Panislamist politikaları açığa çıktı…


Siyaset bilimci Prof. Yavuz Mavi Marmara gemisi olayının AKP hükümetinin gerçek yüzünü gösterdiğini söyledi
Panislamist politikaları açığa çıktı
Ergenekon, muhalefeti susturmak için insanlara yapıştırılan bir yafta. Bu da AKP ve Fethullah cemaatinin ortak işidir.
Cemaat Opus Dei benzeri bir hareket. Cemaat de Opus Dei gibi iktidara endekslendiği ölçüde Tanrı’dan, dinsel kaygılardan ve adalet duygularından uzaklaşmıştır.
SÖYLEŞİ-LEYLA TAVŞANOĞLU
Bir zamanlar Fethullah Gülen cemaatine yakın duran Prof. Dr. Hakan Yavuzla Türkiye’yi son yıllarda saran toplumsal dönüşümü konuşuyoruz. Cemaatlerin ülkeyi nasıl etkisi altına aldığını, AKP-Fethullah Gülen cemaati koalisyonunu, cemaatin Washington ve Ankara eksenli olarak ikiye ayrışmasını anlatıyor.
– Kimi demokrasilerde yurttaşın yerine cemaati koymayı hedefleyen, insan haklarını bu amaç için kullanan postmodern görüşler bulunduğu savı var. Buna ne diyorsunuz?
H.Y.- Demokrasinin sağlıklı çalışması için iki görüş çatışıyor. Birisi liberal, birey eksenli insan haklarını ön plana çıkaran görüş. İkincisi communitariandediğimiz, daha çok cemaatlari ön plana çıkaran yapı. Ama buradaki cemaat dinsel cemaat değil. Dinsel cemaatlerin aşiret bazlı yapılanmalarının demokrasiyle fazla uzlaşı tarafı yoktur.
Türkiye’deki Cemaatler sivil toplum örgütüdürsöylemi yanlıştır. Yani, sivil toplumun alternatifi, karşıtı cemaatsel görüştür. Sosyolog Edward Shills’e göre iki türlü yapılanma vardır. Birisi civic tiesdenilen sivil ilişkiler ve ağların üzerine kurulu toplum, öbürü de primordialdediğimiz, kana, dine dayalı yapılanmalardır. Toplum modernleştikçe sivil ilişkiler yönünün öne çıkması bekleniyor.
Bugünkü cemaat, aşiret ilişkilerine baktığınız zaman bunlar 19. yüzyıldaki ilişkilerden öz itibarıyla çok farklıdır.
Türkiye’de demokrasinin yaşayabilmesi için bireyin insan haklarının üzerine oturması lazımdır. Onun için de laiklik olmadan demokrasi olmaz.
İyi de hangi laiklik?
– Doğru. Laikliğin de farklı yorumları var. Öteden beri laiklikle sekülarizm tartışması sürüyor. Ama burada laikliğin karakterini ve yapısını belirleyen o toplumdaki dinsel yapılanma ve dini öğretiyle ilgilidir.
Örneğin ABD’de laiklik daha yumuşaktır. Çünkü o ülkede birbirini dengeleyen pek çok cemaat var ve orada dinin iktidar olma iddiası yok. Ama Fransa ve Türkiye’ye bakalım. Hem Katolik Kilisesi’nin hem Hanefi Sünni İslamın iktidar hedefi olduğu için ve onları dengeleyecek güçte başka dinsel yapılar bulunmadığı için devlet hem Fransa’da hem Türkiye’de daha sert bir laikliği benimsemiştir.
Türkiye konusunda benim algılamam şu: Türkiye gittikçe leblebileşiyor. Yani Balkanlaşıyor. Türkiye’de artık ortak değerler, ortak amaç kalmadı. Türkiye’de farklı cemaatler, mahalleler var. Bu cemaat ve mahallelerin gazeteleri, dergileri, televizyonları, aydınları bulunuyor. Her cemaatin, her tarikatın bir söylemi ortaya çıkıyor. Bunlar arasında da ortak bir dil yok. Toplumun bugünkü durumunda artık ortak, ahlaki değerleri kalmamış. İyi yaşam konusunda da bir uzlaşma zemini bulunmuyor. Leblebi gibi oraya buraya yuvarlanmamız tarihi algılamamızı da etkiliyor. Bir zamanlar devletin gücü, iktidarı farklılıkları bir arada tutuyordu. Ama bugün devlet de zayıfladığı için artık taraf oldu.
Muhalefeti davalarla susturma stratejisi
– Devletin meşruiyetinin tartışılması Ergenekon davasıyla bağlantılı mı?
– Evet. Ergenekon bir sıfat. Yani muhalefeti susturmak için insanlara yapıştırılan bir yafta haline getirilmiştir. Bu hem AKP hem cemaat tarafından yapılmıştır. Ortaklaşa bir iştir.
Ergenekon muhalefeti susturmak ve sindirmek, devleti de taraf haline getirmek için ortaya çıkarılan bir dava. Bence bu dava sonuçlanmış, karar verilmiştir. Halk bu dava konusunda karpuz gibi tamamıyla ikiye bölünmüştür. Bu tamamıyla bir siyasi dava olmuştur. Bakın, 2002’den beri Türkiye’de birtakım davalar açıldı. Birisi Van Üniversitesi Rektörü davasıydı. Van Üniversitesi Rektörü’nün dedesi Ermeniydi diye bazı İslamcı gazetelerde yayınlar yapıldı. Ama yargılama sonucunda hiçbir şey ortaya çıkmadı. Ardından Sauna, Atalar çeteleri davaları açıldı. Bunlardan da bir şey çıkmadı. Derken Ergenekon davası yıldırım gibi geldi. Bu davadan yüzlerce insan içerde yatıyor. Neyle suçlandıklarını da bilmiyorlar. En son da Balyoz darbe planı meselesi ortaya atıldı. Aslında bu bir doktora çalışması olmalı. Yani 2002’den beri muhalefeti susturmanın stratejisi nedir, çalışması yapılmalı.
– Bir zamanlar toplumu bir arada tutacak önemli bir unsurun piyasa ekonomisi olduğu söylenirdi. Ona ne oldu?
– Piyasa ekonomisinin toplumu daha da parçaladığını görüyoruz. Çünkü piyasanın kâr elde etme güdüsü toplumun parçalanmasını hızlandırdı. Sorulması gereken soru şu: Türk toplumunu bir arada tutan çimento nedir?
– Başbakan Erdoğan bu çimentonun din olduğunu söyledi…
– Bu mümkün değil. Çünkü İslam konusunda da artık uzlaşı sağlayamıyoruz. Ne bugünkü İslamın rolü hakkında ne de İslamın geçmişiyle ilgili bir uzlaşımız olduğu için İslamı çimento haline getirmemiz çok güç. Hangi İslam? Arapların yorumladığı İslam mı? Alevi İslamı mı? Yoksa İran İslamı mı? İslam denilen din ve kültür çok farklı okumalara, algılamalara müsaittir. Türkiye’nin Batılılaşma projesi, ulus devlet mayası vardı. Bunlar çimentosuydu. Ama bugün biraz da 12 Eylül’ün mirası sonucu bu çimento darmadağınık olmuş durumda. Türk toplumunu bir arada tutan ihtiyaçlarıdır. Evet, bu ihtiyaçları karşılayacak bir siyasa var. Ama insanların bu ihtiyaçlarının ötesine giden ortak değerleri kalmadı.
Ulus devletin son çivileri sökülüyor
– Yani Türkiyede ulus devlet yıkılıyor mu?
– Büyük oranda tasfiye ediliyor. Son çivileri sökülüyor. Özellikle orduya karşı saldırılar, Ergenekon davası Türkiye’deki ulus devleti tamamıyla kemiksiz bırakmaktır. Yani Türkiye farklı cemaatlerin yaşadığı, ortak değerler kümesinin olmadığı bir alışveriş merkezine dönüşüyor. Özetle, Türkiye otelleşiyor da diyebiliriz. Yani bir vatan olmaktan çıkıyor, bir otele dönüşüyor. Oteldeki ortak kullanım alanıyla ilgili kurallarıysa AB’nin ya da ABD’nin belirlemesini bekler bir hale geldik. CHP İstanbul İl Başkanı Berhan Şimşekin bir açıklaması var. İhtiyaçlar siyaset için gereklidir. Ama siyaset üretmek için yeterli değildirdiyor. Bu saptama bence çok önemli. Türkiye’nin ihtiyaçlarının ötesinde birtakım değerler, amaçlar üzerinde siyaset kurması lazım. Yani bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacımız var. Bugünkü iktidar toplumun bütününün değil, biraz da hınçlı bir parçasının temsilcisi olduğu için toplumsal sözleşme üretme konusunda başarılı olamadı. Olacaklarını da sanmıyorum.
– Neden?
– Çünkü bugünkü iktidarın temel amacı paylaşım. AKP, yandaşlarıyla birlikte bir paylaşım şirketidir. Ne yazık ki AKP Türkiye’yi kucaklayamadı; insanların korkularını gideremedi. İnsanların korkularını daha da arttırdı. Türkiye bir korku cumhuriyeti haline geldi. Telefonda dahi insanlar rahat konuşamıyor. İnsanların konuşma özgürlüğünün alındığı bir toplumda, özel hayatlarına, yatak odalarına kadar girildiği bir ortamda, bırakın düşünce üretmeyi, rahatlıkla duygularınızı yaşamanız bile mümkün değildir. Türkiye’de ortak dil, ortak değerler yok. Türkiye’de ortaya çıkan bugünkü yapı postmodern feodalleşmedir. Bana göre AKP dinde çok büyük bir reform yaparak İslamın şartını ikiye indirdi. Birisi başörtüsü, öbürü de alkollü içki yasağı. Allah’a şükür bunların dışındaki bütün konularda serbestiz. Yoksulluk, yolsuzluk diz boyu. Camilerimiz ne kadar doluyorsa ülkedeki rüşvet, yolsuzluk o kadar artıyor. Burada bir paradoks var. Bu da şunu gösteriyor: Demek ki ahlaklı olmak için din yeterli değil. Ahlaklı olmakla dindar olmak arasında doğrudan bir ilişki olmadığını görmemiz lazım. Bugün Türkiye’de gördüğümüz şu: Kadınlar başlarını örtecek, içki içilmeyecek ama mümkün olduğu kadar lüks tüketim yapılacak. Lüks tüketmek için de büyük hırsızlıklar yapılacak. Özellikle emlak alanında, devlet ihalelerinde böyle bir yapı ortaya çıktı. Bu arada dinsel muhafazakârlık hızlı biçimde artıyor. Dinsel muhafazakârlık rutubet gibidir. Her zaman göremezsiniz ama her zaman hissedersiniz. O sizin günlük yaşam şeklinizi değiştirir.
– Siz bir zamanlar Gülen cemaatine yakın bilinirdiniz. Bir süre sonra cemaatten uzaklaştınız. Neden?
– Ben hayatımın hiçbir döneminde cemaatçi olmadım. Ama 28 Şubat sürecinde aleyhte çok yazı yazdım. Bu sürecin çok büyük bir hata olduğunu, Türkiye’de özellikle ordunun meşruiyetine çok büyük darbe vuracağını yazdım, söyledim. Cemaate suçlu muamelesi yapılmasını da doğru bulmadım. Bugün Ergenekon konusundaki tavrımla o zaman cemaat konusundaki tavrım aynıdır. Bu tavırlarla yaralar açılıyor, toplumda hınç duyguları körükleniyor. Bunun toplumun sağlıklı düşünmesine yarayacağı kanısında hiç değilim. Ben dini, özellikle İslamı çok ciddiye alıyorum. Bu toplumda İslamiyetsiz demokratikleşmenin ve modernleşmenin başarıya ulaşacağını hiç sanmıyorum. İslama karşı değil de İslamla birlikte bir modernleşme olmalı. Burada İslam da dönüşüyor ve modernleşiyor. Bu toplumun gelişmesi için dini düşman görmemesi, insanların da dini kendilerini içine hapsettikleri bir cezaevi gibi algılamamaları gerekiyor. Yani din bir pencere olarak algılanmalı. Öte yandan ben cemaat karşıtı, cemaat düşmanı bir insan değilim. Yine de olumsuz yazılar yazdım. Cemaatin özellikle AKP’yle koalisyonu sonucu ciddi biçimde siyasallaştığına, artık bir dini hareket olmanın ötesinde iktidarı ele geçirme hareketine dönüştüğüne inanıyorum. Cemaate yakın bürokratlar AKP iktidarında belli görevlere gelince cemaatin Türkiye’deki yapısı ciddi biçimde AKP’lileşti. Kendi iktidarlarını AKP’nin geleceğine eşitledi. Burada kaybeden cemaat, kazanan AKP oldu.
Fethullahçılar ikiye bölündü
– Cemaat sanki ikiye bölünmüş durumda. Türkiyedeki cemaatle ABDdeki cemaat arasında bir ayrışma olduğu söyleniyor. Hatta Mavi Marmara baskınından sonra Fethullah Gülenin yaptığı açıklamanın bunun bir göstergesi olduğu görüşleri var. Siz buna ne diyeceksiniz?
– Cemaat çok geniş bir kitle. Küreselleşirken yerelleşiyor da… Fethullah Hoca’yla onun dışındaki mekanizmalar arasında gittikçe ayrışma artıyor. Fethullah Hoca’nın Wall Street Journal’da Mavi Marmara’yla ilgili açıklaması, aynı gün Zaman gazetesinin konuşmanın metnini yayımlamayıp öyle demedi de böyle dedigibi yayın yapması, Fethullah Hoca’ya rağmen bir Fethullahçılığın üretildiğini de ortaya koyuyor. Ama Türkiye’de Fethullah Hoca adına hareket ettiğini söyleyen birtakım yapılar var. Bir de Fethullah Hoca’ya rağmen üretilen bir Fethullahçılığın varlığını biliyoruz. Fethullah Hoca’nın bu durumdan ne derece haberdar olup olmadığını bilmiyorum ama onun etrafında çok ciddi mekanizmaların çalıştığı ve duvarların örüldüğünü görüyoruz. Fethullah Hoca bütün olayları takip edemiyor. Türkiye’de özellikle AKP’yle işbirliği içinde olan cemaat yapıları ve ağları Fethullah Hoca adına hareket ediyor. Ben Fethullah Hoca’nın Türk Silahlı Kuvvetleri’ni direkt olarak hedef alacağını hiç sanmıyorum. Ama Türkiye’deki cemaatte bazı yapıların Türk Silahlı Kuvvetleri’ni direkt olarak hedef aldıklarını görüyoruz. Ayrıca bu yapılar örneğin Türkan Saylanın toplum içinde gayri meşru hale gelmesi için annesinin Hıristiyanlığına kadar müdahale ettiler. Cemaat büyüdükçe, mesafeler arttıkça farklı okumaların ortaya çıktığını görüyoruz. Onun için cemaat adına yapılan her hareketi Hoca yaptırdı demek mümkün değil. Mavi Marmara bence cemaat için bir dönüm noktasıdır. Ayrıca Mavi Marmara, AKP’nin ABD’de niyetlerinin anlaşılması bakımından çok önemli bir rol oynamıştır. Türk dış politikasının panislamist bir yöne yöneldiği konusundaki endişeleri haklı çıkarmıştır. Fethullah Hoca Mavi Marmara olayını görünce, AKP, Hamas, Hizbullah, İran’la aynı karede görünmemek için Wall Street Journal’a o açıklamayı yapmıştır.
– Peki, onlarla aynı karede neden görünmek istemiyor?
– Çünkü küreselleşen bir cemaatin bu karenin içinde yer almasının ağır bir faturası olacağını düşünüyor. Fethullah Hoca’nın düşünce ekseninde Washington var. Türkiye’deki cemaatin düşünce ekseninde ise Ankara bulunuyor. Bundan dolayı da arada ciddi farklılıklar ortaya çıkıyor.

Türkiye’de oynanan oyun dindarlaşma değil, dincilik
– Opus Dei de masonik bir örgüte benzetildiğine göre Cemaatte de bir masonik yapı var diyebilir miyiz?
– Çıkarları ön plana çıkaran bir hareket haline geldi, denebilir. Benim, Fethullah Gülen hareketini anlayabilmek için dört odak noktam var. Birisi, Protestan İslamı, ikincisi İslamsız İslam, üçüncüsü Opus Dei ve nihayet Tanrı’nın mezarının kazılması.
Bir de Fethullah Gülen hareketiyle Said Nursi arasındaki ilişki üzerinde durmamız lazım. Kendi okumam açısından Said Nursi bir düşünürdü. Yaşamına bakınca bir sivil direnişçiyi görüyoruz. Belli oranda moderniteye, ulus devlete, laikleşme sürecine direnişi var. Çok girintili çıkıntılı düşünen bir muhakeme gücüne sahip. Duruşuyla bir direniş teolojisi ortaya koydu. Mala mülke önem vermiyor. İslamın temel hedefinin ahlak olduğunu söylüyor. Said Nursi İttihat ve Terakki’yle birlikte Abdülhamite karşı mücadele etmiştir. Said Nursi bugün hayatta olsaydı bence AKP’ye karşı muhalefet öncülüğü yapardı.
Bugün AKP iktidarında tıpkı Abdülhamit döneminde olduğu gibi hafiyecilik var. Telefonlarımız dinleniyor. Özel yaşamlarımız mercek altına alınıyor. Özetle Said Nursi hareketiyle Gülen hareketi arasında bugün önemli bir bağ kalmadı. Gülen Hareketi’nde hedef güç ve iktidar, Bediüzzaman’da ise hedef bireydi. Said Nursi’de paylaşma vardı. Gülen hareketinde ise Rabbena hep banaanlayışı hâkim. Yani her şey bize ait olsun, bizim kontrolümüz altında olsun istiyorlar.
– AKPyle koalisyonla birlikte Gülen cemaati artık herkese eşit mesafede değil mi?
– Değil. Bugün artık taraf. Gülen hareketi Said Nursi’den geriye doğru gidiştir. Fethullah Hoca öldükten sonra bu modernitenin ağları içine giren, o ağları kontrol ettiğini sanan bugünkü cemaat, o ağlar tarafından nasıl esir alındığını bir kuşak sonra görecektir. Türkiye’de aslında dindarlaşma değil, dincilik oyunu var. Bu oyun başörtüsü baskısı yapmak ve alkolü yasaklatmaya çalışmakla oynanıyor. Keşke Türkiye’de bugün Anadolu İslamı etkili olabilseydi. Bunun en önemli unsurları Yunus Emrenin sevgisi, Mevlananın hoşgörüsü, Hacı Bektaş Velinin akılcılığıdır. Keşke biz bugün bu Anadolu İslamı ışığında bir sözleşme üretebilsek. Ama bunların bu değerleri anlayacak birikimleri de yok. Bakın, bu insanlara kızarak İslama kızmamak lazım.

CEMAAT ÖÇ ALMA PEŞİNDE
– Siz böyle söylüyorsunuz ama daha 1990lı yıllarda Fethullah Gülen, cemaatine, fark ettirmeden devletin bütün organlarına sızma ve zamanı geldiğinde de iktidarı ele geçirme talimatı vermedi mi?
– Evet, söyledi diyebiliriz. Geçmişe dönüp baktığımda o zamanlar da bu yönde arzuları olduğunu görebiliyorum. Ama artık 2010’da bu arzular ciddi olarak hayata geçti. Geçmişte tüm siyasal hareketlere eşit mesafede duran bir cemaat vardı. Bugün ise tamamıyla AKP’yle koalisyon içinde, iktidarı hedeflemiş, öç isteyen bir cemaat karşımızda duruyor.
Cemaati uzun vadede tehlike olarak görmüyorum. Çünkü bugün Türkiye’de bir Protestan İslamı ortaya çıkıyor. Cemaat, modern ağlara, ticarete, medyaya, finans sektörüne, turizme girdikçe o modern ağlar da cemaatin içine giriyor. Yani cemaat moderniteyi ele geçirdiğini düşünürken aslında ele geçirilen cemaat oldu. Yani cemaat kısa dönemde olmasa bile uzun dönemde Tanrı’nın mezarını kazıyor.
– Siz bir de Cemaatle Opus Dei arasında bağlantı kuruyorsunuz. Bunu anlatır mısınız?
– Cemaat’i anlamak için biraz da Opus Dei hareketini bilmek lazım. Katolik Kilisesi’nde bugün en önemli tarikat Opus Dei’dir. Opus Dei birçok Katoliği rahatsız eder, çünkü elitisttir. Kontrolü ön plana çıkarır. İktidara endekslenmiştir. İktidara endekslendiği ölçüde de Tanrı’dan, dinsel kaygılardan ve adalet duygularından uzaklaşmıştır. Böylece burada da Opus Dei benzeri bir hareket ortaya çıkıyor.

Enhanced by Zemanta
  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın

Adelina Sfishta

Okuyanlar Özgür Olmalı

Evrim Teorisi Online

Evrim hakkında herşey...

Virginia Woolf

Herkes kendi geçmişini, kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları sadece onun başlığını okuyabilir.

ODILA BLOGGER by OAS

Turkish Geeks on Life & Politics...

YAŞAMAK ŞAKAYA GELMEZ

Facebook adreslerimiz: http://www.facebook.com/ata.fecob - http://www.facebook.com/pages/fvco/107464239362228

Komeleya Çand û Integrasyon a Kurd Luzern

Kürdischer Kultur und Integrationsverein Luzern/Mythenstrasse7,6003 Luzern

eren@home ~ $

Açık Kaynak, Linux, Programlama Dilleri, Amatör Telsizcilik gibi konular üzerine düşünceler

Ata FE COB

"En büyük yenilgimiz, bir alternatif fikrini kaybetmiş olmamızdır." ___Michael Lebowitz

WordPress.com

WordPress.com is the best place for your personal blog or business site.

CHP SULTANGAZİ

"Direnme gücü, dünya “evet” sözcüğünü duymak istediğinde 'HAYIR' diyebilme yetisidi" E. Fromm. ________“12 Eylül’de ‘HAYIR’ oyu vererek tokat atın, okyanus ötesinden de duyulsun” KILIÇDAROĞLU