Orhan Pamuk / Saf ve Düşünceli Romancı…
Orhan Pamuk, Harvard Üniversitesi’nde 45’er dakikalık altı ders (konferans) vermiş. ‘Niyet olarak: Ama roman yolculuğumu, uğradığım durakları, roman biçiminin ve sanatının bana öğrettiklerini, bana dayattıklarını ve bu sanatın sınırlarını ve onunla kavgamı ve ona olan bağlılığımı kuramsal bir düzeyde değil, kişisel bir macera olarak anlatmak istiyordum. Öte yandan derslerin kişisel hatıralar ya da kendi gelişimim üzerine değil, roman sanatı üzerine bir deneme, bir çeşit düşünme olmasını istedim. Roman konusunda bildiklerimden ve öğrendiğim en önemli şeylerden yapılmış bir bütündür bu kitap’ (s.138) diyor.
Orhan Pamuk Babamın Bavulu (2007, İletişim yay.) başlıklı Nobel Edebiyat Ödülü söylevi, edebiyata ve dünyaya bakışını açıklayan önemli bir konuşmaydı. Bu söylev aynı zamanda usta bir yazarın genç yazarlara büyük bir içtenlikle yazarlığın sırlarını vermesiydi. Saf ve Düşünceli Romancı’da bir adım daha ileri gidiyor. Kitabı oluşturan metinler bir dersten çok sohbet havasında ve Babamın Bavulu’ndaki samimi üslubunu hatırlatıyor. Anlatımı daha önce yayımlanmış ve kitaplarında yer alan denemelerinden daha fazla edebi tat taşıyor. Ders veriyorum düşüncesi ile akademizmin tuzaklarına düşmemiş. Bilgi donanımını göstermek amacıyla edebiyat kuramına dalmamış, gereksiz alıntılar yapmamış, metinleri (dersleri şişirmemiş). Kitap keyifli bir sohbetin akıcılığında. Orhan Pamuk’un çıkış noktası Schiller‘in 1795’de yazdığı ‘Über naive und sentimentalische Dichtung‘ adlı makalesi. Pamuk ‘naive’yi ‘saf’, ‘sentimentalische’yi ‘düşünceli’ olarak Türkçeleştirmiş. Karl Steuerwald’ın Almanca ‘ Türkçe Sözlük’üne (1974, Wiesbaden) göre ‘naiv’, ‘saf, safdil, hilesiz, budala’ anlamında, ‘sentimental’ ise ‘hissi, melankolik, karasevdalı’. Redhouse’un İngilizce ‘ Türkçe Sözlük’üne (1979, İstanbul) göre ‘naive’in anlamı ‘saf, bön, toy, tecrübesiz’, ‘sentimental’ ise ‘hissi, hassas, duygusal, içli’. ‘Düşünceli’ diye bir anlamı yok. Ancak ‘his, duygu, seziş’ anlamına gelen ‘sentiment’in çoğul kullanımı ‘düşünce, mütalaa’ anlamında da kullanıyor. İngilizceden İngilizceye Oxford sözlükleri de benzer anlamları veriyor. Orhan Pamuk kendi seçimini izah ederken, ‘Schiller’in çocuksuluğunu ve saflığını kaybetmiş, düşünceli, dertli, modern şair için kullandığı Almanca kelime olan ‘sentimentalisch’ aslında Türkçeye duygusal olarak çevrilmelidir. Schiller kelimeyi zaten İngilizceden, Laurence Sterne‘in Duygu Yolculuğu romanının etkisiyle almış, ‘doğal olmayan, düşünceli’ anlamında kullanmıştır’ (s.15-16) diyor. Pamuk’un eserinin İngilizce adı ‘The Naive and the Sentimental Novelist’ (2011, Vintage). İngiliz ve Amerikan okurlar kitabın adından Pamuk’un iletmeyi istediği anlamı (‘düşünceli’) anlayacaklar mı, merak etmemek elde değil.
Orhan Pamuk, ‘Roman Okurken Kafamızda Neler Olup Biter?’ başlıklı ilk denemede okurun bir romandan neler beklediğini anlatırken aslında kitabın tamamında işleyeceği tüm tezleri yazmış, ilk cümleleri alıntılıyorum; ‘1. Genel manzarayı seyreder, hikâyeyi takip ederiz. 2. Kelimeleri kafamızda resimlere çeviririz. 3. Aklımızın bir başka yanıyla, yazar anlattığı şeyleri ne kadar yaşamıştır, ne kadar hayal etmiştir merak ederiz. 4. Bir yandan da kafamızın bir başka kısmından şunu geçiririz: Gerçeklikte böyle midir? Romanın anlattığı, gördüğü, tasvir ettiği şeyler, kendi hayatımızdan bildiğimiz gerçeğe uygun mudur? 5. (…) kelime seçiminin, benzetmelerin doğruluğunu, hayal ve anlatım gücünü, cümlelerin yığılışını, düzyazının gizli ve açık şiirini hem denetler hem de bunlardan zevk alırız. 6. Hem kahramanların seçimleri ve davranışları hakkında ahlaki yargı veririz hem de yazarı ahlaki yargıları yüzünden yargılarız. 7. Bütün bu işlemleri kafamız aynı anda yaparken bir yandan da ulaştığımız bilgi, derinlik ve anlayış için kendimizi tebrik ederiz. 8. Yazarın bize gösterdiği âlemde bir anlam ve okuma zevki bulabilmek için romanın gizli merkezini aramamız, bunun için de romanın her köşesini, bir ağacın bütün yapraklarını hatırlar gibi, hafızamızda tutmamız gerekir. 9. Romanın gizli merkezini ararız. (…) Romanın bir merkezi olduğunu bilmek, önemsiz sandığımız ayrıntının önemli olabileceğini, romanın yüzeyindeki şeylerin anlamının başka olabileceğini hissettirir bize.’ Okurun bir romandan bekledikleri aynı zamanda bir yazarın da romanını nasıl yazması gerektiğini gösteriyor. Pamuk okumak ve yazmak eylemlerini birbirine çok yakın, hatta iç içe görüyor.
Pamuk’un ikinci önemli kaynağı E.M.Forster’in Roman Sanatı adlı kitabı. Ondan esinlenerek şöyle diyor; ‘Bir romanın gerçek değeri, bizde hayatın tam böyle bir şey olduğu duygusu uyandırmasıyla ölçülmelidir. Romanlar, hayat hakkındaki temel düşüncemize seslenmeli ve bu beklentiyle okunmalıdırlar.’
Orhan Pamuk’un dersler boyunca tüm anlattıkları roman kuramları açısından bakıldığında oldukça tartışmalı görüşler. Ama bu görüşleri onun kendi deneyiminden çıkarttığı dersler olarak okursak durum farklılaşıyor. Romanlarında eleştirdiğimiz birçok unsurun Orhan Pamuk’un derdini okura daha iyi anlatabilmek amacıyla yazıldığı anlaşılıyor. Orhan Pamuk, ‘aynı anda hem saf hem de düşünceli olmak’ istese de esas olarak ‘düşünceli’ bir romancı. Sürekli okurunun kendini doğru olarak anlayamayacağından, romanın merkezini bulamayacağından endişe ediyor. Pamuk’un Saf ve Düşünceli Romancı’da yazdıklarını esas alırsak, 35 yıllık romancılık hayatının son ürünü Masumiyet Müzesi bu anlayışın, düşünceli romancılığın tipik bir örneği. Orhan Pamuk, okuru sürekli kontrolünde tutarak farklı bir bakış açısı geliştirmesini, kendi istediğinden farklı bir merkez bulmasını önlemek istiyor. Büyük resmi oluşturacak olan ayrıntıların akılda kalmasını sağlamak amacıyla sık sık tekrarlara girmekten, uzun uzun betimlemeler yapmaktan çekinmiyor. Doğrusal (kronolojik) olarak gelişen bir hikâye kuruyor. Tarihler vererek yaşanmışlığı pekiştiriyor. Anlatılanların gerçeklik duygusunu kuvvetlendirecek tasvirleri hayata uygun olarak yazıyor. Anlatımının gücü konusunda görüş birliği olan Pamuk’un Türkçe kullanımı konusunda ağır eleştiriler yapılsa da genel olarak bu farklı kullanım onun kendine has özelliği olarak kabul görülüyor. Sonuç olarak keyifle okunan, edebi değeri olduğu kabul edilen bir metin (Masumiyet Müzesi) ortaya çıkıyor. Ama dediğim gibi Orhan Pamuk’un romanlarında ‘saf’ (naif) bir yan göremiyoruz, aksine aşırı bir kontrolü (‘düşünceli’liği) sürekli hissediyor, zaman zaman bu kontrolü biraz gevşetse daha iyi olacak diye düşünmeden edemiyoruz. ‘Düşünceli olmak’ iradi bir şey ama ‘saf’lık içsel bir şey. Orhan Pamuk, yeni romanlarında ‘aynı anda hem saf hem de düşünceli olma’yı başarabilecek mi, göreceğiz.
MİŞİMA MI MISHIMA MI?
Sizlerden Gelen Yorumlar…