Suyun Geleceği…


Suyun Geleceği – Akın Öngör
Su sorunu yaşayan ülkelerde kullanılan gelişmiş su arıtma, sulama ve deniz suyu arıtma teknolojileri, toplumların artan arz-talep dengesizliğini daha iyi yönetmesine olanak tanıyor.
NURİ ÇOLAKOĞLU: Sayın Akın Öngör, Türkiye üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke. Zengin nehirleri var; Yeşilırmak, Kızılırmak, Fırat, Dicle burdan geçiyor. Buna rağmen Türkiye’de ciddi bir su sıkıntısı yaşıyoruz zaman zaman. Suya yaklaşımımız “Bu zaten her zaman var ve her zaman var olacak bir şey” gibi. Sizce Türkiye’nin giderek azalan su kaynaklarını tehdit eden en büyük tehlikeler ne?
AKIN ÖNGÖR: Tabii, Türkiye’deki genel anlayış bu. Hatta “sebil” denir, hiç bedelsiz bir kaynağı anlatmak için. Türkiye su kaynakları açısından zengin sayılabilecek bir ülke, fakat gerçekten zengin bir ülke dememiz için, kişi başına senede 6.000, 7.000 ton su olması lazım, ki bu değer Türkiye’de yaklaşık 1.500 m³ düzeyinde.
NURİ ÇOLAKOĞLU: Kişi başına…
AKIN ÖNGÖR:  Evet, kişi başına. Buraya kadar düştü. Biz çocukken, gençken biz kendimizi su zengini bir ülke zannederdik, ama artık su zengini değil Türkiye. Türkiye bu kaynaklarının imkanlarını çok kötü bir şekilde kullandı. 1953’te, devletin suyu idare etmesi için Devlet Su İşleri kuruldu. Devlet Su İşleri ülkenin enerjide kendine yeterli olması, tarıma ihtiyacı olan suyun verilebilmesi, endüstri ve evsel kullanımlarda su temini ve ekonomik ve sosyal kalkınma için gerekli olan suyun yönetimi için oluşturuldu. 40 yıl boyunca Devlet Su İşleri bir takım çalışmalar yürüttü ve devlet Türkiye’yi ve suyu idare etti, kendi konsept ve anlayışları doğrultusunda. Şimdi 40 yıl sonra dönüp baktığımızda şunu görüyoruz ki, su iyi idare edilmedi. Türkiye çok büyük hatalar yaptı ve büyük su kaynaklarını kaybetti, sulak alanlarını yitirdi. “Bunlar hastalık merkezidir” denilerek sulak alanlar kurutuldu, sazlıklar bataklık diye kurutuldu. Bunlar kurutulunca, gölleri ve akarsuları besleyen sulak alanları kesmiş olduk. Yönlerini çevirmiş olduk ve bunların merkezlerini kaybettik. Üç tane Van gölü büyüklüğünde su kapasitesi kaybetti Türkiye son 40 yılda. Bu çok büyük bir sayı. 1 milyon 500 bin hektar büyüklüğünde bir bölgeyi kaybetmiş vaziyette.Öte yandan, biz suyu nerde kullanıyoruz diye baktığımız zaman şunu görüyoruz: Suyun %72’sini tarımda kullanıyoruz, %18 kadarı kentlerde kullanılıyor, %10 küsurunu da sanayide kullanıyoruz. Tarıma ayırdığımız bu %72’lik bölümü yanlış kullanıyoruz. Suyun idaresini üstlenmiş kurumlarca sulama kanalları yapıldı, ancak bunlar üstü açık kanallardı. Buna biz “vahşi sulama” diyoruz. Çok sayıda baraj yapıldı. Diyelim GAP veya Atatürk Barajı örneklerindeki gibi. O sular kanallar üzerinden tarım alanlarına bol miktarlarda verildi. Birincisi, zannedildi ki, ne kadar çok su verirsen, verim o kadar artar. Ancak açık kanallarda ciddi miktarda buharlaşma oldu. İkincisi, gereğinden fazla su verildiği için araziler tuzlandı. Çok fazla sularsanız toprak tuzlanır, çünkü suda belirli bir oranda tuz var. Üçüncüsü, yanlış bir sulama uygulamaları yapıldı. Bugün Türkiye’nin suyunun %72’sini tarımda kullanılıyor ve bunun %90’ı yanlış kullanılıyor. Hükümetin aldığı son önlemler ve teşviklerle uygulanan damlama sulama veya benzer çabalar sayesinde %8, %10’luk bir kısım doğru biçimde kullanılıyor. Biz suyu tarımda doğru kullanarak %70’ini tasarruf edebiliriz. %70’in %70’i de %49 eder; yani toplam suyumuzun yarısını tasarruf edebiliriz. Hem de tarım alanlarımızı daha verimli, daha etkin bir biçimde kullanarak.

Öte yandan işin kentsel boyutuna baktığımızda, 40 yıl içerisinde yapılan barajlarla şehirlere su verildiğini görüyoruz. İstanbul’un nüfusu 13-15 milyon kişi oldu ve bu insanlara su sağlandı. Biz, Diyarbakır’dan tutun İstanbul’a kadar bütün büyükşehir belediyelerinin su kayıplarına baktık, yani arıtılmış su şehre dağıtılırken ne kadarının yolda kaybolduğunu inceledik. Batı dünyasında bu kayıp %8, %10 düzeyinde, Türkiye’de ise %50, hatta bazı şehirlerde %60. İstanbul’da %40’larda, Diyarbakır taraflarında %60. Çok kıymetli bir kaynak olan suyu arıtıp, temizleyip, dağıtım esnasında bunun yarısını kaybediyoruz. Bu meselenin iyi yönetilmesi gerekiyor.

NURİ ÇOLAKOĞLU: Bu kayıplar nerden kaynaklanıyor?

AKIN ÖNGÖR: Dağıtımdaki firelerden… Toprağın altına koymuşuz boruları, ordan su kaçağı olduğunda ancak su yolun üstüne çıktığı zaman görüyoruz. Su aşağıya giderse görmüyoruz. Halbuki tünel sistemleri kurulması ve boruların onların içerisinden geçmesi lazım; dağıtımı yapılabilsin, onarımı yapılabilsin, periyodik bakımı yapılabilsin diye. Bizde öyle değil. Filanca caddenin üstüne birden su çıkıyor, haber veriyoruz, aşağıdaki boru patlamış diye. Şimdi fire çok büyük.Sanayiye geleceğim… Türkiye’nin toplam suyunun %10 küsuru sanayide kullanılıyor. Sanayinin kullandığı suyu arıtması gerekiyor ki, arıttıktan sonra o su tekrar kullanılsın. Oysa %80, %90’ını arıtmıyor. Arıtmayınca ne oluyor? 1 litre atık su, pis su, doğada 8 litre temiz suyu bozuyor. Biz atık suyu vererek doğayı bozduğumuz gibi, suyu bozuyoruz. Bunların hepsinin yönetimi Türkiye’de etkin biçimde yapılamıyor hâlâ.Türkiye bu konuda bir su yasası geçirebilmiş değil. Komşularımız ne yaptı diye baktığımız zaman, Avrupa Birliği’ne giren Bulgaristan, Yunanistan, Avrupa Birliği Su Direktifi konusunda kendi uygulamalarını ciddi bir şekilde yapıyorlar. Bizim de bunu yapmamız lazım, havza yönetimi yapmamız lazım. Avrupa Birliği gibi bir enstrüman var önümüzde. Onun uygulamalarını benimsememiz lazım. Su işini gelecek kuşaklara bırakmamamız lazım. Eğer biz bir şey yapmazsak ne olur? Kişi başına düşen su 1500 m³’ten 1000 m³’e düşer ve 1000 m³’e düşünce de, su fakiri ülkeler sınıfına doğru gideriz.

Niye 1000 m³’e düşüyor? Nüfusumuz büyüyor, sanayi gelişiyor, tarımda aynı uygulama devam ediyor. Türkiye’de mesela Konya kapalı bir havzadır. Konya’da en çok su isteyen ürünlerden şeker pancarı üretiliyor, ki şeker pancarının Türk ekonomisine katkısı minimal düzeyde. Şekerin Türkiye’de ne kadar pahalıya üretildiğini hepimiz biliyoruz. Şeker pancarı çok fazla su çeker. Sadece Konya ovasında 100 bin tane derin su kuyusu var sulamak için. Bunun 70 bini kaçak. Şimdi bunların yönetilmesi lazım. Biz çeşitli çalışmalar yapıyoruz vakıf olarak. Konya’da hangi ürün çeşidinin üretilmesi gerektiğini tartışıyoruz. Belki şeker pancarı yerine başka bir ürün üretilmesi lazım ki oradaki tarım devam etsin, ama daha az suya ihtiyaç olsun. Suyu aktif yönetebilmek şart.

NURİ ÇOLAKOĞLU: Konya’da bunu net biçimde görüyoruz; ovanın ortasındaki Tuz Gölü her gün küçülüyor.
AKIN ÖNGÖR: Küçülüyor ve kirleniyor.
NURİ ÇOLAKOĞLU: Konya’da ani obruklar, ani toprak çökmeleri meydana geliyor büyük çaplarda. Bu da, artezyenler, derin su kuyuları nedeniyle yeraltı sularının tükendiğine dair açık bir işaret. Peki buna karşı bir çalışma var mı Türkiye’de?
AKIN ÖNGÖR: Var. Biz WWF-Türkiye olarak ve diğer sivil toplum örgütleri ile beraber bu konudaki farkındalığı arttırmaya çalışıyoruz. Türkiye’de kültürel olarak, çocuklardan büyüklere, babalardan dedelere kadar su konusunda pek bir bilinç yok. Ancak kuraklık olduğu zaman, su kıt olduğu zaman, ne oluyoruz, diyor herkes. 2 sene önce büyük bir kuraklık yaşandı. Orada bir uyanma oldu. Herkeste, su çok kıymetlidir, hayat demektir, şeklinde bir farkındalık oluştu.  Dolayısıyla bizim Türkiye’de en büyük eksikliğimiz Batı kültürüne kıyasla, hatta Japonya’ya kıyasla suyun kıymetli olduğunu ve suyun yönetilmesi gerektiğini ve suyun hayat olduğunu anlamamamız, bunu çocuklarımıza aktarmamamız, büyüklere aktarmamamız, sanayicileri denetlemememiz, yönlendirmememiz, tarımı uyarmamamız, tarımda sulama sistemlerini değiştirmememiz. Devlet Su İşleri’ndeki konseptleri, kavramları değiştirmek için sivil toplum örgütleri olarak çalışıyoruz. Başarılı olur muyuz? Biz elimizden geleni yapıyoruz, ama başarı bazen uyarı ile olmuyorsa tokatla oluyor: Doğa tokadını vuruyor. O zaman herkes buna reaksiyon gösteriyor. Maalesef Türkiye’de genellikle böyle yürüyor işler.
NURİ ÇOLAKOĞLU: Zaten bizim hayat felsefemizde su en değersiz şey olarak görülür. “Su akar deli bakar” lafından tutun “sudan ucuz” lafına kadar… Yani su zaten dünyada bedava olan bir kaynak; bir şey çok ucuzsa, sudan da ucuz diyoruz.
AKIN ÖNGÖR: Tam bununla ilgili bir şey söylemek istiyorum. Suyun bedeli olması lazım. Suyu bozmanın da bedeli olması lazım. Atık suyu arıtmadan doğaya vermenin de bedeli olması lazım. Bunun aktif yönetilmesi lazım ki, suyun kıymetli olduğu anlaşılsın. Su değerli bir şey. Su değerinin altında bir fiyatla piyasada olduğu müddetçe, arıtılıp bozulan suyun hiçbir cezası olmadığı müddetçe, bir önlem alamıyoruz. Dolayısıyla bunun aktif yönetilmesi lazım. Yalnız yönetilmesi derken, bu iş sadece devlete düşmüyor. Bir su yasası çıkartılması şart. Su yasası için de devlet, sivil toplum örgütleri, konuyla ilgili bilim adamları ve üniversitelerin biraraya gelmesi -yani suyu sunanlar ve talep edenlerin yanyana gelmesi- ve akılcı bir şekilde entegre havza yönetimi yapması lazım. Ülkenin değişik bölgelerinde suyu çok akıllı yönetmemiz lazım. Biz bunu yaptıktan sonra, dönüp Manavgat’tan İsrail’e su verme meselesini tartışabiliriz. Vermeliyiz, çünkü İsrail su fakiri bir ülke. Bu çok prestijli ve çok da yardımseverce bir iştir. Biz önce kendi suyumuzu iyi yönetelim, ondan sonra başka ülkelere su temin edelim.
NURİ ÇOLAKOĞLU: Geçen sene İstanbul’da büyük bir Dünya Su Forumu toplandı.  Dünyanın dört bir köşesinden uzmanlar geldi. Toplanıldı, tartışıldı, bağrışıldı, konuşuldu. Ondan beri bir değişiklik var mı, yoksa daha ciddi adımlar mı gerekli?
AKIN ÖNGÖR: Çok daha ciddi adımlar gerekli. Bu tür forumları, konferansları yapalım, etkin bir şekilde yürütelim, bitirelim, tamam. Ama konferans bitince iş bitmiyor, asıl ondan sonra yapılacak çok büyük ödevler var. Türkiye’nin yapması gereken çok önemli şeyler var. Ben size şimdi bir iki fotoğraf gösterirsem, İstanbul’daki Ömerli Barajı’nda pislik ve atıkların yaptığı tahribatı daha iyi kavrarsınız. Biz bunları malesef yönetemiyoruz. Bakın işte, şu fotoğraftaki bizim Ömerli Barajı… Bize içecek ve su verecek bir barajın fotoğrafı bu. Bir baraj böyle yönetilmez, böyle denetlenmez, bu iş böyle olmaz. Dolayısıyla bunun aktif bir biçimde yapılması lazım. Onun ötesinde de, gelecek kuşaklara suyun hayat olduğunun aktarılması lazım.
NURİ ÇOLAKOĞLU: Buradan çıkan ana fikir, oturup çok ciddi bir ulusal su stratejisi hazırlamamız gerektiği…
AKIN ÖNGÖR: Ve bir su yasası çıkarmamız lazım…
NURİ ÇOLAKOĞLU: Bunun için de bütün ilgilileri, bu işte taraf olan paydaşları, taşın altına elini koyması gerekenleri, biraraya toplamak lazım…
AKIN ÖNGÖR: İlgilileri toplamak lazım ve ardından doğru uygulamaları başlatıp yanlış uygulamayı bir an evvel bitirmek lazım. Mesela, sulamadaki sorunları sadece teşvik ve kredi vererek damlama sulamayı artırmakla çözmek mümkün değil. Tamam, tebrik ediyorum, ama öteki sorunları da çözmek lazım.
NURİ ÇOLAKOĞLU: Onun için siz sivil toplum kuruluşları olarak, bilim adamları olarak, bir girişim yapıyor musunuz?
AKIN ÖNGÖR: Yapıyoruz; çeşitli bilim adamları ve İstanbul Teknik Üniversitesi ile işbirliği yapıp raporlar hazırlıyoruz, Konya kapalı havzasından tutun Eğridir’e kadar, ve bunların sonuçlarını yayınlıyoruz. Şu kitap bu yayınların bir tanesi. Fakat sadece kitaplar değil raporlar da hazırlıyoruz, bilgileri Çevre ve Orman Bakanlığı ile paylaşıyoruz. Devlet Su İşleri’nin ilgili bölümlerine bu bilgileri aktarmaya çalışıyoruz. Kamuoyunda farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. Su konusunda “Sudaki Ayak İzlerimiz” diye bir proje yaptık. Büyük bir kuruluş sponsor oldu. Biz mesela şu gömleği giyerek de su üzerinde bir ayak izi bırakıyoruz, çünkü gömlek üretilirken pamuğa giden suyun da bir bedeli var.
NURİ ÇOLAKOĞLU: Sonra boyasının, apresinin…
AKIN ÖNGÖR: Hepsinin bedeli var. Dolayısıyla sadece kullandığımız su, içtiğimiz suyla değil, aynı zamanda giyim kuşamımızla da su üzerinde bir ayak izi bırakıyoruz. Bu konudaki farkındalığı arttırmak için bir kampanya yaptık -televizyonlarda, basında, okullarda. Bu, çok uzun soluklu bir çalışma. Ben Milli Eğitim Bakanımıza gittim, dedim ki “Efendim, ilkokulda birinci sınıflara çevre ve su ile alakalı bir ders koyalım.” O da olumlu karşıladı, umarım önümüzdeki dönemlerde gerçekleşir. Ama asıl şunu söylemeye çalışıyorum: Biz sivil toplum örgütleri olarak çalışmalar yapıyoruz, fakat bu meselenin ağırlık kazanması medya kanalı ile duyurulmasından geçiyor. Sadece televizyon ve gazeteyi kast etmiyorum, bütün kanallar üzerinden yaygınlaşması lazım. Hükümetin ve devletin de bunu kabul eden, işbirliği yapan bir tavırda olması lazım. Suyu ben bilirim, ben idare ederim, sen karışma bu işe, dememesi lazım devletin.  Türkiye’nin çok önemli akarsularının üzerine hidroelektrik santraller yapılıyor. Bunların bir kısmı zorunlu, gerekli. Neden yapılıyor? Çok ciddi bir enerji ihtiyacı var. Enerji ihtiyacının giderilmesi için baraj yapmak yerine enerji verimliliğine yatırım yapabiliriz, enerjimizi tasarruf edebiliriz. Yaptığımız araştırmalara göre sarf ettiğimiz enerjinin yarısını tasarruf etmemiz mümkün. Bunun için zorunlu yalıtım yapılması lazım, ısı yalıtımı başta olmak üzere. Dolayısıyla, enerjinin daha tasarruflu kullanılması lazım. Evlerde enerji tasarrufu yapan beyaz eşyalar, kahverengi eşyalar kullanılmasının zorunlu olması lazım. Karbon emisyonunun da fiyatı olması lazım. Bunlar yapılmadan deniliyor ki, enerji ihtiyacı var. Enerjiyi verimli kullanmazsanız daha çok enerji ihtiyacınız olur. O zaman nükleere de mecbur kalıyorsunuz, hidroelektriğe de mecbur kalıyorsunuz. Örneğin, hidroelektrik santral yapınca ne oluyor? Fırtına Vadisi mucizevi bir yer. Karadeniz’de Fırtına Vadisi veya örneğin Küre Dağları korunan alanlar: Türkiye’nin korunan alanları, dünyaya verdiği birer hediye, birer ödül. Yetkililer bu bölgeleri koruduklarını ve hiçbir inşaat yaptırmadıklarını söylüyorlardı, ama şimdi buralara hidroelektrik santral yapılıyor. Hidroelektrik santralin ömrü 30 yıldır, bilemediniz 50 yıldır. Oysa su üzerinde, su dengeleri üzerinde yüzlerce yıllık tahribat yapıyor. Ve o Küre Dağları’ndaki veya Fırtına Vadisi’ndeki hidroelektrik santrallerin ekonomiye katkısı, toplam enerji ihtiyacının binde üçü veya dördü. Halbuki doğa üzerindeki olumsuz etkisi çok daha büyük. Dolayısıyla yanlış uygulama ve telaşla yapılan kısa vadeli uygulamaların yaratacağı zararlar, bizim bu konuştuğumuz konular, benim senin yaşam dönemimizin sonrasına gidecek konular.
NURİ ÇOLAKOĞLU: Çok önemli bir noktaya işaret ettiniz. Ben de ordan bir başka noktaya gelmek istiyorum. Şimdi az önce işaret ettiğiniz gibi bir yandan mevcut su kaynaklarının kötü kullanımı nedeniyle göllerimizin yüzeyleri değişiyor, göllerimiz kayboluyor, sulak alanlar kayboluyor, öte yandan bizim kurduğumuz hidroelektrik santraller ve bunların arkasında yarattığımız yapay göller Türkiye’nin haritasını değiştiriyor. Bütün bu harita değişikliği doğal hayatı nasıl etkiliyor? Çünkü sırf insan için değil su. Su doğadaki bitkiler, hayvanlar, yani bütün flora ve faunayı da doğrudan etkileyen bir olay değil mi?
AKIN ÖNGÖR: Şöyle bir anlayış var: Her şey insanlar içindir. Değil, her şey bütün canlılar için, bütün yaşayan varlıklar için. Bitkiler, diğer hayvanlar, biyolojik çeşitlilik üzerinde büyük bir tahribat var. Bir de tabii bir başka unsur daha söz konusu; o da iklim değişikliği, yani elimizde olayan, kontrol edemediğimiz çok büyük bir değişim. Küresel ısınma bazı yerlerde ısınma, bazı yerlerde soğumaya yol açıyor….
Ama küresel iklim değişikliğine dair projeksiyonlara baktığınız zaman ileriye dönük olarak şunu görüyoruz: Küresel iklim değişikliğini durdurmak amacıyla karbon salınımlarını veya sera gazlarını azaltmaya dönük hiçbir etkin önlem alınamıyor – ne küresel olarak ne ülke olarak. Böyle olunca, 2030’a kadar ortalama 2-3 derecelik bir ısı artışı kaçınılmaz gözüküyor. Bu durumda Anadolu’nun Ege, Akdeniz ve İç Anadolu bölgelerindeki suyun %25 kadar daha azalması öngörülüyor. Karadeniz’de de ani afet halinde şiddetli yağışların gerçekleşeceği tahmin ediliyor.
NURİ ÇOLAKOĞLU: Zaten bunları yaşamaya başladık…
AKIN ÖNGÖR: Evet. Şimdi bu denge böyle bozulmaya başladıkça, yanlış idare edildiğini söylediğimiz suyun üstüne bir baskı daha geliyor. Dolayısıyla bizim çok akıllı davranmamız lazım. Bunları yönetmemiz lazım. Eğer önlemler alınmadığı takdirde 2050’de ülkemizin bazı bölümlerinin çölleşmeye yüz tutması tehlikesi var. Bir toplantıda Financial Times Yönetim Kurulu Başkanı ile yan yanaydık. Konuşma yapıyordum; konuşmamın sonunda dedi ki, “Şu masanın etrafındakilere baktım, bunların hepsi bizden çok genç. Seninle ben aynı yaştayız. Biz yaşar gideriz, ama sıkıntıyı bunlar çeker.” Yani bu sorun, bizden sonraki kuşakların sorunu. Peki biz niye bugünden bunu bu denli benimsiyoruz? Bu önlemleri almadığımız taktirde önümüzdeki sorunlar çok büyüyecek. Hayatın en temel unsuru su; yani oksijen değil, hava değil, su.
NURİ ÇOLAKOĞLU: Çünkü oksijenin kaynağında da su var. Su olmadan oksijenin oluşması da çok zor tabii…
AKIN ÖNGÖR: Bu sorun sadece Türkiye’de değil. Uluslararası nehirler de kirletiliyor, okyanuslara da pislikler atılıyor, denizler kirletiliyor. Küresel bir sorun. Ben sadece Türkiye boyutunu anlatmaya çalışıyorum, ama sorun aslında küresel ve küresel önlemler alınması önemli. Hangi ülkeler bunlara dahil değil ki. Danimarka ne yapıyor? Sanayide atık suyunu tekrar kullanıyor, evlere hizmet veren şebekelerde su dağıtımındaki kayıpları sadece %8-10’a indiriyor ve enerjisini hidroelektrik santrallerden ziyade rüzgardan,  güneşten, yenilenebilir enerjilerden almaya çalışıyor. Yani akıllı uygulamalar var gözümüzün önünde duran. Ders alacağımız yerler var.
NURİ ÇOLAKOĞLU: Ve bunların hepsi aslında büyük bir paket. Enerji suya, su doğal hayata, doğal hayat kaynakların zenginliğine, onların zenginliği de bizim hayat kalitemize yansıyor.
AKIN ÖNGÖR: Ve yaşamımıza zorunlu yansıyor…
NURİ ÇOLAKOĞLU: Bu böyle bir zincir. Bu zinciri bir yerden koparttığımız zaman iskambilden kule gibi hepsi teker teker çökmeye başlıyor.
AKIN ÖNGÖR: İşte bu bilinci yerleştirmek çok zor. Herkes konuyu sadece bir noktadan görüyor, halbuki. Denizde şu balıklar ölürse, bana ne diyor. Hayır, o balıkları yiyen ötekiler var, o da ondan besleniyor, büyük bir ekonomi buradan besleniyor. Bu yaşam zinciri içersinde eninde sonunda hepimiz tehlikeye giriyoruz. Biyolojik çeşitlilik söz konusu edildiğinde, “kuştan, kelebekten bize ne” gibi bir anlayış görebiliyoruz. Arılardan bize ne, diyemeyiz. Arının o polenleri taşıyıp da bitkileri döllemesi sonunda meyveler yetişiyor. Bunlar birbirini zincirleyen konular. Dolayısıyla anlattığınız çok önemli. Bu zincirin farkında olmak gerekiyor. Bu farkında olmayı yaygınlaştırma görevi de, geniş kitleleri kazanmak da, hükümetlerin görevi. Liderlerin görevi, işbaşında olduğu dönem içinde maksimum sonucu almaya çalışmak. Bütün dünyada, Reagan da onu yaptı, Bush da onu yaptı,  Thatcher da onu yaptı, Türkiye’dekiler de onu yaptı. Büyük liderler uzun soluklu bakıp kendilerinden sonraki dönemlerle ilgili kararlar alabilen liderlerdir. Bunlar gerekli dünyaya, ancak bulunmaları çok zor. Dolayısıyla bu liderleri,  bu hükümetleri, bu partileri seçen seçmeni kazanmak lazım; halkı kazanmak lazım. Kazanmanın yolu da onlarda farkındalık yaratıp suyun önemini ve bu anlattığımız konuları aktarmaktan geçiyor.
NURİ ÇOLAKOĞLU: Peki, geçmiş 20 yıla şöyle bir bakıp, oradan çıkan derslerle önümüzdeki 20 yıl ile ilgili projeksiyon yapsak, konuyla ilgili olarak daha umutlu musunuz, daha karamsar mısınız?
AKIN ÖNGÖR: Bugünkü yönetim anlayışı değişmediği takdirde karamsarım. Fakat umutlu olduğum bir şey var: Arada sırada yaşanan kuraklıklar birden bire insanları ilkiltiyor ve bir duyarlılık başlıyor. Bundan 10 yıl öncesine kıyasla, 2-3 yıl önce olan büyük kuraklıklar, yazın yaşan şiddetli sıcaklar insanları uyardı. Şimdi artık çocuklar dişini fırçalarken musluğu kapatma konusuna odaklandı.  Çocuklar babalarına, annelerine “Bak, elektriği kullanmıyorsun, kapat” demeye başladı. Genç kuşaklar bu eğitimle beraber daha duyarlı hale geliyor. Bizim kuşaklarda umudum yok; umudum genç kuşaklarda. Zaten biz de bütün yoğunluğumuzu oraya vermeye çalışıyoruz. Onları kazanabilirsek doğru politikalarla 20 yıl, 30 yıl sonraya olumlu bakabiliriz. Aksi takdirde iyimser olmak için bir sebep kalmıyor, ama ben bu konuda iyimserim.
  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın

Adelina Sfishta

Okuyanlar Özgür Olmalı

Evrim Teorisi Online

Evrim hakkında herşey...

Virginia Woolf

Herkes kendi geçmişini, kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları sadece onun başlığını okuyabilir.

ODILA BLOGGER by OAS

Turkish Geeks on Life & Politics...

YAŞAMAK ŞAKAYA GELMEZ

Facebook adreslerimiz: http://www.facebook.com/ata.fecob - http://www.facebook.com/pages/fvco/107464239362228

Komeleya Çand û Integrasyon a Kurd Luzern

Kürdischer Kultur und Integrationsverein Luzern/Mythenstrasse7,6003 Luzern

eren@home ~ $

Açık Kaynak, Linux, Programlama Dilleri, Amatör Telsizcilik gibi konular üzerine düşünceler

Ata FE COB

"En büyük yenilgimiz, bir alternatif fikrini kaybetmiş olmamızdır." ___Michael Lebowitz

WordPress.com

WordPress.com is the best place for your personal blog or business site.

CHP SULTANGAZİ

"Direnme gücü, dünya “evet” sözcüğünü duymak istediğinde 'HAYIR' diyebilme yetisidi" E. Fromm. ________“12 Eylül’de ‘HAYIR’ oyu vererek tokat atın, okyanus ötesinden de duyulsun” KILIÇDAROĞLU