Dinimiz nedeniyle Arap-İslam ülkelerine, çağdaş uygarlık amacımız nedeniyle de Batı ülkelerine öykünüyoruz. Bireyin de ülkelerin de ayırıcı bir kişiliği, davranış biçimi, değer yargıları olmalı, taklide benzemeye yönelmemelidir. Birey olarak, toplum olarak bir kişilik eksikliği, bir ikilik yaşıyoruz. Bir kitle, giyinişinden davranış biçimine, beğenilerine değin Arap-İslam ülkeleri yaşamına öykünüyor; diğer bir kitle de yine aynı şekilde fakat yönü farklı olarak Batı ülkelerinin yaşama biçimine yöneliyor, bir Batı hayranlığı tutkunluğu içinde yaşamını sürdürüyor. Bu ikilik kültürel zenginlik mi yoksa kişiliksizlik mi?
Kılık kıyafetlerimiz bile garip, kişiliksiz. Bakıyorsunuz ayaklar çıplak, dar kot pantolon giymiş, makyajlı, yalnız saçları gözükmesin diye başına türban diye bez bağlamış ya da bone geçirmiş kızlarımız, kadınlarımız, altı kaval üstü şişhane türünden bir görüntü sergiliyor. Öte yandan yabancı marka düşkünlüğü içinde toplumda statü kazanmaya çalışan kişilerin, görgüsüz giyim tarzı zevksizlik örnekleri oluşturan kişinin, toplumdaki yerine, vücut yapısına, sağlık koşullarına uygun, gösterişten, taklitten, marka düşkünlüğünden uzak bir giyim biçimi olmalıdır. Giyimde iki yönlü aşırılığa kaçış gerçekte görüntü kirliliği yaratıyor; giyimdeki zarafeti, inceliği bozuyor.
Eğitim sistemimiz, yerleşik davranış biçimleri, kompleksler, çıkar hesapları, bireyleri sıradanlığa sürüklüyor. Kişilikli olmak bir nitelik, bir artam (meziyet) olarak görülmüyor, tersine “kötü örnek” olur düşüncesi ile kişilikli davrananlar dışlanmaya, tasfiye edilmeye, gözden silinmeye çalışılıyor. Hemen her alanda kişiliği az gelişmiş, isteklere uyum sağlayan, kullanılabilecek kişiler yeğleniyor. Politikada da bürokraside de medyada da eğitim kurumlarında da hatta iş yaşamında da tercihler farklı yönde değil kişilikli olmak bir eksiklik, buna karşı kişilik eksikliği bir tercih nedeni oluyor. Medyayı, TV kanallarını izliyorsunuz. Daha çok kimler ön plana çıkarılmaya çalışılıyor? Belli sesleri yayacak, belli ezberi okuyacak kişiler. Bazen göstermelik olarak kişilikli, bilgili nitelendirdiğiniz kişiler de medyada, TV’de görünüyor ama bu görüntü kısa süreli geçici oluyor.
Yabancıların övdükleri kişilere, açılım toplantılarına çağrılan ve katılanlara, devlet büyüklerimizin yurtiçi, yurtdışı gezilerindeki refakatçi medya mensuplarına bir bakın. Tercihin hangi kritere göre yapıldığına karar verin. Bence, bu tür seçimler, atamalar kişilik konusunda da iyi bir ayraç oluşturuyor; kişiler hakkındaki değer yargılarını pekiştiriyor.
Toplum kişilik kazanamayınca kişilikli olanlar, olmaya çalışanlar bir şekilde geri planlara itildikçe, izlediğimiz politikalarda da bir tutarlılık olamıyor, kişilikli olamama dış politikaya da yansıyor. Günümüzde eksen kayması, Türkiye’nin yüzü Doğu’ya mı, Batı’ya mı dönük tartışmaları yapılıyor. Türkiye’ye öğütlerde bulunuluyor, yol gösteriliyor. AB’den yüzünüzü çevirmeyin veya Ortadoğu’da liderlik yapın. Arap ülkeleri ile daha yakın işbirliğine girin ya da “ekonomik ve siyasal güç, Asya’ya kayıyor, Batı yerine Doğu’ya dönün” türünden aşılamalar, telkinler yapılıyor.
Kişilik gelişmeyince, politikalarda da tutarsızlık başlıyor, yabancı ülke büyükelçileri bile size yol göstermeye kalkışıyor.
Kişiliğiniz, rotanız belli olduğunda kimse sizi yönlendirmeye, yönetmeye kalkışmaz, doğru bildiğiniz yolda gideceğinizi de bilir, kişilik gelişmeyince zikzaklar, telkinler, aşılamalar hatta dayatmalar başlıyor.
Türkiye Cumhuriyeti ne bir Arap ne de bir Batı ülkesidir. Ayrı bir kişiliğimiz, ayrı bir yaklaşımımız, belli bir rotamız olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma bilincine ulaşamadığımız sürece ne yazık ki çalkantılar, eksen kayması tartışmaları sürecektir.
Öztin Akgüç…
Sizlerden Gelen Yorumlar…