Yerel Yönetimler, Demokrasi ve Katılım…


Yaşadığımız kentlerde, insanı temel alan, kültür ve sanata karşı saygılı, demokrasiyi ve katılımcılığı içine sindirmiş, cumhuriyet değerlerine sahip çıkan, belediyeleri “gericiliğin” ve “tarikatların” oyun alanı olmaktan çıkaracak kent yönetimlerinin işbaşına gelmesi için, enerjilerimizi ortaklaştırmak ve bu konuda toplumu aydınlatmak hepimizin ortak sorumluluğu olmalıdır.

Yerel seçimlerin yaklaştığı bugünlerde en büyük problem katılım ve demokrasinin hayata geçirilmesidir. “Toplumcu bir program etrafında kentin örgütlenmesi”nin araçlarının yaratılması, kentte yaşayan bütün aktörlerin ortak sorumluluğu olmalıdır.

Kentlerimiz hızlı bir “değişim ve dönüşüm” içerisinde, ancak değişimi belirleyen temel politikaları ne yazık ki kentin gerçek dinamikleri yerine, küresel sermaye belirlemekte, kent toprakları kamu ve toplum yararı bir yana bırakılarak “saldırılara” açık hale getirilmektedir.

Küresel politikaların bütün dünyada uygulanmaya başlaması ile birlikte, kent politikalarının odağındaki “yurttaş” kavramının yerini “müşteri” kavramı almıştır. Görevi yurttaşlarına, sağlıklı, güvenli yaşam alanları sunmak olması gereken yerel yönetimlerin, sosyal politikalardan uzaklaşmalarına neden olmuştur.

Bu uygulamalar sonucunda, siyasal iktidar yerel yönetimler eliyle politik birlikteliğini güçlendirmekte, kendi “elitlerini” yaratmakta, diğer taraftan da toplumu kendi “ideolojik yaklaşımı” doğrultusunda şekillendirmeye çalışmaktadır.

Yapılan son genel nüfus sayımında, genel nüfusun yüzde 70.5’inin kentlerde yaşamakta olduğu belirtilmekte ve bu sayının giderek artacağı sosyal araştırmacılar tarafından ifade edilmektedir. Ekonomik, sosyal vb. nedenlerle kente göç, kentlerde barınma, çalışma ve sosyal gereksinimlerinin karşılanması, eğitim, sağlık, kültür vb. sorunlara dönük tedbirlerin şimdiden planlanmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Kentler, yönetilmeyi ve yalnızca hizmet almayı bekleyen değil, kent yaşamını ortaklaşa bir etkinlik alanı olarak gören, ortak sorunlar karşısında birlikte hareket edebilen, katılım ve paylaşımla yaşanabilir yerler haline gelebilir.

Kentlilerin yaşadıkları yeri sahiplenmelerinin temelinde, kent yönetiminden sorumlu olan kimselerin karşılıklı güven ortamını sağlamasının yattığı açıktır. Kentliler ancak bir güven ortamında yönetime katılabilirler.

“Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nda; yurttaşların kamu işlerinin sevk ve idaresine katılma hakkının demokratik bir ilke olduğu ve bu hakların doğrudan kullanım alanının yerel düzeyde olduğunun altı çizilmiştir.

“Avrupa Kentsel Şartı”nda ise yerel demokrasi açısından yerel yönetimlerde halkın doğrudan katılımının sağlanmasının önemine dikkat çekilmiş ve kentte yaşayan yurttaşların temel hakları sıralanmıştır.

“Avrupa Kentli Hakları Deklarasyonu”nda da katılım hakkına yer verilerek, kurum ve kuruluşlar arasındaki dayanışmanın esas olduğu kent yönetimlerinde; gereksiz bürokrasiden arındırma, yardımlaşma ve bilgilendirme ilkelerinin sağlanması şartı getirilmiştir

Kamu yararını öne çıkaran toplumcu bir belediyecilik anlayışının yeniden “iktidar” olmasının yolu, kentin bütününü kucaklayacak olan bir programı, kentin diğer aktörleri ile birlikte oluşturmaktan geçmektedir.

Bu kapsamda aklın ve bilimin önderliğinde, birlikteliği yeniden inşa etmek, halkın sorunlarına sahip çıkmak ve çözüm üretmek, “yerel iktidara” giden yolda önemli bir aşama olacaktır.

Bu bağlamda;

* Kent bilincinin geliştirilmesi için yapılacak çalışmaların örgütlenmesi,

* Engelli yurttaşların kente ve kent yönetimine katılımlarının sağlanması,

* Kadınların kent ve çalışma yaşamına katılmaları için sosyal projelerin geliştirilmesi,

* Yaşlılar, gençler ve çocuklar için katılım mekanizmalarının oluşturulması,

* Muhtarların katılım konusunda daha etkin hale getirilmesi,

* Site ve sokak örgütlenmelerinin oluşturulması,

* Mahalle / semt meclislerinin oluşturulması,

* Kent konseylerine işlerlik kazandırılması,

* Kent planlaması, kentsel tasarım, mimarlık vb. konularda ilgili meslek odaları ile birlikte karar süreçlerinin örgütlenmesi,

* Sivil toplum kuruluşları, tüketici dernekleri ve hemşeri dernekleri ile ilişkilerin kurumsal düzeyde sürdürülmesi ve “danışma kurulları” oluşturulması,

* Belediye hizmetlerinin denetiminin açık, şeffaf, anlaşılır ve denetlenebilir hale getirilmesi,

* İl Genel Meclisi ve Belediye Meclisi üyelerinin belirlenmesinde, nitelikli kadroların seçimi konusunda demok-ratik ve katılımcı bir yaklaşımın hayata geçirilmesi gereklidir.

Toplumcu bir belediyecilik anlayışının geçmiş yıllardaki deneyimleri ve örgütlenme anlayışları bizim için önemli bir birikim ve kaynak oluşturmaktadır.

70’li yıllarda, çevreci ve toplumcu bir mimar olan Jaime Lerner, üç dönem boyunca Curitiba’da (Brezilya) belediye başkanlığını yürütmüş ve katılımcı belediyecilik anlayışı ile dünyada bir “efsane” haline gelmiştir.

Aynı yıllarda ise ülkemizde; Avrupa’da esen sol rüzgârların da etkisi ile toplumcu belediyecilik yaklaşımı ilk olarak Ankara’da mimar Vedat Dalokay, İstanbul’da Ahmet İsvan ve İzmit’te Erol Köse döneminde yaşama geçirilmiştir.

1980 öncesi Fatsa’da hayata geçirilen ve o dönemin siyasal koşullarında bir ilk olan “devrimci belediyecilik” anlayışı, Fikri Sönmez başkanlığındaki Fatsa Belediyesi’nde söz, karar ve yetkinin halkta olduğu bir çalışma temel alınarak başarıyla uygulanmıştır.

Yaşadığımız kentlerde, insanı temel alan, kültür ve sanata karşı saygılı, demokrasiyi ve katılımcılığı içine sindirmiş, cumhuriyet değerlerine sahip çıkan, belediyeleri “gericiliğin” ve “tarikatların” oyun alanı olmaktan çıkaracak kent yönetimlerinin işbaşına gelmesi için, enerjilerimizi ortaklaştırmak ve bu konuda toplumu aydınlatmak hepimizin ortak sorumluluğu olmalıdır…

H. Ali ULUSOY Mimar

  1. ucnoktaaforizma
    02/03/2009, 04:21

    1973 yerel seçimlerinde Ecevit’in rüzgârıyla yerel yönetimleri kazanan CHP, halktan yana ya da popülist diyebileceğimiz politikalar uygulayarak Sosyal Demokrat Belediyecilik anlayışı ile tanışmamızı sağlamıştı. 1980 sonrasında ise sol kapıdan çıkan tüm kavramlar gibi Sosyal Belediyecilik de yeni bir kıyafetle sağ kapıdan giriverdi. Bugünkü siyasi yelpazedeki partilerin tamamı Sosyal Belediyecilik kavramını adeta paylaşamaz haldeler. Bu şüphesiz, artan yoksulluk ve eşitsizlikler karşısında duyarlı ve pozitif ayrımcı bir politika izleyeceklerinin iması…

    İzmir’in Dikili ilçesi son yerel yönetim döneminde Sosyal Belediyecilik konusundaki uygulamalarıyla sıkça gündeme gelen, kimi zaman abartılı övgülere, kimi zaman haksız eleştiriler ve hukuki soruşturmalara maruz kalan bir yerel yönetim deneyimi yaşadı. Dikili örneği, demokratik kent yönetimi, popülist politikalar, sosyal belediyeyi yeniden düşünmek ve yerel politika anlamındaki tahayyül fukaralığını, cahilce bir politik inatlaşmayı aşmak için önemli fırsatlar sunuyor.

    DİKİLİ
    Dikili, yaz nüfusu 100.000’i aşan, sayım sonuçlarına göre 16.500 nüfuslu bir sahil kenti. Konumu, iklimi ve yaşama koşulları itibariyle emeklilerin ve yazlıkçıların tercih ettikleri küçük kentlerden biri. Bu nedenle de tarım alanlarının neredeyse tümünü yazlıklara kurban vermiş, yerel ekonomisi sorunlu bir belde. Yazlıkçıların varlığıyla hareketlenen bir turizm ve ticaret sektörü dışında temel bir sektörden söz etmek güç. Ne tarım, hayvancılık, balıkçılık ne de sanayi ciddi bir istihdam ve yerel ekonomi yaratacak boyutta değil.
    Kentte yapılaşma kooperatifler aracılığıyla geliştiği için imarda belirli bir düzen hatta sıkıcı bir monotonluk var denilebilir, buna rağmen yoldan, kottan kat almalar, çıkmalar, asma, çekme, çatı katları vs derken ayrıcalıklı imar hakkıyla sivrilmiş yapılar, bloklar da yok değil. Kentte yaşanan göçlerin etkisiyle farklı kökenden gelen topluluklar varsa da gündelik yaşama yansıyan bir ayrışma ve mekânsal farklılaşma yok denilebilir. Buna rağmen yaşam standardı görece daha yüksek olan mahalleler var olduğu gibi, Roman vatandaşların yoğun olarak bulunduğu, kentsel dönüşümcüler için cazip(!) görece yoksul bir kent parçası da var Dikili’de.
    Yerel seçimleri, ülkenin genel eğiliminin dışında, SHP adayı Osman Özgüven’in kazanması, başkanın daha önceden başkanlık yapmış, tanınan, sevilen Dikilili bir kişi olmasıyla ilişkili. Yani, Sosyal Belediyeci kimliği seçimlerde ne derece etkili olmuştur tartışılır. Nitekim son yerel seçim sonuçlarını bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda oy belirlemiştir. Yani, seçmen kitlesinin de Türkiye genelinden çok farklı bir profil çizdiğini iddia edebilecek bir durum yok.

    SOSYAL BELEDİYECİLİK UYGULAMALARI
    Belediye Başkanı’nın ve Dikili’nin medyada kapsamlı bir şekilde gündeme geldiği ilk konu, kentte uygulanan içme suyu politikası; zira bu uygulama nedeniyle görevi kötüye kullanma gerekçesiyle belediye başkanı Osman Özgüven’e soruşturma açıldı. Yerel yönetim, küresel ısınmayı ve susuzluk riskini de göz önüne alarak ayda 10 tona kadar su kullanarak tasarruf eden abonelerden ücret almayan, 10 ton aşıldığında ise toplam miktarı faturalandıran bir tarife uygulamaktadır. Yıllardır camilerde kullanılan suyun da ücretlendirilmediğini belirten belediye, okullarda kullanılan suyu da faturalandırmamaktadır. Özellikle az su tüketen yaşlılardan oluşan, kalabalık olmayan ya da tasarruf yapan yoksul aileler için pozitif ayrımcı bir politika uygulanıyor denilebilir.
    Kentte belediyeye ait bir sağlık ocağı var; personel maaşını belediye ödüyor, muayene 1, röntgen 6 TL. Hizmet kalitesi konusunda belirli kesimlerden eleştiriler almakla birlikte, dar gelirliler için çok önemli bir hizmet olduğu kesin. Hastalık hastaları, yalnızlık çekenler, ekonomik gerekçelerle şikâyetlerini erteleyenler vs düşünülünce, 1 TL’ye muayene imkânı önemli bir psikolojik destek hattı olarak bile düşünülebilir. Belediyenin bitmeyen bir projesi de benzer koşullarda ama daha iyi hizmet verecek yataklı bir hastane. Bu projenin, inşaatından işletmesine kadar bütün süreçlerinde önemli bir yerel istihdam yaratacağını da belirtmek gerekiyor.
    Ücretsiz ulaşım kentteki bir başka sosyal belediyecilik uygulaması. Güzergâhlar itibariyle kentlinin büyük bölümü için cazip değil ancak özellikle okula giden çocukların ya da çarşı pazara çıkanların saat başı kalkan bu ücretsiz servislerden faydalandıkları görülüyor. Kıyı boyunca, uzunlamasına yayılmış bir kentte belediye araçlarının benzin ve amortisman masrafları düşünüldüğünde ekonomik olarak rasyonel olmayabilir ancak büyük kentlerimizin aksine toplutaşımanın kentlerde öncelikli sübvansiyon alanlarından biri olması gerektiğini, ücretsiz ulaşımın kentteki dolaşımı, aidiyeti, ilişkileri ne kadar geliştiren bir uygulama olduğunu da düşünmek gerekiyor.
    Belediyenin ucuz halk ekmek uygulaması da, tahmin edilebileceği gibi fırıncıların tepkisini çeken, dar gelirliler için çok önemli bir tasarruf sağlayan, halkın geri kalanı için pek anlam ifade etmeyen diğer bir pozitif ayrımcı uygulama. Bunun yanı sıra yeşil kart ve doğrudan yardım dağıtımı da var Dikili’de. Zira sadaka kültürü diyerek ne kadar eleştirirsek eleştirelim, yoksulluğun ve işsizliğin böylesine yaygınlaştığı ve şiddetlendiği bir ortamda oluşan akut durumlarda palyatif de olsa mecburi, kolay ve acil bir çözüm olarak kullanılabiliyor.
    Yerel yönetimin kendi personeline yönelik sendikal hakları desteklemesi, 1 Mayıs gibi işçilere yönelik özel tatil günleri icat etmesi de önemli örnek uygulamalar. Öte yandan yerel istihdam ile yaratıcı çözümler bulunamadığından şişkin ve işlevsel kullanılamayan bir belediye personeli kadrosu birçok kenttekine benzer bir tablo çiziyor. Kentte düzenlenen festivaller ise hem bir bilgi ve kültür şenliği olması nedeniyle, hem de çok sayıda yabancı katılımcı ve izleyiciyi kente çekmesi anlamında yerel ekonomik bir canlanma vesilesi.
    Kentin önemli bir yeraltı zenginliği olan jeotermali konutlarda ısınma için kullanma projesi hem ekonomik hem de ekolojik bir çözüm. Bu projenin belediye kaynaklarıyla yapılması mümkün olmadığından uygulamanın bir BİT (Belediye İktisadi Teşekkülü) vasıtasıyla yapılması, etaplaması ve bütçesinin şeffaf olmaması çeşitli soru işaretleri doğursa da önemli bir ilk örnek olarak görülmeli ve alternatif enerji kaynaklarının kullanımı açısından da desteklenmeli.

    SOSYALLİK, POPÜLİZM, KLİENTALİZM
    Kentsel politikalar açısından sosyallik, popülizm ve klientalizm arasında ince çizgiler bulunmaktadır. Türkçeye, patronaj, müştericilik, himayecilik olarak çevrilebilen klientalizmi destek alacağı toplum kesimlerine ayrıcalıklı hizmet sunumu olarak yorumlamak olasıdır. Bu anlamda, Sosyal Devletin ve Sosyal Politikanın yetersiz ve kapsayıcı olmadığı bir ülkede yerel yönetimlerin olanaklarını pozitif ayrımcı şekilde halktan yana, dar gelirliden yana kullanması övgüyle karşılanabileceği gibi popülizm, oy avcılığı ve ucuz kahramanlık olarak da görülebilmektedir.
    Türkiye için son derece ilginç sayılabilecek Dikili’deki uygulamaları tüm eksikliklere ve eleştirilere rağmen farklı bir belediyecilik anlayışı olarak düşünmek zorundayız. Ancak sosyal belediyeciliği düşünürken belediye olanakları ile yapılabilecek daha birçok demokratik ve halkçı uygulama olduğunu da hatırlamalıyız. Dikili, içinde bulunduğumuz koşullar çerçevesinde, merkezi yönetimden hemen hiç destek almadan hatta sürekli engellenerek bu kadarını başarabilmiştir ve deneyimlerinden dersler çıkararak denemeye devam etmelidir.
    Belediyeyi devletin yereldeki yansıması olarak değerlendireceksek, barınmadan altyapıya, istihdama kadar birçok konuda sosyal politikalar üretmek gerektiği söylenebilir. Ancak bugünkü politik atmosferde Dikili gibi Sosyal Belediyeciliği bayrak yapmış bir kentte bile, yerel yönetimin konut politikasına, kira politikasına, istihdam politikasına müdahale etmesini düşünmek kimilerimize lüks geliyor! Sosyal belediyecilik adına gerçekleştirilen iyi uygulamaların büyüsüne kapılıp, demokratik kent yönetimi uygulamalarının, katılım pratiklerinin, şeffaf bütçe ve yatırım programlarının olmamasını neredeyse doğal karşılar haldeyiz.

    KENTLİLİK HAKLARI VE AHLAKI
    Elinden geldiğince sosyal belediyecilik uygulamaya çalışmış ve yaptıklarıyla Türkiye’nin belediyelerinin birkaçı dışında tamamından ayrılmış bir Osman Özgüven’in şahsında, hain mi kahraman mı tartışmasının kısırlığında yerel yönetimlere yönelik tahayyülümüz fukaralaşıyor. Kralın çıplak olduğunu, yani neredeyse kimsenin daha iyi bir kentsel yaşamı arzulamadığını, büyük çoğunluğun kişisel çıkarlarını düşünerek var olduğunu, konuştuğunu ve oy verdiğini unutuveriyoruz. Hükümetin yeni bir imar affını, 2B’yi seçim öncesi gündem haline getirmesini tesadüf olarak mı değerlendirmeli?
    Dikili’deki izlenimlerimizden en önemlisi, yerel halkın büyük çoğunluğunun sosyal belediyecilik ve hatta yerel yönetim uygulamalarıyla ilgilenmediği. Neredeyse bütün Türkiye’de “çalsın ama hizmet de etsin” anlayışının yaygınlık kazanması da kentli haklarının farkında olmamak ve kentli ahlakına sahip olmamakla ilişkili. Bugün toplumumuzda birçok kişi hak etmediği kent rantlarına ya da ayrıcalıklı kentsel hizmetlere erişmeyi, kendi vicdanında aklayabilme yeteneği geliştirmişse, dayanışmayı, bir arada barış içinde yaşamayı önemsemiyorsa, herkes için daha iyi bir hayatın hayalini kurmuyor, mücadelesini vermiyorsa, daha iyi kentlerde daha mutlu bir hayat sürmeyi hak ettiğimiz söylenebilir mi?
    http://www.birgun.net/city_index.php?news_code=1235734237&year=2009&month=02&day=27

  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın

Adelina Sfishta

Okuyanlar Özgür Olmalı

Evrim Teorisi Online

Evrim hakkında herşey...

Virginia Woolf

Herkes kendi geçmişini, kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları sadece onun başlığını okuyabilir.

ODILA BLOGGER by OAS

Turkish Geeks on Life & Politics...

YAŞAMAK ŞAKAYA GELMEZ

Facebook adreslerimiz: http://www.facebook.com/ata.fecob - http://www.facebook.com/pages/fvco/107464239362228

Komeleya Çand û Integrasyon a Kurd Luzern

Kürdischer Kultur und Integrationsverein Luzern/Mythenstrasse7,6003 Luzern

eren@home ~ $

Açık Kaynak, Linux, Programlama Dilleri, Amatör Telsizcilik gibi konular üzerine düşünceler

Ata FE COB

"En büyük yenilgimiz, bir alternatif fikrini kaybetmiş olmamızdır." ___Michael Lebowitz

WordPress.com

WordPress.com is the best place for your personal blog or business site.

CHP SULTANGAZİ

"Direnme gücü, dünya “evet” sözcüğünü duymak istediğinde 'HAYIR' diyebilme yetisidi" E. Fromm. ________“12 Eylül’de ‘HAYIR’ oyu vererek tokat atın, okyanus ötesinden de duyulsun” KILIÇDAROĞLU