Yeni sol…


Sol, yeni solAhmet İnsel anlatıyor; nedir bu Yeni Sol?
Çok zaman sonra tarih kitaplarında Türkiye tarihinin bugününden söz edilirken herhalde en çok kullanılan kavram ‘değişim’ olacaktır. Türkiye’nin cumhuriyetin kuruluşuyla oluşan paradigmaya dair en ciddi tartışmalardan bazıları günümüzde yaşanıyor; AB süreci ve Ergenekon davasından sonra olmaz denilen şeyler oluveriyor. Ama ne ilginçtir ki modernizmin diğer temel fikri akımlarından farkı ‘değişim’in hızlandırılması üzerine kurulu solun bu süreçte sesi çıkmıyor. Çıkıyorsa da daha çok ‘statükocu’ olarak anılıyor. Yeni bir Anayasa tartışmasında Türkiye’nin geleceği neredeyse sadece milliyetçiler ve liberal-muhafazakarların konumlandığı yerler etrafında çiziliyor. İşte bu ahval içinde kendisini milliyetçiliğin her türlü türeviyle yüzleşmek ve alt etmek misyonuyla tanımlayan yeni bir sol partinin kuruluşu için düğmeye basıldı. ÖDP eski Genel Başkanı, İstanbul milletvekili Ufuk Uras’ın, Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız’ın kamuoyuna duyurusunu yaptığı, SHP’nin de destek verdiği bilinen ‘Yeni Sol’un program tartışmaları devam ediyor. Biz de merak ettik ve ‘Yeni Sol’u Yeni Sol Parti girişimi Merkezi Temas Heyeti üyesi ve Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet İnsel’le konuştuk
* “Sol muhafazakarlığı asker sopasıyla değil kendi mücadelesiyle geriletirse toplumsal meşruiyetini kazanır, güçlenir. Aksi takdirde milliyetçi-devletçi bir merkezin yedek gücü olarak kalmaya mahkumdur”
* “Yeni Sol’un milliyetçiliğin her türlü türeviyle yüzleşmek ve alt etmek misyonu var. Milliyetçilik Türkiye’yi felaketlere sürükleyen temel nedendir. Bunun yanında devleti bir kutsal olarak tanımıyoruz”
* “En başta Türklerin kendilerine şu soruyu sorması lazım: Ben niye Kürtlerle eşit olmak istemiyorum, ben niye başkalarıyla eşit olmak istemiyorum? Çoğunluğun fikriyatını değiştirmemiz lazım.”
* “Kürt ve Alevi sorunlarını çözme, kadınların ezilmişliğine, gençlerin dışlanmışlığına son verme konusunda, eğitim ve çalışma hayatında temel çözümümüz eşitlik kriteridir. AKP ve CHP’ye de sorsanız biz özgürlüğü kabul ediyoruz derler ama eşitliğe kadar gelemezler. “

‘Yeni sol’ Ergenekon davasının siyasette yarattığı yarılmanın ürünü mü?
Ergenekon solu böldü, fakat Yeni Sol hareketin olgunlaşmasını sağlayan adımlar daha önce, 27 Nisan Muhtırası’na karşı ne yapılacağı konusunda yaşanan tartışmalar sırasında atılmıştı. O dönemde sol içinde Abdullah Gül veya Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesine karşı olan tepkilerini bu muhtıraya sessiz kalarak ifade etmekten gizlice mutluluk duyan bir kesim vardı. Solun başka kesimleri ise bu muhtıraya açık bir şekilde karşı tavır aldılar.
Yine seçimler sırasında bir kısım sol bağımsız aday çalışmalarına katıldı, bir kısmı ise bu kampanyayı yeterince radikal bulmadı. ÖDP ve başka örgütlerin arasında ayrışmalar oldu. Karşı olanlar bağımsız aday kampanyalarını AKP’nin yedeğine takılmak olarak nitelendirmekten geri kalmadı.
Dolayısıyla Ergenekon davası süresince yaşanan tartışmaların bu yarılmanın üzerine geldiğini söyleyebiliriz. Ayrışmayı netleştirdiğini söyleyebiliriz.
Sol, Ergenekon davası süresince Susurluk döneminde gösterdiği aktif tavrı göstermedi. Bunun nedeni TSK ile solun paylaştığı batıcı-modernist zemin mi?
O boyutu var, ama bence daha önemlisi AKP nefretidir. Laikçi orta sınıfların bir kesiminin AKP’ye karşı var olan sınıfsal nefretidir. Kendisini bu ülkenin hakimi olarak gören bu kesim AKP’ye vuran her el bizim için meşrudur hissiyatıyla hareket ediyor.
2007 seçimleri laikçi-cumhuriyetçi kesim için büyük bir şok oldu. O zamana kadar AKP’nin bu seçimle gideceğini düşünüyorlardı. 2007’den sonra AKP’nin iktidarı tamamen ele geçireceği ve ‘laikliğin kalesi’ TSK’yı teslim alacağı endişesiyle Ergenekon davası konusunda sessiz kalmak konumundan, davaya muhalefet etme noktasına geldiler.
Peki bu ‘laikçi-cumhuriyetçi’ kesimlerin endişelerinde bir gerçeklik payı yok mu?
Bu bir mücadele alanıdır. Askeri vesayetçi bir rejimle bir yaşam tarzının korunması gerçek anlamda bir demokrasinin yerleşmesinin sürekli olarak engellenmesi demektir. Muhafazakarlıkla mücadele etmek siyasal ve toplumsal alanda yurttaşların işidir, kurum olarak ordunun değil. Otoriter eğilimlere karşı mücadele için başka bir otoriter güce sığınmak teslimiyetçiliktir. Öbür türlü bütün sıfatlarımızı terk etmemize neden olarak bizi askeri vesayet rejiminin savunucusu haline getirir. Bu da savunulacak bir pozisyon değildir.
TSK’nın rejim içinde pozisyonunu zayıflatarak askeri vesayeti geriletmek mümkün mü? Bütün darbe ve muhtıralarda sivil siyasetin ve sermayenin işbirliği-mutabakatı yok mu?
Kendi politikalarını askeri vesayet üzerinden uygulayanların ayaklarının altından bu halıyı çekmek için de buna ihtiyacımız var. Demokrasiyi lağvederek kendi iktidarlarını pekiştirmek isteyenlerin elinden o aracın alınması gerekir. Özellikle 12 Eylül’e giden süreçte sivil siyasetçiler Forum dergisinde, örneğin MESS açıkça darbe çığırtanlığı yaptı. 28 Şubat’ın öncesi ve sonrasında bazı işçi sendikaları konfederasyonları da askerlerden brifing almak için sıraya girmişlerdi. Askerlerin iradesiyle sınırlı olmayan bir otoriter vesayet beklentisi Türkiye’de yaygın bir beklentidir.
TSK’nın da askeri müdahaleyi aklından geçiremez hale gelmesi bu çevrelerin de demokrasi çerçevesinde hareket etmeyi içselleştirmeleri için olmazsa olmaz bir zorunluluktur.
AKP’nin askeri vesayete dayanak sağlayan hukuki arka planı değiştirmek için yeterince çaba sarf ettiğini söyleyebilir miyiz?
AKP’nin bu konuda yaptığı en önemli değişiklik Milli Güvenlik Kurulu’nun statüsünü değiştirmesidir. Bu EMASYA protokolünden daha önemli bir değişikliktir. AKP, EMASYA protokolünü şimdiye kadar neden değiştirmedi onu sormak lazım. Belki de kendilerini şimdi daha güçlü hissettikleri için, belki de aralarında bir mutabakat var, bunları bilemeyiz. Hepsi mümkün. Ama bunlar EMASYA protokolünün iptal edilmesinin önemini azaltmaz. Bundan sonra TSK’nın EMASYA direktiflerinin gerçekten yürürlükten kaldırması, eldeki fişlerin imha edilmesi gerekir.
Sol muhafazakarlığı asker sopasıyla değil kendi mücadelesiyle geriletirse toplumsal meşruiyetini kazanır, güçlenir. Aksi takdirde milliyetçi-devletçi bir merkezin yedek gücü olarak kalmaya mahkumdur. AKP’nin fırsatçı veya kendine demokratlığını teşhir etmek, Ergenekon’un avukatlığını soyunmaya gittiğinde, demokratlık ve özgürlükçülük terk edilmiş olur.
AB sürecinde bir olumsuzluk olursa AKP’nin bugünkü pozisyonu devam eder mi sizce?
AB süreci bitse bile bu kısa vadede resmileşmeyecek. AKP için önemli olan kısa vadede önümüzdeki seçimlerdir. Demokratikleşme konusunda AKP adımlar atarsa bunun karşılığını daha önceki seçimlerde olduğu gibi alır. Çekingen davranırsa milliyetçi ve otoriter eğilimlerin daha fazla baskısıyla karşı karşıya kalacaktır.
Siz seçime girerseniz ilk hedefiniz AKP’yi indirmek olacak mı? ‘Yeni Sol’un program metnindeki
‘Demokratik siyaset alanında oluşan iradeyi meşru kabul eden, yapıcı ve yön gösterici muhalefeti benimseyen’ ifadesi bir muhalefet hareketi için fazla yumuşak bir başlangıç değil mi?
O cümle sadece AKP’ye yönelik söylenmiş bir şey değil. Hala 27 Mayıs’ı ‘iyi bir darbe’ olarak gören solcular var bu ülkede. Biz ‘iyi bir askeri darbe’ olmayacağı kanaatindeyiz. 80 darbesi sonrasında yapılan anayasa referandumu ve 83 seçimleri gibi değil de eşit, adil, özgür bir ortamda yapılan bir seçim sonrası ortaya çıkan irade siyasal iktidarın başat meşru temsilcisidir. Solun geçmişte ifade ettiği ‘Filipin demokrasisi, cici demokrasi’ gibi değerlendirmelerle bütünüyle göbek bağımızı kesmemiz lazım. İktidarda MHP de olsa seçimle geldiyse seçimle gitmelidir.
Peki yarın seçime girdiğinizi düşünürseniz Yeni Sol; CHP ve AKP’den farklı ne söyleyecek, vatandaş neden diğer partilere değil de size oy versin?
‘Yeni Sol’un milliyetçiliğin her türlü türeviyle yüzleşmek ve alt etmek misyonu var. Milliyetçilik Türkiye’yi felaketlere sürükleyen temel nedendir. Bunun yanında devleti bir kutsal olarak tanımıyoruz.
İkincisi farklılıkların beraberliğini sağlayacak yeni zemine ihtiyaç var. Bu da eşitlik üzerinden oluşur. Kürt ve Alevi sorunlarını çözme, kadınların ezilmişliğine, gençlerin dışlanmışlığına son verme konusunda, eğitim ve çalışma hayatında temel çözümümüz eşitlik kriteridir. AKP ve CHP’ye de sorsanız biz özgürlüğü kabul ediyoruz derler ama eşitliğe kadar gelemezler.
Özgürlüklere gelince. Biz örneğin CHP ve diğer partilerden farklı olarak Türkiye’de Kürt kimliğinin bir yurttaş kimliği olarak tanınmasının olmazsa olmaz olduğunu düşünüyoruz.
AKP’nin ‘Demokratik açılımından’ farklı ne söyleyeceksiniz?
AKP zaten çok az bir şey önerdi bu süreçte. Ana dilde eğitimi, yerel yönetimlerin özerk bir biçimde çalışmasını; o yörelerde kullanılan dillerde hizmet vermesini gündeme getirmedi. TRT 6’yı yaptı, çok güzel, karşı çıkmayız, özel televizyonlarda Kürtçe yayını serbest bıraktı. Ama bunun ötesine de gidemedi. Bunları yaparken Kürtlerin siyasal özgürlüklerine karşı büyük bir tepki de gösterdi. Bugün BDP’nin 900’den fazla üyesi tutuklu.
Açılımla, KCK operasyonlarının paralel yürümesi tesadüf mü?
Hayır tabii ki değil. AKP bir yandan açılım sözü ederken diğer yandan BDP’nin kendisine Doğu ve Güneydoğu’da rakip olmasını engelleyecek girişimlerde bulunuyor. İki binden fazla çocuk yaştaki zanlıya terörist muamelesi yapıyor. BDP’nin bine yakın üyesi, yöneticisi bugün tutuklu. Bu açılım falan değil. ‘Bana teslim ol, biat et, benim Kürdüm ol, o zaman sana himmet ederim’ anlayışı hala egemen.
Bizim açımızdan Kürt sorunu sadece Kürtlerin karar vereceği bir sorun değildir. Bütün Türkiyelilerin karar vereceği bir sorundur ama en başta Türklerin kendilerine şu soruyu sorması lazım: Ben niye Kürtlerle eşit olmak istemiyorum, ben niye başkalarıyla eşit olmak istemiyorum? Çoğunluğun fikriyatını değiştirmemiz lazım.
Genel af ilan edilmeden sizce gerçekten kökten bir çözüme yaklaşılabilir mi?

Genel af dile getirdiğimiz gerekliliklerden bir tanesi. Fakat sadece genel af değil tabii ki, bütün boyutları dikkate almak gerekir. Ergenekon davası da gösterdi ki geçmişte yaşanan şiddetin kaynağı sadece PKK değildi. Geçmişte yaşanan şiddetin kaynağında devlet de vardı. Diyarbakır cezaevinde yaşanan işkenceler bir devlet terörü olarak tanımlanacak boyutlardaydı; ve bunlar Türkiye’deki Kürt sorununu 90’larda yaşanan mecrasına sürükledi.
Kürt hareketi içinde de milliyetçiliğin yükselmesinden bahsedebilir miyiz?
Elbette bir tepki milliyetçiliği söz konusu, bu evvelden de vardı. Türkiye’deki insanların en büyük ortak paydası nedir dersek herhalde önce milliyetçilik ardından da çeşitli biçimlerde muhafazakarlık gelir. Ezilen ulusun milliyetçiliğinin ezen ulus milliyetçiliğinden daha kabul edilebilir olduğu inancı var, bunu bizim kabul etmemiz mümkün değil, ancak siz milliyetçilik yapıyorsunuz onlar da yapıyor diyerek işin içinden sıyrılmak da mümkün değil.
Ufuk Uras’ın BDP’ye katılması Yeni Sol için bir sıkıntı olmadı mı?
Hayır tam tersine, Ufuk BDP’nin meclise girmesine, grup kurmasına yardımcı olmasaydı, bizim için sıkıntı yaratırdı. Bütünüyle haksız bir kapatma davasının yaratacağı vahim siyasal sonuçları etkisiz bıraktı Ufuk’un üyeliği. DTP’nin kapatıldığı saatten itibaren hepimiz bir an bile duraklamadan bu katılımı destekledik. İlkeli olmak bunu gerektirir. Ayrıca Meclis’te özgürlükçü sol milletvekillerinin yer almasının önemini göstermiş oldu. Türkiye’de siyasetin, son derece can alıcı bir anda, demokratik çözüm ekseninden bütünüyle çıkmasını engelledi.
Ufuk Uras bir söyleşisinde ‘Aleviler artık siyasal özne’ diyor, öyle mi gerçekten? Bildiğim kadarıyla Alevilerin ‘Yeni sol’ gibi Mustafa Sarıgül’e desteği de söz konusu?
‘Yeni Sol’un amacı özel kimlikleri etrafında insanları birleştirmek değildir. Aleviler sadece Alevilerin sorunlarını dile getirerek Yeni Sol’da var olamazlar, rahat edemezler. Kürtler sadece Kürtlerin sorunlarını dile getirerek var olamazlar. Bu anlamda Yeni Sol’un amacı eşit yurttaşlık hareketidir. Adalet, özgürlük, emeğe saygı talep eden eşit yurttaşların hareketidir.
Alevilerin siyasal özne olma çabaları yeni bir şey değil. Mustafa Timisi ‘nin Türkiye Birlik Partisi deneyimi vardır, çok az bir oy almışlardı. Aleviler şu anda yekvücut bir kitle değil. AKP’ye, CHP’ye, MHP’ye oy veren pek çok Alevi var. Aslında bu demokrasi açısından daha sağlıklı bir pozisyondur. O anlamda ‘Alevilerin siyasi özne olması’ tabiri bana çok doğru gelmiyor, Alevi yurttaşların bağımsız özne olmaları daha doğru bir tabirdir.Bu bağlamda Alevilerin eşit yurttaş hareketine katkıları önemli olacaktır. . Zaten bildiğim kadar Alevi örgütleri de Alevi partisi kurmayı istemiyorlar.
‘Yeni sol’ programı tartışılırken Avrupa sol partisinin programı da gözden geçirildi sanırım, fakat orada geleneksel olarak sol partilerin arkasında olan sendikalar ve güçlü toplumsal muhalefet hareketleri var değil mi?
Türkiye’de sol olmak Avrupa’dan çok daha zor, Almanya, İtalya, Fransa’da en güçlü olduğu zaman sağ yüzde 55 oy alıyor. Ve buralarda kendisini solda tanımlayan güçlü bir kesim var. Türkiye’de ise CHP dahil toplumun yüzde 25-30’luk bir bölümü söz konusu. Bu rakama da çok milliyetçi bir kesim dahil edilerek, yaşam tarzı üstünlüğünü solculukla karıştıran, topluma yukardan bakan üst sınıfların bir kısmı falan dahil edilerek ulaşılıyor. Türkiye’de solun sendikal destek ile ayakta kalması için sendikaların solda olması gerekir. Kamu alanında birinci sendika artık sağcı sendikalar. Türkiye’de ilkeleriyle tutarlı ve gerçekçi bir solun besleneceği toplumsal alan son derece dar.
Solun ancak örgütlü bir emek dünyası ile ilişkisi güçlü olabilir. Bu ciddi bir eksiklik, bunu aşmak için mücadele etmek lazım, büyük sloganlarla değil günlük mücadelelerle çalışanların yüzünü sola döndürebiliriz.
Almanya’da sol parti bir koalisyon olarak doğdu Doğu Almanya’daki Komünist Parti’den, Yeşillerden, Sosyal Demokratlardan ayrılanlar kurdu. Türkiye’de bizim kurmaya çalıştığımız solun böyle bir gövdesi yok, bunu da tasarlamıyoruz. Örgütler koalisyonu olarak gideceğimiz yol çok sınırlı.
Ama siz de biraz öyle değil misiniz; SHP, ÖDP’den ayrılanlar, Alevi örgütleri ve başka irili ufaklı çevreler?
Bu siyasal girişimin ana gövdesi bu girişime birey olarak üye olacak olan insanlar olacaktır, bu insanlar çoğunluk olursa gruplar koalisyonu olmaktan çıkar. Yoksa eski örgütlerin alışkanlıkları kendini üretir. Başaramayabiliriz, ama bu hedef kurulmak istenen partinin var olan küçük dar örgütler koalisyonlarını aşacak bir üye profilinin oluşmasıyla ancak mümkündür.
Aleviler arasında da laikçi hassasiyete dayanan bir AKP karşıtlığı yaygın değil mi?
Daha önce dediğim gibi Aleviler diye homojen bir bütün yok. Aleviler arasında da demokratlar, özgürlükçüler olduğu gibi, laikçi-otoriter rejim yanlıları, ulusalcılar, vs… var. Yeni bir Türkiye solu saflarında yer alacak Aleviler demokratlığı, özgürlükçülüğü, eşitlikçiliği benimsemiş yurttaşlar olacak.
____
Yeni Sol Parti girişimi Merkezi Temas Heyeti üyesi ve Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet İnsel’le konuşmamıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bugünkü konularımız tabiri caizse solun ‘uhrevi’ meseleleriyle daha fazla ilgili. Sovyetlerin çöküşünden sonra sosyalistlerden sosyal demokratlara ‘doğru’ bilinen birçok kavram daha fazla tartışmalı hale geldi, 60’larda Avrupa’da ortaya çıkan ‘özgürlükçü sol’ akımın eleştirileri ve önerileri ise kendine daha fazla yer bulmaya başladı. İnsel, Yeni Sol’un emek-sermaye çatışmasına, özelleştirmeye, devrime, demokrasiye, din ve laikliğe, emperyalizme nasıl baktığını anlatıyor
* “TEKEL işçileri önemli bir şey; eşit pazarlık gücü talep ediyorlar.”
*“Sistematik olarak özelleştirmeler iyidir ya da kötüdür tavrı bağnazlıktan başka bir şey değildir.”
*”Yeni Sol, Türkiye’de iktidara gelirse NATO çerçevesini değerlendirecektir.”
*”Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur paranoyasını kıracak bir perspektiftir AB üyeliği.”
*”Bizim laiklik anlayışımız, devletin din alanından bütünüyle çekilmesidir. Ne zorunlu din eğitimi, ne devlet politikası olarak Diyanet İşleri Başkanlığı kesinlikle söz konusu olamaz.”
*”Türkiye’de sosyalist hareketin klasik iddiaları olarak sıralanan şeylerin çoğu zaten sosyalistlere değil milliyetçilere özgü. Bu anlamda milliyetçilikten koptuğumuzu söyleyebiliriz.”
*”Ekim devrimi, Çin devrimi gibi devrimler bize bir radikal kopuş ile iktidara gelmenin, çoğunluğun rızası olmadan iktidara gelmenin, dar bir kadronun tahakküm arzusuna yol açtığını gösterdi.

Radikal solda 90’lardan sonra emek/sermaye çelişkisini öne çıkaran, kimlik sorunlarının eklemlendiği programlar tartışılıyordu, Yeni Sol’da böyle bir şema yok sanırım.
Emek-sermaye çatışması toplumdaki çatışmalardan önemli bir tanesidir, ama tüm çatışmaların anası değildir. Solun geleneksel olarak kolaya kaçarak yaptığı şey toplumdaki tüm çatışmaları emek-sermaye çatışmasının bir türevi olarak ele almaktı. Ama öyle bir şey yok, o durumda işçilerin büyük bir çoğunluğunun sermayenin yanında yer alan AKP’ye oy vermesini izah edemiyoruz. Dolayısıyla başka motivasyonlar ve çatışmalar da var. Kimlikler çatışması emek sermaye çatışmasına indirgenmeden de var olabilir.
Örneğin bugün TEKEL işçileri ile ilgili Yeni Sol’un tavrı açıktır. TEKEL işçileri neyi talep ediyorlar? Sadece ücret değil, sendika başkanın üzerinde durduğu konu Yeni Sol için önemlidir. Kumlu, “Hükümet birçok taviz verdi diyor. Ama 4-C’lilerin sendikalı olmasına izin vermiyor” . İşte tam da bu önemlidir. Bize göre işçilerin esas mücadelesi emek piyasasında işverinin karşısında örgütlü bir biçimde yer alabilme mücadelesidir. Burada eşitliği ancak böyle sağlayabiliriz. İşveren ile işçi arasındaki o yapısal eşitsizlik; biri mülklü diğeri mülksüz. Liberal model iki taraf eşit, aralarında sözleşme yapılacak diyor. Biz de diyoruz ki: hayır, işverenle işçi arasındaki çıplak ilişki eşit değildir. Örgütlü işçilerle işveren arasında kısmi biçimde bir eşitlik ilişkisi kurulabilir. Bu anlamda TEKEL işçileri önemli bir şey; eşit pazarlık gücü talep ediyorlar.
Yeni Sol özelleştirmeleri savunuyor mu? TEKEL özelleştirmesi karşınıza gelse ne yapardınız?
Sistematik olarak özelleştirmeler iyidir ya da kötüdür tavrı bağnazlıktan başka bir şey değildir. Kamu hizmetinin toplumun yararına olan alanlarda yoğunlaşmasını sağlamamız lazım. Örneğin devletin sigara ve alkollü içki üretmesi, ayakkabı üretmesi belki 1930’larda yararlıydı ama bugünün Türkiye’sinde bunun büyük bir yararı olduğu kanaatinde değiliz. Kamunun bedava ve kaliteli eğitim, sağlık, taşıma hizmeti üretmesi gerekir, bu alanlarda özelleştirmelere karşıyız. Kamu bu alanlarda bedava ve iyi hizmet vermelidir. Barınma hakkının güvence altına alınmasına yönelik, piyasanın bu alandaki yönlendiriciliğini kıran girişimlerde bulunmalıdır.
Eğitim bedava diyerek kalitesiz hizmet verip parası olanların ise özel okullarda kaliteli hizmet almasına olanak tanıdığınız zaman da bir eşitsizlik yaratırsınız. Dolayısıyla sorun sadece özelleştirme değil. O hizmetler nitelikli bir şekilde yoksullara, mülksüzlere ulaşıyor mu, buna da bakmamız gerekiyor.
‘Piyasayı kuşatmak’ ne demek?

Piyasa aktörlerinin faaliyetlerine bir sınır getirmektir. Asgari ücret uygulaması örneğin piyasa ekonomisine belli bir ücret seviyesinin altında insan çalıştıramazsın kuralını getirir. Belli alanlarda üretim yapılmasını istemiyoruz demektir. Örneğin nükleer enerjiye karşıysak piyasa ekonomisinin kendiliğinden buraya yönelmesini engelleyebiliriz. İşletmelerin istediği gibi çevreyi kirletmesine karşı çıkabiliriz. Mali piyasaların hareketlerini sınırlayabiliriz, Bugün dikkat ederseniz ABD’de Obama hükümeti bankaların boyutlarını sınırlamayı tasarlıyor. Dolayısıyla piyasayı kuşatmak topluma zarar vereceği alanlarda piyasaya kısıtlamalar getirmektir. Bazı alanlara piyasa ekonomisinin girmesini engellemektir. Örneğin ben bireysel emeklilik sisteminin özendirilmesine karşıyım çünkü emeklilik hakkının mali piyasaların çalkantılarına tabi olmasını çok tehlikeli buluyorum.
Sağlıkta piyasa ilişkilerinin girmesini engellemektir. Bir dizi toplumsal hak alanına piyasa ilişkilerinin girmesini engellemektir. Piyasa ilişkilerinin tekelleşmesini engellemektir. Örneğin İstanbul’da bir şirket doğalgaz dağıtıyor. Bölgesel olarak tekel konumunda, eğer o şirketin fiyat politikasını serbest bırakırsanız tüketicileri bütünüyle o şirketin eline teslim etmiş olursunuz. Bu tür şebeke ekonomilerinde özelleştirmelerin son derece dikkatli yapılması, çok detaylı ve ağır kamu hizmeti yükümlülükleri taşıması gerekir. Bunlara bakınca elektrik, su, gaz dağıtımı gibi şebeke ekonomilerinde özelleştirme yerine yerel yönetimlerin ortak katıldığı şirketler, güçlü şeffaflık koşulları eşliğinde toplu yarar açısından daha uygun olabilir.
Dünyada da Yeni Sol’un önemli taleplerinden birisi uluslararası spekülatif sermaye hareketlerinin sınırlanmasıdır. Bu amaçla Tobin vergisi denilen bir vergi öneriyor neoliberal küreselleşme karşıtı hareketler.
Anladığım kadarıyla neoliberal politikalara karşısınız, ama Yeni Sol AB’ye girişi savunuyor, bugün AB’yi neoliberal politikalar şekillendirmiyor mu?
AB içinde liberal politikaları savunanlar ilanihayet çoğunluk olacak diye bir şey yok. AB’nin değişmesi ve başka yöne gitmesi de söz konusu olabilir. AB’nin Türkiye’ye getireceği katkılar kadar Türkiye’nin de AB’nin değişmesine katkıda bulunacağına inanıyoruz. AB’nin ciddi bir kimlikler sorunu yaşadığını görüyoruz. AB neoliberal politikalar için değil, Avrupa’ya savaşın gelmemesi için inşa edildi. Türkiye’nin girmesiyle AB’ye yeni bir barış dinamiği geleceği kanaatindeyiz.
Ayrıca şunu kabul etmek gerekir ki, Türkiye’de neoliberal partiler iktidara geldiğinde ülkeden kaçmıyoruz. Burada mücadele ediyoruz. AB içinde de bu mücadeleye devam etmemiz gerekir. İçimize kapanarak, biz bize benzeriz fetişizmini körükleyerek, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur paranoyasını kıracak bir perspektiftir AB üyeliği.
AB’nin oluşumu ve Türkiye’nin girişini döndürülemez bir süreç olarak mı görüyorsunuz?
Yüzde yüz AB’ye gireceğimiz kanaatinde değilim Avrupa içindeki direnç ve içerideki laikçi-milliyetçi-muhafazakar koalisyon Türkiye’nin üyelik macerasına son verebilir. Ayrıca AB üyeliği konusunda yaşanabilecek bir hayal kırıklığı, bir tür onur kırılması ve milliyetçi-şoven bir tepki de yaratabilir.
Yeni Sol’un program metninde radikal solun klasik talepleri: NATO’dan çıkmak, IMF ile ilişkileri kesmek, ABD üslerini kaldırmak yok, daha çok küreselleşme kavramı kullanılıyor, sizce emperyalizm dönemi sona mı erdi?
Hayır, sadece gerçekçi olmamız gerekir, bunlarla mücadele etmek imkanlarımız nispetindedir. Yeni Sol, Türkiye’de iktidara gelirse NATO çerçevesini değerlendirecektir. NATO’dan bağımsız olarak, kendi toplumumuzun barış, demokrasi ve özgürlük isteklerine uymayan taleplere yönelik tavrımızı gösteririz, karşı koyarız. Nasıl 2003’te bugün Yeni Sol’un içerisinde yer alan insanlar Irak tezkeresine karşı koyduysa bugün de Afganistan’a asker gönderme talebine karşı tavır alırız. IMF ile ilgili olarak ise zaten bugün hükümetin de IMF ile ilişkileri askıda. Bu yüzden de slogancı solun elinden bir silah alındı. Biz esas olarak IMF ile anlaşma yapmayacak durumda olmak istiyoruz, esas sorun odur. Sorumsuz kamu harcamaları yapmak, büyük bir borçlanmaya giderek dış mali müdahaleye muhtaç kalmadan bir iktisat politikası götürmektir esas sorun.
‘Üniversitelerde başörtüsüne özgürlük’ var programınızda, Diyanet kaldırılmalı mı?
Diyanet en azından bugünkü görev tanımıyla devam etmemeli. Ama aramızda bazıları kaldırılmalı da diyor. Sizce Türkiye’de devletin dini kontrol etmediği bir laiklik mümkün mü, Sivas’ı da hatırlarsak?
Evet ama Sivas devletin laikliği kontrol ettiği koşullarda yapıldı. İktidarda DYP-SHP koalisyonu vardı. Şöyle soralım: devletin bu kontrolüne rağmen Sivas, Maraş, Çorum katliamları oldu, geçenlerde Romanlar Selendi’den sürüldüler. Dolayısıyla devletin dini kontrol etmesi bunları engellemiyor. Esas bunları engellemek için tüm inançlara eşit mesafede olan bir devletin müdahalesi gerekiyor.
Peki nasıl bir laiklik?
Laiklik devletle din işlerinin ayrılmasıdır. Bu Osmanlı-Türkiye Sünni devlet geleneğinin hiç bilmediği bir şey. Laiklikte devlet din alanına girmez, girdiği andan itibaren devlet taraftır. Dolayısıyla bizim laiklik anlayışımız, devletin din alanından bütünüyle çekilmesidir. Ne zorunlu din eğitimi, ne devlet politikası olarak Diyanet İşleri Başkanlığı kesinlikle söz konusu olamaz. İçişleri Bakanlığı içinde din hizmetlerinin verilmesiyle ilgili düzenleyici bir kurum olabilir, Diyanet dini doktrinin üretilmesi kurumudur. Ali Bardakoğlu “Akşamları televizyon seyretmeyin, Kur’an okuyun” diyor. Kendi işini yapıyor, bu açıdan yanlış yapmıyor. Ama laik olduğu iddia edilen bir devletin, Başbakanlığa bağlı, özerk bütçesi olan, müsteşarlık konumunda bir kurumu “Kur’an okun” diyor, Müslüman olmayanlara “İncil veya Tevrat” okuyun demiyor, Alevilere “Dedelerinizin anlattıklarını dinleyin” demiyor. Bunu ancak bir cemaatin sözcüsü olarak söyleyebilir, devlet memuru olarak değil.
Türkiye’de Müslümanlığın ağır bir mahalle baskısı yok mu? Anadolu’nun bir kasabasında ateist olmasına rağmen oruç tutmak, cumaya gitmek zorunda kalan birinin mi, başörtüsü yüzünden üniversiteye giremeyenin mi üzerinde daha ağır ve derin bir baskı var?
Bu otoriterizmin ve muhafazakarlığın ciddi ve kadim bir sorunu. Devlet hiçbir zaman o ateistin sorununu çözmek için bir girişimde bulunmadı.
Peki sol neden gündemine almadı?
Bu pek doğru değil, örneğin din hanesinin nüfus cüzdanından kaldırılması solun 1990’lardan itibaren gündemine aldığı bir taleptir. Hatta bunun ilk kazanımı da din hanesinin boş kalması şeklinde olmuştur. Biz Birikim dergisinde ‘Sosyalist laiklik ile Kemalist laiklik arasındaki fark nedir? tartışmasını 1990’ların başında başlatmıştık. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın konumunu o zamandan beri eleştiririz.
Sizce solcular günlük yaşamda muhafazakarlığa boyun eğmiyor mu, ‘halkımızın değerleri’ lafzını ileri sürerek?
Biraz halk dalkavukluğu alışkanlığı yaygındır solda. Ama açık söylemek gerekir biz din düşmanı değiliz, dinin başkalarının üzerinde baskı aracı olarak kullanılmasına karşıyız. Demokrat, laik olmak din düşmanı olmak demek değildir.
Ben bir ateist olarak başkalarının inancına saygı gösterirsem aynısını kendim için de beklerim. Ama bu bir toplumsal mücadele meselesidir. Devlet aracılığı ile yapılamaz. Toplumsal alanda farklılıklara saygı içinde farklılıkların birlikteliği mücadelesinin verilmesi gerekir.
Türkiye’de potansiyel olarak ciddi bir mahalle baskısı var. Geçmişte de vardı. Kendi çocukluğumun geçtiği 60’larda da bugünkünden az olmayan bir mahalle baskısı vardı. Ataerkil gelenekler, alışkanlıklar egemen. Bunlara karşı elimizden geldiğince mücadele edeceğiz. Ama bizden farklı olanı, farklı düşüneni, farklı inançlara sahip olanı hor veya küçük görmeyeceğiz.
Türkiye ciddi bir değişim sürecinden geçiyor, kırsal kesimden kente gelenler kendi kapalı ilişkilerini de getiriyor, bunlar bir günde buharlaşmayacak.
Soldaki genel söylem ‘halk temizdir, devlet kötüdür’ değil mi, ceberut devletle muhafazakarlığın hakim olduğu toplum arasındaki bağ sanki hep görmezden gelinir?
Bu doğru. Halk dalkavukluğu yapmayalım. Fakat laikçi orta sınıflarda var olan, muhafazakarlıkla mücadele adı altında bir alt tabaka nefretini de dile getirmeyelim. ‘Göbeğini kaşıyanlar, kıllılar, bodur bacaklılar’ gibi tanımlamalarla ayrımcılık yapılmasına karşı çıkalım çünkü o da vahim bir ırkçılıktır.
Birikim’deki son yazınızdan anladığım kadarıyla ‘Devrim tahayyülü’ bitti diyorsunuz, ütopyasız bir sol mümkün mü?
Şiddet yöntemiyle bir gecede iktidarı almak hedefi bir ütopyayı gerektirmiyor aslında, sadece acil biçimde iktidar olma arzusunu ele veriyor. Ütopya hemen varamayacağınızı bildiğiniz ama davranışlarınızı ve hedeflerinizi ona doğru yönlendirdiğiniz bir ufuk çizgisidir. Siz iktidarı aldığınızda bütün ütopyanızı gerçekleştireceğinizi sanıyorsanız zaten o ütopya değildir. Dolayısıyla büyük bir yanılsamaya son verdi 20. yüzyıl. Değişimler, “Yaptım” demekle olmuyor. Çok uzun zaman süreçlerinde gerçekleşiyor. Bugün küresel hegemonyasına karşı mücadele ettiğimiz ABD’nin devriminin anayasası iki yüz yıldan fazla bir zamandan beri hala yürürlükte ama 1917’de yapılan Sovyet devriminden geriye neredeyse bir iz kalmadı, çünkü o kopuş tabanda kendini üretmeye yönelik bir kopuş değildi.
Ekim devrimi, Çin devrimi gibi devrimler bize bir radikal kopuş ile iktidara gelmenin, çoğunluğun rızası olmadan iktidara gelmenin, dar bir kadronun tahakküm arzusuna yol açtığını gösterdi. Sosyalizm ütopyasını insani felaketler içinde boğduğunu gösterdi. Bizim 20. yüzyıldan çıkardığımız başlıca ders devrimin bir gecede doğacak bir güneş olmadığıdır. Devrim değişimin ufuk çizgisidir ve ufuk çizgisini de biz günlük hayatımızda sürekli kılmak zorundayız. Devrim sürekli varmaya çalışacağımız ama varamayacağımız idealizdir. İnsanları o ilkeleri kabul etmeye çağıracağız. Becerirsek de toplumu bu şekilde dönüştüreceğiz.
Emekçilerin iktidarı diye bir tartışma kalmadı yani?
Salt emekçilerin demokratik iktidarı diye bir şey söz konusu olamaz, çünkü o emekçiler toplumda azınlığı oluşturuyor. 19. yüzyıl ortasında öngörülen gelişme 20. yüzyılda doğrulanmadı.
Sermaye de azınlık?
Evet biz de ona karşı mücadele ediyoruz. Sermayenin azınlıkta olması çoğunluğun rızası olmadan iktidarda olması anlamına gelmiyor. Sermaye güçlerinin hegemonyasını kırmak, rıza üretme mekanizmalarını etkisiz bırakmak, onun yerine emekçilerin, çalışanların, geniş bir yurttaş kitlesinin rızasını alacak ideolojik üstünlüğü sol sağlayabilirse başarılı olacaktır. Ayrıca bazı yer ve zamanlarda sermayeyi iktidarda tutan diktatörlükler de var tabii. Biz, emekçi fetişizmine de karşıyız. İnsanlar sadece emekçi olmaları hasebiyle demokrat, özgürlükçü, eşitlikçi olmazlar. Faşist hareketlerin bindirilmiş kıtaları da genellikle emekçilerden oluşur.
Yeni Sol’un programı itibariyle Türkiye’deki sosyalist hareketten koptuğunu söyleyebilir miyiz?
Türkiye’de sosyalist hareketin klasik iddiaları olarak sıralanan şeylerin çoğu zaten sosyalistlere değil milliyetçilere özgü. Bu anlamda milliyetçilikten koptuğumuzu söyleyebiliriz. Türkiye’deki sosyalist geleneğin Kemalizm ve milliyetçilikle olan göbek bağı yavaş yavaş kopuyor. O yüzden 27 Mayıs darbesini örnek verdim. Turnusol kağıdıdır.
Ama emekçilerin, çalışanların demokratik iktidarını reddetmiyoruz. Yeni bir sol zihniyet, dil ve politikalar özgürlük ve eşitlik ilkelerini benimseyenlerin katılımıyla oluşabilir. Böyle bir siyasal hareketin , iktidar olması demek, bu ilkeleri benimseyen çalışanların iktidar olması demektir. Ama eşitlik, özgürlük, demokrasi ilkelerini benimsemeyen çalışanlar, emekçiler de var olmaya, ve bize karşı olanları desteklemeye devam edeceklerdir. Hiçbir şekilde üstün sınıf ululamasına kendimizi kaptırmamalıyız.
_____ Radikal. 17-18.02.20010

  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın

Adelina Sfishta

Okuyanlar Özgür Olmalı

Evrim Teorisi Online

Evrim hakkında herşey...

Virginia Woolf

Herkes kendi geçmişini, kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları sadece onun başlığını okuyabilir.

ODILA BLOGGER by OAS

Turkish Geeks on Life & Politics...

YAŞAMAK ŞAKAYA GELMEZ

Facebook adreslerimiz: http://www.facebook.com/ata.fecob - http://www.facebook.com/pages/fvco/107464239362228

Komeleya Çand û Integrasyon a Kurd Luzern

Kürdischer Kultur und Integrationsverein Luzern/Mythenstrasse7,6003 Luzern

eren@home ~ $

Açık Kaynak, Linux, Programlama Dilleri, Amatör Telsizcilik gibi konular üzerine düşünceler

Ata FE COB

"En büyük yenilgimiz, bir alternatif fikrini kaybetmiş olmamızdır." ___Michael Lebowitz

WordPress.com

WordPress.com is the best place for your personal blog or business site.

CHP SULTANGAZİ

"Direnme gücü, dünya “evet” sözcüğünü duymak istediğinde 'HAYIR' diyebilme yetisidi" E. Fromm. ________“12 Eylül’de ‘HAYIR’ oyu vererek tokat atın, okyanus ötesinden de duyulsun” KILIÇDAROĞLU