahip olunmasıdır. Örneğin, Birleşmiş Milletler 2002 Arap Dünyası Gelişme Raporu’nun başyazarı Nadir Fergani, yukarıdakilere ek olarak, bilimsel kurumlarda reformu, düşünce ve ifade özgürlüğüne saygıyı, herkes için yüksek kalitede eğitimin garanti edilmesini ve enformasyon çağına süratli bir geçişin gerekli olduğunu vurgulamaktadır (Nature, 444, 33).
İLERİYE DÖNÜK PROJELER
Ortadoğu’ya baktığımızda, bölgede büyük ilgi uyandıran pek çok heyecan verici yeni projelerin olduğu görülebilir. Bunlardan ilki Katar’ın başkenti Doha yakınlarında Eğitim Şehri olarak adlandırılan çok geniş bir alana yayılmış anakent içinde 2009 baharında açılan ve Carnegie Mellon, Texas A&M ve Northwestern gibi dünyanın önde gelen üniversitelerinden bazılarının ek yerleşkelerine de ev sahipliği yapan yeni bilim parkıdır.
Eğitim Şehri içinde yer alan Katar Bilim ve Teknoloji Parkı, dünyadaki ileri teknoloji şirketleri için bir merkez olmaya ve Kaliforniya’daki Silikon Vadisi’nin başarısının bir benzerini gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
Başka bir iddialı proje ise Suudi Arabistan’ın batı sahillerindeki Cidde şehri yakınında yeni kurulan 10 milyar dolarlık Kral Abdullah Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’dir (KAUST) (Physics World Kasım 2009 s.12–13).
Tam donanımlı laboratuvarlara ve ilk beş yıllık dönemdeki araştırmalar için ayrılmış 1.5 milyar dolarlık bir bütçeye sahip olan bu uluslararası araştırma üniversitenin devasa yerleşkesi, inanılması güç, ama üç yıldan daha kısa bir zaman içinde inşa edilmiştir. Bu üniversite, Suudi Arabistan’da, ayrı sınıflar yerine, dershanelerinde kadınların erkeklerle yan yana oturabileceği ilk ortak eğitim kurumu olmak bakımından da öncü bir role sahiptir.
Üniversite, araştırmacılara yaratıcı olmaları ve uluslararası en yüksek düzeyde araştırma ve eğitim standartlarını gerçekleştirebilmeleri için özgür bir ortam vaat etmektedir. Ülkenin petrol-sonrası geleceğini teminat altına almak amacıyla, güneş enerjisinden daha fazla istifade etmek ve ülkenin sıcak ve kuru iklim şartlarında tarımı geliştirmek gibi araştırma programları hazırlanmıştır. Avrupa ve Amerika’nın önde gelen üniversitelerinden birçoğu, ekonomik kaygılardan daha çok bilimsel nedenlerle bu üniversiteyle işbirliklerini geliştirmeye çalışmaktadırlar.
Son örnek, bölgedeki hükümetler ve bilim adamlarının ortak girişimiyle, bölgenin başlıca ilk uluslararası araştırma merkezi olacak olan SESAME (Synchrotron-light for Experimental Science and Applications in the Middle East) isimli projedir (Physics World, Nisan 2008, s. 16–17).
1997 yılında Almanya, sinkrotron araştırma altyapısını (BESSY) kullanımdan kaldırmaya karar verdiğinde, ilgili cihazları UNESCO nezaretinde hızlı bir şekilde geliştirilen SESAME projesine bağışlamayı kabul etti. Bu proje, hâlihazırda, bölgedeki diğer ülkelerden kaynaklanan güçlü bir rekabeti saf dışı bırakan Ürdün’de inşa edilmektedir.
SESAME projesinde gerçekleştirilecek araştırmalar, malzeme bilimi, moleküler biyoloji, nanoteknoloji, X-ışını görüntüleme üniteleri, arkeolojik incelemeler ve medikal uygulamaları içerecektir. Projenin halihazırdaki üyeliklerini, Ürdün’ün yanı sıra, İsrail, Filistin Ulusal Yönetimi, Mısır, Türkiye, İran, Pakistan, Bahreyn ve Kıbrıs oluşturmakta olup, bu grup, muhtemelen birkaç ülkenin katılımıyla daha da genişleyecektir ve “yeni bilim” 2012 yılında start alacaktır.
GELECEKLE YÜZLEŞME
Peki, acaba İslam dünyasını bilim adına daha parlak bir gelecek mi bekliyor? Kuşkusuz bilim adamları araştırma yapabilmek için yeterli miktarda finansal kaynaklara ihtiyaç duyarlar, ancak bilimde dünyayla yarışabilmek, modern ve gelişmiş cihaz ve donanımlardan daha fazla şeyler gerektirir. Cihazların nasıl kullanılacağını anlayan ve onları verimli bir şekilde çalıştıran laboratuar teknisyenlerinden, bilimcilerin gerçek bir entelektüel özgürlük ortamı deneyimine, sağlıklı bir kuşkuculuk ve deneysel sonuçları sorgulama cesaretine kadar bir araştırma ortamının bütün altyapısı, düşünülüp ele alınmalıdır.
Bu kültür değişimi elbette bir gecede gerçekleşemez ve bu, yalnızca siyasi iradeye değil, aynı zamanda akademik özgürlüğün gerçek anlamının ve bilimsel yöntemin kendisinin çok iyi kavranmasına bağlıdır. Maalesef bu, Batı dünyasında bile bazen görülmeyebilmektedir.
İslam dünyası, sadece içinde gelişmiş parçacık hızlandırıcıları ve elektron mikroskopları bulunan araştırma laboratuarlarının tuğla ve harçlarını değil, aynı zamanda ister ‘ilahi yaratılıştaki mucizeyi ortaya çıkarmak’ için olsun, isterse ‘şeylerin niçin ve nasıl oldukları gibi olduğunu anlamak’ için olsun, insanoğlunu doğayı anlama çabasına iten bir merak duygusunu sahiplenmek ve benimsemek istiyorsa, kendisini bilgi toplumu olmaya götürecek kültürel bir rönesansa acil olarak gereksinim duymaktadır.
Physics World dergisinin Nisan 2010 sayısında ve http://physicsworld.com/cws/article/indepth/42134 web adresinde “Science in the Muslim World” başlığıyla yayımlanan bu yazı, CBT için Cevdet Coşkun, Ramazan Altundaş ve Hasan Seçen tarafından hazırlanmıştır.
Jim Al-Khalili, teorik nükleer fizikçi, İngiltere Surrey Üniversitesi’nde Bilim-Toplum İlişkileri Başkanı. Yazarın, Eylül ayında Penguin Yayınlarından The House of Wisdom adlı bir kitabı çıkacak.
  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın

Adelina Sfishta

Okuyanlar Özgür Olmalı

Evrim Teorisi Online

Evrim hakkında herşey...

Virginia Woolf

Herkes kendi geçmişini, kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları sadece onun başlığını okuyabilir.

ODILA BLOGGER by OAS

Turkish Geeks on Life & Politics...

YAŞAMAK ŞAKAYA GELMEZ

Facebook adreslerimiz: http://www.facebook.com/ata.fecob - http://www.facebook.com/pages/fvco/107464239362228

Komeleya Çand û Integrasyon a Kurd Luzern

Kürdischer Kultur und Integrationsverein Luzern/Mythenstrasse7,6003 Luzern

eren@home ~ $

Açık Kaynak, Linux, Programlama Dilleri, Amatör Telsizcilik gibi konular üzerine düşünceler

Ata FE COB

"En büyük yenilgimiz, bir alternatif fikrini kaybetmiş olmamızdır." ___Michael Lebowitz

WordPress.com

WordPress.com is the best place for your personal blog or business site.

CHP SULTANGAZİ

"Direnme gücü, dünya “evet” sözcüğünü duymak istediğinde 'HAYIR' diyebilme yetisidi" E. Fromm. ________“12 Eylül’de ‘HAYIR’ oyu vererek tokat atın, okyanus ötesinden de duyulsun” KILIÇDAROĞLU