Nazım Hikmet…
Ben, bir insan,
ben, Türk şairi komünist Nazım Hikmet ben, tepeden tırnağa iman, tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret ben… |
Askerlikten ayrıldıktan sonra, İstanbul’un işgaline çok üzülen Nazım Hikmet Milli Mücadele’ye katılmak üzere Anadolu’ya geçmiş, Bolu Lisesi’nde kısa bir süre öğretmenlik yapmıştır (1921). Rus devrimiyle ilgilenen şair, bir süre sonra Batum’dan Moskova’ya gitmiş ve Doğu Üniversitesi’nde ekonomi ve toplumbilim okumuştur (1922-1924). Yurda dönüşünden sonra Aydınlık dergisine katılmış, burada çıkan şiirlerinden ötürü hakkında “gıyaben” mahkumiyet kararı verildiğini öğrenince yeniden Rusya’ya geçmiş, af çıkması üzerine Türkiye’ye dönmüş ve bir süre Hopa cezaevinde tutuklu kalmıştır (1928).
Nazım Hikmet daha sonra İstanbul’a yerleşmiş, çeşitli gazete ve dergilerle film stüdyolarında çalışmış, ilk şiir kitaplarını çıkarmış ve oyunlarını yazmıştır (1928-1932). Bir ara yine tutuklanmış, Cumhuriyet’in 10. yılı dolayısıyla çıkarılan af yasası ile özgürlüğüne kavuşmuştur. Akşam Son Posta, Tan gazetelerinde Orhan Selim takma adıyla fıkra yazarlığı ve başyazarlık yapmıştır (1933).
Kara Harp Okulu öğrencileri arasında propaganda yaptığı iddiasıyla yargılanmış, Harp Okulu Askeri Mahkemesi’nce 15 yıl, ardından Donanma içinde faaliyette bulunduğu iddiasıyla da Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce 20 yıl olmak üzere toplam 35 yıl hapis cezasına çarptırılmış, cezası Türk Ceza Kanunu’nun 68 ve 77 maddeleri uyarınca 28 yıl dört aya indirilmiştir (1938). Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra çıkarılan af yasası (1950) kapsamına alınması için aydınlar tarafından açılan büyük bir kampanyanın ardından, hukukçular yasal yollara başvurmuş, bu arada Nazım Hikmet de hapishanede açlık grevine başlamıştır. Sonunda Nazım Hikmet’in geri kalan cezası affedilmiş ve şair 13 yıl hapislikten sonra özgürlüğüne kavuşmuştur.
Serbest bırakıldıktan sonra iş bulamayan, kitap çıkaramayan şair için bu kez askerlik kararı alınmış, 50 yaşında ve hasta olan Nazım Hikmet çok zor durumda kalmıştır. Öldürülmekten korkan şair, kendisine hayran olan Refik Erduran (sonranın ünlü oyun yazarı ve gazetecisi)’ın önerisini kabul etmiş, onun yardımıyla |
Nazım Hikmet, Moskova’da ölmüştür. (3 Haziran 1963).
Nazım Hikmet, hece vezniyle yazdığı ilk şiirlerini Yeni Mecmua, İnci, Ümit ve Celal Sahir (Erozan)’ın çıkardığı Birinci Kitap, İkinci Kitap vb. dergilerinde yayımlamıştır. “Bir Dakika” adlı şiiriyle Alemdar gazetesinin açtığı yarışmada birincilik kazanmıştır (1920). Daha sonra Aydınlık, Resimli Ay, Hareket, Resimli Herşey, Her Ay gibi dergilerde yazan Nazım Hikmet cezaevine girdikten sonra yıllarca yayın yapamamıştır. Ancak, 1940’lı yıllarda, Yeni Edebiyat, Ses, Gün, Yürüyüş, Yığın, Baştan, Barış gibi toplumcu dergilerde İbrahim Sabri, Mazhar Lütfi takma adlarıyla ya da imzasız olarak bazı şiirleri çıkmıştır. Kuvâyı Milliye Destanı İzmir’de Havadis gazetesinde tefrika edilmiştir (1949). Destanı Yön dergisi yayınlayarak (1965) Nazım Hikmet’i yeniden okurlara ulaştırmış, şairin yapıtına konan çemberi kırmıştır.
“Gülmek, ağlamak bitti çocuğum”
“Ve tekrar uçsuz bucaksız başlayacak:”
“Görmeyen, konuşmayan, düşünmeyen hayat…”
Recep damdan düşer gibi karıştı söze :
"Harbe girdiğin zaman, bir gavur öldürüp
bir yudum içersen kanını
korku kalmazmış."
Ne yaparız şimdi biz şarkılarından yoksun?
Nerde buluruz başka bir pınar ki onda bizi karşıladığın gülümseme olsun?
Seninki gibi ateşle su karışık acıyla sevinç dolu,
gerçeğe çağıran bakışı nerde bulalım?
Kardeşim,
öyle derin duygular, düşünceler yarattın ki bende,
denizden esen acı rüzgâr kapacak olsa bunları
bulut gibi, yaprak gibi sürüklenir,
yaşarken seçtiğin
ve ölümden sonra sana barınak olan
oraya, uzak toprağa düşerler.
Al sana bir demet Şili kasımpatlarından,
al güney denizleri üstündeki ayın soğuk parlaklığını,
halkların savaşını, kendi dövüşümü
ve yurdumun kederli davullarının boğuk gürültüsünü
kardeşim benim, dünyada nasıl yalnızım sensiz,
çiçek açmış kiraz ağacının altınına benzeyen yüzüne hasret,
benim için ekmek olan, susuzluğumu gideren, kanıma güç
veren dostluğundan yoksun.
Hapisten çıktığında karşılaşmıştık seninle,
zorbalık ve acı kuyusu gibi loş hapisten,
zulmün izlerini görmüştüm ellerinde,
kinin oklarını aramıştım gözlerinde,
ama parlak bir yüreğin vardı,
yara ve ışık dolu bir yürek.
Ne yapayım ben şimdi?
Tasarlanabilir mi dünya
her yana ektiğin çiçekler olmadan?
Nasıl yaşamalı seni örnek almadan,
senin halk zekânı, ozanlık gücünü duymadan?
Böyle olduğun için teşekkürler,
teşekkürler türkülerinle yaktığın ateş için.
————– Çeviren: Ataol Behramoğlu
Jean-Paul Sartre (1905-1980)
“Ben her şeyden önce onun insan olarak büyüklüğünü ve kabına sığmaz enerjisini hatırlatmak istiyorum. Onu ağır hastalığı sırasında tanımış, yaşamak ve savaşmak iradesi karşısında şaşıp kalmıştım. Ama beni asıl etkileyen onun hüzünlü ve alaycı uyanıklığı oldu. Eziyetlerden, ölümlerden kaçıp kurtulan bu adam – başkalarının yaptığı gibi – dinlenmiyordu. Biten hiçbir şey yoktu onun için. Dıştaki düşmanla savaşırken içteki dostların hatalarına karşı da kardeşçe bir savaşı sürdürüyordu. Herkesle birlikte barış uğruna, emperyalizme ve faşizme karşı savaştığı sırada bile, Moskova’da oynanan bir piyesinde, bürokrasinin tehlikelerine karşı arkadaşlarını uyarıyordu. Ne militan disiplininden geçti, ne de yazar eleştiriciliğinden. Bu çelişmeyi sonuna kadar yaşadı. Bu sürekli gerginlik, son yıllarda, mahpusluktan artakalan güçlerini de yedi bitirdi. Ama asıl bu yönüyle bugün bir örnek insan olarak kalıyor aramızda.
“Vefalı dost, yiğit militan, insan düşmanlarının amansız düşmanı, her yerde hizmet etmek ama hiçbir şeyi görmezden gelmek istemiyordu. (…)”
“Durup dinlenmeden nöbet tutan bir insanın eserleri, ölümünden sonra da, sizin için aynı işi yapıyor.” (“Nazım Hikmet’e Saygı” başlıklı yazısından.)
Yakup Kadri (1889-1974)
“835 Satır Türk şiirindeki, hatta Türk dilindeki inkılabın ilk satırıdır. (…) O, yalnız Türk şiirinde çığır açmış bir edebiyat inkılapçısı değil, hiç görmeğe alışık olmadığımız yepyeni bir şair tipidir.”
Ben hem kendimden bahseden şiirler yazmak istiyorum,
hem bir tek insana, hem milyonlara seslenen şiirler. Hem bir tek elmadan, hem süpürülen topraktan, hem zindandan dönen insan ruhundan, hem kitlelerin daha güzel günler için savaşından, hem bir tek insanın sevda kederlerinden bahseden şiirler yazmak istiyorum, hem ölüm korkusundan, hem ölümden korkmamaktan bahseden şiirler yazmak istiyorum. |
Şiire çok küçükken başlayan Nazım Hikmet, ilk şiirini 3 Temmuz 1913 tarihinde, henüz 11 yaşında iken yazmıştır: “Feryâd-ı Vatan”. Bu şiir, Balkan Savaşı yengisini ve düşmanın Çatalca’ya kadar ilerlemesini konu edinen bir şiirdir. Nazım Hikmet’in 1913-1920 yılları arasında yazdığı şiirlerde çoğunlukla bireysel konuların işlendiğini belirten Asım Bezirci, özellikle aşk teminin ağır bastığını ve “melankolik hava” taşıdıklarını yazmaktadır.
Şairin ilk gençlik şiirlerinden bazılarını Bahriye Mektebi’nde öğretmeni olan ve annesi Celile Hanım’a yakınlık duyan Yahya Kemal’in düzelttiğini Vâ-Nû belirtmektedir. Şairin yayımlanan ilk şiiri 3 Teşrinievvel 1918 tarihli Yeni Mecmua’da Mehmet Nazım imzasıyla çıkan “Hâlâ Servilerde Ağlıyorlar mı?”dır. Bu şiir, aynı ad ve imza ile sonradan Ümid dergisinde de yayımlanmıştır. Yahya Kemal tarafından düzeltilen bu şiir şöyledir: “Bir inilti duydum serviliklerde/Dedim ki: Burada da ağlayan var mı?/Yoksa tek başına bu kuytu yerde/Eski bir sevgiyi anan rüzgâr mı?”/ “Hayat inerken siyah örtüler/Umardım ki artık ölenler güler/Yoksa hayatında sevmiş ölüler/Hâlâ servilerde ağlıyorlar mı?”
Bir nokta belirtilmelidir: Nazım Hikmet’in ilk şiirlerinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemesinden, uğradığı savaş yenilgilerinden kaynaklandığı açık olan ulusal duygular da önemli yer tutmaktadır. “Kırk Haramilerin Esiri” ile “Yaralı Hayalet” bunların en güçlü örnekleridir. Teşrinievvel 1336 (1920) tarihli Yedinci Kitap’ta yayımlanan “Yaralı Hayalet” şu dizelerle başlamaktadır: “Bir gece bir odada dört arkadaş toplandık/bir uzak rüya olan geçmiş günleri andık/Gözlerimiz yaşlıydı, gönüllerimiz mahzun/Hepimiz memleketten konuştuk uzun uzun”. Daha aşağıda şu iki dize gelmektedir: “Çaldı, tanburasından tarihin sesi geldi/Dağlara yaslanarak sanki Zeybek yükseldi”.
Yurt sevgisinin, tarihsel geçmişe bağlılığın yanısıra bu şiirlerde şairin ustalaşmaya başladığı, vezni kullanmada zorlanmadığı ve daha arı bir Türkçe’ye yöneldiği de görülmektedir.
Yazının devamı için
Jokond ile Si-Ya-U (1929)
Varan 3 (1930)
1+1=1 (1930)
Sesini Kaybeden Şehir (1931)
Benerci Kendini Niçin Öldürdü (1932)
Gece Gelen Telgraf (1932)
Portreler (1935)
Taranta Babu’ya Mektuplar (1935)
Kurtuluş Savaşı Destanı (1965)
Saat 21-22 Şiirleri (1965)
Şu 1941 Yılında
Memleketimden İnsan Manzaraları (5 cilt, 1966-1967)
Rubailer (1966)
Dört Hapishaneden (1966)
Yeni Şiirler
İlk Şiirleri
Son Şiirleri
Yatar Bursa Kalesinde
Çeviri Hikayeler
Yeşil Elmalar
Yaşamak Güzel Şey be Kardeşim
Alman Faşizmi ve Irkçılığı
Millî Gurur
Sovyet Demokrasisi
Bir Ölü Evi Yahut Merhumun Hanesi (1932)
Unutulan Adam (1935)
İnek
Ferhat ile Şirin (1965)
Enayi
Sabahat (1965)
Yusuf ile Menofis
İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu
Kemal Tahir’e Hapishaneden Mektuplar
Cezaevinden Memet Fuat’a Mektuplar
Bursa Cezaevinden Vâ-Nû’lara Mektuplar
Nazım’ın Bilinmeyen Mektupları
Pirâye’ye Mektuplar
Sevdalı Bulut
Güneşi İçenlerin Türküsü (1928)
(Bu kitaptaki şiirler daha sonra Türkiye’de basılan kitaplarında şairin yasaları gözeterek yaptığı bir iki değişiklikle yer aldı.)
1949’da, Nazım Hikmet cezaevindeyken, Ahmet Halit Kitabevi, Ahmet Oğuz Saruhan takma adıyla La Fontaine’den Masallar‘ı yayımladı.
Bu çeviri yapıt dışında, tam 29 yıl Nazım Hikmet’in kitapları Türkiye’de basılmadı.
Saat 21-22 şiirleri (1965)
Dört Hapisaneden (1966)
Rubailer (1966)
Ferhad ile şirin (1965)
Sabahat (1965)
Memleketimden İnsan Manzaraları (5 cilt, 1966-1967)
Bütün bu kitapları basıma Memet Fuat hazırlamıştı. Saat 21-22 şiirleri ile Dört Hapisaneden için iki kez mahkemeye verildiyse de sonuçta beraat etti.
Ferhad ile Şirin‘in daha önce dışarda yapılmış olan, yarıdan sonrası kaybolduğu için yeniden yazılmış bir basımı vardı. De Yayınevi’nin bastığı şairin Bursa Cezaevi’nde yazdığı asıl metindi.
Bulgaristan’da yayımlanan Memleketimden İnsan Manzaraları ise De Yayınevi basımının tekrarıydı.
Bilgi Yayınevi, 1968’de, Cevdet Kudret’in basıma hazırladığı Kuvâyi Milliye‘yi yayımladı. Bu Nazım Hikmet’in cezaevinden çıktıktan sonra İnkılap Kitabevi için hazırladığı Kurtuluş Savaşı Destanı‘nın yeni bir düzenlemesiydi. Şair gerçi bu destanı Memleketimden İnsan Manzaraları‘nın içine yerleştirmişti, oradan çıkarılıp ayrı olarak yayımlanmasını istemiyordu. Ama cezaevinden çıktıktan sonra gerçek bir özgürlük ortamında olmadığını gördü. Kimse onun yapıtlarını yayımlamayı göze alamıyordu. İnkılap Yayınevi’nin yaptığı öneriyi çok parasız kaldığı bir dönemde kabul ederek Kuvâyi Milliye‘yi düzenledi. Ama İnkılap Yayınevi parasını peşin ödediği bu kitabı bile yayımlamaktan çekindi, on yedi yıl sonra, Cevdet Kudret aracılığıyla Bilgi Yayınevi’ne devretti.
Gene 1968’de Bilgi Yayınevi Kemal Tahir’e Mapusaneden Mektuplar‘ı; De Yayınevi Cezaevi’nden Memet Fuat’a Mektuplar‘ı yayımladılar. İki yıl sonra da Cem Yayınevi Bursa Cezaevi’nden Vâ-Nû’lara Mektuplar‘ı yayımladı.
(Yirmi üç yıl sonra, 1998’de, Adam Yayınevi Piraye’ye Mektuplar adıyla Nazım Hikmet’in cezaevi yılları boyunca Piraye’ye yazdığı mektupların tümünü iki cilt olarak yayımladı.)
1980’de Kemal Sülker Yazko Yayınları’nda Nazım Hikmet’in Bilinmeyen İki şiir Defteri‘ni yayımladı.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benzeyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu,
bu davet bizim.
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine bu hasret bizim..
Sizlerden Gelen Yorumlar…