KENDİNİZİ AŞIN: HAYATINIZA BİRAZ BİLİM KATIN…
Bilim umut ve ilhamın dilidir. Hayalgücümüzü ateşleyen bir ilham, sorulmuş ‘doğru’ bir soruya yol açar. Sorunun cevabını ararken de yaşadığımız dünyaya ait yepyeni şeyleri açığa çıkarırız.
Profesör Greene’nin makalasinin geniş bir özetini aşağıda dikkatinize sunuyoruz.
Bilim ve fen denince hepimizin aklına teknolojik yenilikler geliyor. Her ne kadar teknolojinin ilerlemesi hayatımızı kolaylaştırıyorsa da, gene de ‘bilim adamları’ imajından bazen ürküyoruz. Beyaz önlükler giymiş bir takım insanların laboratuarlara girip ne olduğunu pek de anlayamadığımız şeyler üzerinde çalışmaları ‘bilim’ denen olguyla aramıza biraz mesafe koymamıza neden oluyor.
Ya da belki durum bunun tam tersidir: Bilimden ve bilim adamlarından biraz uzak durmayı tercih ediyoruz çünkü eğitim sistemimiz ‘fen bilgisini’ bize oldukça nahoş şekillerde verdi. Oysa doğanın, fiziğin ve biyolojinin kurallarını kendi hayatımızı daha verimli yaşayacak şekilde benimsemiş olsaydık belki de insanlık bugün bambaşka bir yerde olurdu.
Cep telefonlarımız, iPod’larımız, bilgisayarlarımız, Internet’imiz, LCD televizyonlarımız, uydu bağlantılarımız ve son model arabalarımız sayesinde bilimsel gelişmeler (ve onun sonucu olan teknoloji) hayatımıza girmiş durumda. Tıptaki gelişmeler sayesinde yaşam kalitemiz kelimenin gerçek anlamıyla da yükseldi. Ama bir anlamda ‘işi bilim adamlarına havale etmeye’ o kadar alıştık ki dünyamızı tehdit eden iklim değişikliği, global ısınma, salgın hastalıklar, giderek azalan doğal kaynaklar ve ufukta beliren açlık tehlikesi karşısında da “Nasıl olsa bilim adamları bir çaresine bakar..” rahatlığı içindeyiz.
Oysa son tahlilde hükümetleri ve bilimsel çevreleri belli bir konuda düşünmeye ve çözüm aramaya iten ana unsur, kamuoyu baskısıdır. Kamuoyundan gelen bilinçli bir talep olmadıkça dünyadaki önemli sorunlara sağlıklı ve kalıcı çözümler bulmak mümkün olamayacak gibi görünüyor.
Bilim denen olgunun en önemli işlevi bu noktada ortaya çıkıyor. Bilim bize bir perspektif sunar. Bizi kafa karışıklığından kurtarır ve güvenilir sonuçlara bizi ulaştırır. Bizi çevreleyen sorunları anlamamızı ve görmemizi sağlar.
Düşünce yapımızı dönüştürmek ve bilmin bize anlattığı şeyleri kavramak için yüksek bir zeka düzeyi veya eğitim illa ki gerekli değil. Samimi bir ilgi ve merak duyduğumuz sürece biz insanların kavrayamayacağı şey yok. Sanıyoruz ki bilim dediğimiz şey sadece sınıflarda veya laboratuarlarda yapılır. Kapalı bir odaya girip çalışan bilim adamları birden dışarı çıkıp bize ‘muhteşem’ bilimsel gelişmeleri anlatmaya başlarlar.
UMUT VE İLHAMIN DİLİ
İşin gerçeği, bilim umut ve ilhamın dilidir. Hayalgücümüzü ateşleyen bir ilham, sorulmuş ‘doğru’ bir soruya yol açar. O sorunun cevabını ararken de yaşadığımız dünyaya ait yepyeni şeyleri açığa çıkarıveririz. İşte bilimin özü budur. Zaten bu yüzden Albert Einstein “Hayalgücü bilgiden önemlidir” demişti.
Belki de bilim, sizin hayatta ilginizi çeken bir olgu değildi. Fen bilgisi dersini hiç sevmemiştiniz. Ama düşünün: Bilimden yoksun geçen bir hayat, tıpkı müzikten veya sanattan veya edebiyattan yoksun geçen bir hayat gibidir. Eksiktir.
Her ana-baba bilir ki, çocuklar ‘bilinmeyeni’ merak etmek ve araştırmak güdüsüyle dünyaya gelirler. Daha yürümeye ve konuşmaya başladığımız andan itibaren etrafımızdaki şeylerin ne olduklarını ve nasıl çalıştıklarını anlamaya çabalarız. Yani hepimiz hayata minik bilim adamları olarak başlarız.
Aradan geçen zaman için pek çoğumuz bu merak duygumuzu yitiririz. Ya da daha kötüsü, etrafımızdaki kişiler ve koşullar yüzünden ‘anlamak ve öğrenmek’ merakımızdan vazgeçeriz. Ne büyük bir kayıptır bu!
Öğrencilerde merak ve öğrenme isteğini teşvik etmek ve sürekli canlı tutmak konusu uzun süredir eğitimcileri meşgul eden bir soru. Bu amaca ulaşmak için çeşitli çözümler ve teoriler de ileri sürülüyor.
Belki de sorun doğrudan pedagojik paradigmalarımızda yatmakta: Öğrencilerin B aşamasına geçebilmeleri için A aşamasını tamamlamaları gerektiğin öngörüyoruz. Böylece bilimsel kavrayışın ‘dikey’ bir doğası olduğunu varsayıyoruz. Oysa bilim, teknik detayların üstüste dizilmesinden çok daha başka, çok daha üstün bir şeydir.
Doğru bir şekilde anlatılıp gösterilebilirse bilimsel yenilikler, teoriler ve gelişmeler öğrencilere çok daha net ve doğru şekilde aktarılabilir. Ancak bu sayede genç öğrencilerin merak duygusunu ve öğrenme isteğini canlı tutabiliriz.
Bilim, bütün macera hikayelerinin en görkemlisidir. Binlerce yıldır kendimizi ve çevremizi öğrenmek için çalışıyoruz. Bu yolda çok uzun bir mesafe katettik. İnsanlığın yaşayageldiği bu ortak macerayı genç nesillere de doğru ve net bir şekilde aktarmamız gerekiyor.
Dünyamıza bakmak, ve bizi birbirimizden ayırdığını zannettiğimiz herşeyin üstünde yer alan evrenin harikalarını görmek.. İşte bu her çocuğun hakkı ve her yetişkinin de ihtiyacıdır.
Teorik Fizik dalında dünyaca ünlü profesör Brian Greene, 1996 yılından beri Columbia Üniversitesi'nde. 'The Elegant Universe' ve 'The Fabric of the Cosmos' gibi kitaplarıyla evrenin oluşumuna dair teorileri herkesin anlayacağı bir dilde anlatıyor.
Sizlerden Gelen Yorumlar…