Şok Doktrini-Naomi Klein…



Şok Doktrini...

Şok Doktrini-Naomi Klein...

Toplum yaşadığı şok ve travmayla sarsılırken, sistem önceden planlanmış politikaları hayata geçirmekle meşgul oluyor. Sistem bir sonraki toplumsal şoka kadar ki öngörü ve analizleri de masaya yatırarak, akıl süzgecinden geçirip devlet politikası olarak oylamaya sunar. Yalnızca Türkiye’de değil, dünyada da bütün önemli değişimlerden önce şoklar yaşanmış veya bir şekilde yaşatılmış. Ve bu şoklar yalnızca beynimizi değil, dünyamızı da şekillendiriyor.


KİTAP HAKKINDA BİLGİ…
Yayın Evi
Yazar
Çevirmen
 No Logo” adlı kitabıyla bütün dünyada adından söz ettiren Naomi Klein‘a göre, küresel çaptaki serbest piyasanın zafere demokratik araçlarla ulaştığı düşüncesi bir safsatadan ibarettir. Üstelik, ‘şok terapisi’ doktrinine uygun şokların uygulanmasının hemen ardından, toplumların hızla büyük çokuluslu şirketlerin çıkarları doğrultusunda sil baştan düzenlenmesini gerektiren felaket kapitalizmi macerası aslında hiç de 11 Eylül 2001’le başlamamıştır. Klein bu politikanın izlerini çok gerilere, elli yıl önce Chicago Üniversitesi’nin iktisat bölümünün Milton Friedman‘ın yönetiminde olduğu zamana kadar sürer. Friedman’ın ve Chicago Okulu iktisadının görüşleri doğrultusunda, ekonomik politikalar ve ‘şok ve dehşet’ salan savaşlar ile 1950’lerde CIA‘in finanse ettiği üstü örtülü elektroşok ve duyusal yoksunlaştırma deneyleri arasında doğrudan bir bağ vardır ve bu bağ günümüzde Guantanamo Körfezi’ndeki ‘hukuk-dışı’ hapishanelere kadar devam ettirilmiştir. Naomi Klein’ın bu kitabı, Şili’deki 1973 Pinochet darbesinden 1989’da Çin’de Tiananmen Meydanı katliamına ve 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılışına kadar dünyanın manzarasını değiştiren olaylarda şok doktrini yönteminin nasıl uygulandığını ve ‘büyük şirketlerin çıkarlarını kollayan’ yeni kapitalizm modelinin dünya halkları adına nasıl bir yıkım ve yoksulluğa yol açtığını takip etmek bakımından eşsiz bir kaynaktır.
ISBN
9786051030753
Sayfa Sayısı
640
Basım Tarihi
Mayıs 2010

Naomi Klein

Naomi Klein...

Ama ilginç olan bir şey var ki; 21. Yüzyıl’da kapitalizm, hüküm süremediği, bakir toprakların kapılarını “İnsan Hakları ve Özgürlük” anahtarlarıyla aralıyor. Ve yıllarca monarşiye mahkum edilen toplumlar, bu değişim teklifi karşısında sessiz kalamıyorlar. Cellâtlarının nazik davranışları kanmaya hazır, umudunu yitirmiş kurbanların aklını çeliyor

Azad Koala
Son zamanlarda öylesine yoğun ve baş döndüren bir gündemle karşı karşıyayız ki; çok fazla olaya tanıklık etmemize rağmen hiçbir şeyi algılayamıyoruz. İhtiyaç duyduğumuz cevaplara ulaşmak için daha çok soru sorup, daha geniş bir zamanı oyuna dahil etmeliyiz. Çünkü, üstümüze boca edilen devletimizin kirli geçmişinin küçük notlarından ibaret olan bilgi kırıntıları bile “devletine koşulsuz, şartsız” bağlı halkımızı derinden sarsmaya yetti. Saygıdeğer devletimizin Ayh(y)andan Çark(lı)ın kahraman evlatlarının, Kürdistan’da estirdikleri zulüm kasırgalarını televizyonlarda ballandıra ballandıra anlatmaları, medya tarihine geçecek izlediğim en iyi show programlarından biriydi. Yok etmeye programlı özel kuvvetlerle, sistematik bir şekilde yürütülen savaşın yarattığı kabusları hala atlatamayan üvey kardeşin, şiddetle özdeş gerçeğiyle tanışan Türk halkı ise, hâlâ o şoku sorgulama aşamasına gelmedi.
Nasıl gelsin ki? Bütün ezberleri elinde patladı. Zira, bir gün yeni gelen zeki Kemalist öğretmen sınıfa girdi ve eliyle tanrı katına yükseltilmiş “yüce önder”in tablosunu kastederek “Aaa, bu bizim Mustafa değil mi!” dedi. Şimdi ise sekizi zorunlu olmak üzere asgari 15 yıllık okul hayatı boyunca okuduğu tarihin aslında “masallardan” ibaret olduğunu öğreniyor. Peki ne oldu, elindeki kartlar yandı. Kartların yeniden dağıtılmasıyla oyunun gidişatı da değişti haliyle.
Ortalıkta dolaşan “Kürdistan” haritalarına iyi bakın. Zira, bu şok havasını atlattığımızda coğrafi bilgilerimizi yeniden tazeleme ihtiyacı hissedebiliriz.
Naomi Clein’in “Şok Doktrini” teorisine göre; toplum mühendisleri ve uluslararası güçler, büyük  politik değişiklikler ile filli müdahalelerden önce siyasi arenada rahat manevra alanına erişmek, hayata geçirmeye çalıştıkları projelerde, toplumun tepkilerine müdahale etmek ve risk analizinden endişe duymamak için projenin etki alanına giren herkese bir tür “şok” terapisi uyguluyorlar.
“Psikiyatride uygulanmak üzere Prof. Cameron’un geliştirdiği şok terapi, 50’lerin sonlarından itibaren tutukluların sorgulanması ve onlardan bilgi elde edilmesinde bir araç olarak da kullanılmaya başlandı. Terapi, psikolojik ve fiziksel olarak kişinin gerçekle ilişkisinin kesilerek, arındırılmış belleğine istenen ideal bilgilerin yüklenmesi ile yeni bir kişilik kazanmasını öngörür. Daha sonraları ülkenin serbest piyasa ekonomisine geçişinde, Prof. Friedman’ın öncüllüğünü yaptığı Chicago Okulu’nun görüşlerinin hayata geçirilmesinde de, bu terapi kullanıldı. Bu kapsamda “Şok Doktrini” bir ülkenin bir ekonominin doğal ya da yapay şoka sokulmasını, birinci şokta insanlar oryantasyonlarını kaybetmişken, ikinci bir şokla istenen ekonomi politikalarını hızla, ödünsüz uygulanmasını içerir”. (Naomi Clein, The Shock Doctrine, 2007).
Şok terapileri bir çok ülkede geçmişte uygulandı. Bugün ise hâlâ dünyaya hükmetme savaşı veren güçlerin kolay kolay  vazgeçemeyecekleri etkili bir yöntem olarak tercih ediliyor. Şok terapileri; Şili, Brezilya, Arjantin, Endonezya, Uruguay, Bolivya, Polonya, Rusya ve Çin gibi ülkelerde ve elbette Türkiye’de uygulandı. Ülkelerin ulusal sermayeye dayalı ekonomilerini neo-liberal politikalarla yönlendirerek, serbest piyasa denizine açılmalarını sağlamak, o ülkenin geleceği için planlanan projelerin hayata geçirilmesi konusunda hakim güçlerin elini kuvvetlendiriyor.
Ama ilginç olan bir şey var ki; 21. Yüzyıl’da kapitalizm, hüküm süremediği bakir toprakların kapılarını “İnsan Hakları ve Özgürlük” anahtarıyla aralıyor. Ve yıllarca monarşiye, totaliter, zorba iktidarlara mahkum edilen toplumlar, bu değişim teklifi karşısında sessiz kalamıyorlar. Yeni cellâtlarının nazik davranışları kanmaya hazır, umudunu yitirmiş kurbanların aklını çeliyor haliyle.
Şili’de Salvador Allende’nin iktidarının darbeyle düşürülmesinin ardından Pinochet’in dümeni eline alması planlanmış bir şoktu. Aynı şekilde Türkiye’de güçlü bir sivil toplum örgütlenmesine sahip olan toplumun “demokratikleşme” çaba ve arzusuna karşı askerin 80 darbesiyle cevap vermesi, Türk ve Kürt halklarına yaşatılan, tasarlanmış bir şoktu.
’80 Darbesini “Yüce Türk toplumu”na kazandıran “hassas (hasta) ruhlu, ince düşünceli (kalın kafalı), duyarlı (duygusuz), sanatçı duyarlılığıyla tanıdığımız general(imiz), sıkıyönetim ilan ederek ülkeyi savaş alanına, sokakları atış poligonuna, cezaevlerini cehennem kazanlarına, okulları kışlaya, camileri devlete itaat ve ibadet edilen tapınaklara çevirdi.
Kenan Evren’in ardından büyük bir seçim zaferiyle iktidara gelen Turgut Özal hükümeti, 1993 yılında “Kürt Sorunu”ndaki çözümsüzlüğün farkına vararak, PKK ile görüşmelere başladı. Ama her ne hikmetse o gün “33 silahsız askerin öldürülmesi” barışın konuşulacağı masayı “intikam yeminlerinin” edildiği bir “kutsal savaş” mabedine çevirmişti. Oysa o ölen 33 er, savaşın rantını yiyenlerin ne ilk ne de son kurbanlarıydı.
“25 Mayıs 1993… Bakanlar Kurulu ilk kez gerçek bir af için toplandı. O gün derin devlet PKK’ye sahte bilgi verip, dezenformasyon yaparak 33 erin öldürülmesini sağladı. 17 yıl geçti bir daha çözüme bu kadar yaklaşılmamıştı”. (Ümit Fırat, Neşe Düzel Röportajı)
Latin Amerika’nın yakın tarihinin en kanlı diktatörü Pinochet 91 yaşında yargılanmadan öldü. Türkiye’de askerlerin hukukçulara sipariş edip, kendi elcağızlarıyla yaptığı ‘82 anayasasında yer alan ve paşamızın kıçını kurtaran kanun maddesi, asla değiştirilmesi dahi teklif edilmeyen utanç vesilemiz olarak öylece durduğu sürece de şu sıralar Sibel Can’ın “tablo kıvamına gelen” haliyle meşgul olan Kenan Evren de “hesap verme kıvamına” gelmez, gelmeyecek de elbette.
Şimdi yeni bir küresel krizle boğuşuyor dünya. Neo-Liberalizm tarihinde benzer krizler; 1973′te Şili’de, 1989′da Çin ve Polonya’da , 1993′te Rusya’da ve 1997 – 1998′de Asya’da yaşandı. Ekonomik krizleri takip etmişseniz orada da benzer şokları ve akabinde gelen politik değişimleri hatırlayacaksınız.
Bir ülkenin ekonomisinde kimler söz sahibiyse, politikalarını da onlar belirler. Politikacılar ki-konformist mantaliteye sahip olmayanını bulmak zordur- bu oyunda birer piyondan farksızdır.
Küresel kriz devam ederken, Rusya, Karabağ sorununu görüşmek için Ermenistan ve Azerbaycan ile üçlü zirve yaptı. Amerika yeni başkanını seçti ama öncesinde Kürdistan Federal Hükümeti Başkanı Mesut Barzani, ABD’de görüşmelere katıldı.
Bugün Türkiye, ekonomisi ve borsası ile tamamen dışarıya bağlı. O yüzden olan biteni anlamak için açıyı geniş tutmamız gerekiyor. Ekonomisi yabancıların elinde olan devletin, devlet olma vasfı kalmamıştır.
Aktütün, Dağlıca, Güngören olayları; hukuk dışı uygulamaları geri getirmek, ekonomik gerilemeleri mazur göstermek, politik “taviz”leri kabul ettirmek için zemin hazırlama amacı taşıyan eylemleri akla getiriyor. Yani kısaca yaşadığımız “şiddet içerikli” şoklar, önceden planlanmış politikaların bir uygulamasından ibaret olabilir.
Toplum yaşadığı şok ve travmayla sarsılırken, sistem önceden planlanmış politikaları hayata geçirmekle meşgul oluyor. Sistem bir sonraki toplumsal şoka kadar ki öngörü ve analizleri de masaya yatırarak, akıl süzgecinden geçirip devlet politikası olarak oylamaya sunar. Yalnızca Türkiye’de değil, dünyada da bütün önemli değişimlerden önce şoklar yaşanmış veya bir şekilde yaşatılmış. Ve bu şoklar yalnızca beynimizi değil, dünyamızı da şekillendiriyor.
Ama ilginç olan bir şey var ki; 21. Yüzyıl’da kapitalizm, hüküm süremediği, bakir toprakların kapılarını “İnsan Hakları ve Özgürlük” anahtarlarıyla aralıyor. Ve yıllarca monarşiye mahkum edilen toplumlar, bu değişim teklifi karşısında sessiz kalamıyorlar. Cellâtlarının nazik davranışları kanmaya hazır, umudunu yitirmiş kurbanların aklını çeliyor
Azad Koala
Son zamanlarda öylesine yoğun ve baş döndüren bir gündemle karşı karşıyayız ki; çok fazla olaya tanıklık etmemize rağmen hiçbir şeyi algılayamıyoruz. İhtiyaç duyduğumuz cevaplara ulaşmak için daha çok soru sorup, daha geniş bir zamanı oyuna dahil etmeliyiz. Çünkü, üstümüze boca edilen devletimizin kirli geçmişinin küçük notlarından ibaret olan bilgi kırıntıları bile “devletine koşulsuz, şartsız” bağlı halkımızı derinden sarsmaya yetti. Saygıdeğer devletimizin Ayh(y)andan Çark(lı)ın kahraman evlatlarının, Kürdistan’da estirdikleri zulüm kasırgalarını televizyonlarda ballandıra ballandıra anlatmaları, medya tarihine geçecek izlediğim en iyi show programlarından biriydi. Yok etmeye programlı özel kuvvetlerle, sistematik bir şekilde yürütülen savaşın yarattığı kabusları hala atlatamayan üvey kardeşin, şiddetle özdeş gerçeğiyle tanışan Türk halkı ise, hâlâ o şoku sorgulama aşamasına gelmedi.
Nasıl gelsin ki? Bütün ezberleri elinde patladı. Zira, bir gün yeni gelen zeki Kemalist öğretmen sınıfa girdi ve eliyle tanrı katına yükseltilmiş “yüce önder”in tablosunu kastederek “Aaa, bu bizim Mustafa değil mi!” dedi. Şimdi ise sekizi zorunlu olmak üzere asgari 15 yıllık okul hayatı boyunca okuduğu tarihin aslında “masallardan” ibaret olduğunu öğreniyor. Peki ne oldu, elindeki kartlar yandı. Kartların yeniden dağıtılmasıyla oyunun gidişatı da değişti haliyle.
Ortalıkta dolaşan “Kürdistan” haritalarına iyi bakın. Zira, bu şok havasını atlattığımızda coğrafi bilgilerimizi yeniden tazeleme ihtiyacı hissedebiliriz.
Naomi Clein’in “Şok Doktrini” teorisine göre; toplum mühendisleri ve uluslararası güçler, büyük  politik değişiklikler ile filli müdahalelerden önce siyasi arenada rahat manevra alanına erişmek, hayata geçirmeye çalıştıkları projelerde, toplumun tepkilerine müdahale etmek ve risk analizinden endişe duymamak için projenin etki alanına giren herkese bir tür “şok” terapisi uyguluyorlar.
“Psikiyatride uygulanmak üzere Prof. Cameron’un geliştirdiği şok terapi, 50’lerin sonlarından itibaren tutukluların sorgulanması ve onlardan bilgi elde edilmesinde bir araç olarak da kullanılmaya başlandı. Terapi, psikolojik ve fiziksel olarak kişinin gerçekle ilişkisinin kesilerek, arındırılmış belleğine istenen ideal bilgilerin yüklenmesi ile yeni bir kişilik kazanmasını öngörür. Daha sonraları ülkenin serbest piyasa ekonomisine geçişinde, Prof. Friedman’ın öncüllüğünü yaptığı Chicago Okulu’nun görüşlerinin hayata geçirilmesinde de, bu terapi kullanıldı. Bu kapsamda “Şok Doktrini” bir ülkenin bir ekonominin doğal ya da yapay şoka sokulmasını, birinci şokta insanlar oryantasyonlarını kaybetmişken, ikinci bir şokla istenen ekonomi politikalarını hızla, ödünsüz uygulanmasını içerir”. (Naomi Clein, The Shock Doctrine, 2007).
Şok terapileri bir çok ülkede geçmişte uygulandı. Bugün ise hâlâ dünyaya hükmetme savaşı veren güçlerin kolay kolay  vazgeçemeyecekleri etkili bir yöntem olarak tercih ediliyor. Şok terapileri; Şili, Brezilya, Arjantin, Endonezya, Uruguay, Bolivya, Polonya, Rusya ve Çin gibi ülkelerde ve elbette Türkiye’de uygulandı. Ülkelerin ulusal sermayeye dayalı ekonomilerini neo-liberal politikalarla yönlendirerek, serbest piyasa denizine açılmalarını sağlamak, o ülkenin geleceği için planlanan projelerin hayata geçirilmesi konusunda hakim güçlerin elini kuvvetlendiriyor.
Ama ilginç olan bir şey var ki; 21. Yüzyıl’da kapitalizm, hüküm süremediği bakir toprakların kapılarını “İnsan Hakları ve Özgürlük” anahtarıyla aralıyor. Ve yıllarca monarşiye, totaliter, zorba iktidarlara mahkum edilen toplumlar, bu değişim teklifi karşısında sessiz kalamıyorlar. Yeni cellâtlarının nazik davranışları kanmaya hazır, umudunu yitirmiş kurbanların aklını çeliyor haliyle.
Şili’de Salvador Allende’nin iktidarının darbeyle düşürülmesinin ardından Pinochet’in dümeni eline alması planlanmış bir şoktu. Aynı şekilde Türkiye’de güçlü bir sivil toplum örgütlenmesine sahip olan toplumun “demokratikleşme” çaba ve arzusuna karşı askerin 80 darbesiyle cevap vermesi, Türk ve Kürt halklarına yaşatılan, tasarlanmış bir şoktu.
’80 Darbesini “Yüce Türk toplumu”na kazandıran “hassas (hasta) ruhlu, ince düşünceli (kalın kafalı), duyarlı (duygusuz), sanatçı duyarlılığıyla tanıdığımız general(imiz), sıkıyönetim ilan ederek ülkeyi savaş alanına, sokakları atış poligonuna, cezaevlerini cehennem kazanlarına, okulları kışlaya, camileri devlete itaat ve ibadet edilen tapınaklara çevirdi.
Kenan Evren’in ardından büyük bir seçim zaferiyle iktidara gelen Turgut Özal hükümeti, 1993 yılında “Kürt Sorunu”ndaki çözümsüzlüğün farkına vararak, PKK ile görüşmelere başladı. Ama her ne hikmetse o gün “33 silahsız askerin öldürülmesi” barışın konuşulacağı masayı “intikam yeminlerinin” edildiği bir “kutsal savaş” mabedine çevirmişti. Oysa o ölen 33 er, savaşın rantını yiyenlerin ne ilk ne de son kurbanlarıydı.
“25 Mayıs 1993… Bakanlar Kurulu ilk kez gerçek bir af için toplandı. O gün derin devlet PKK’ye sahte bilgi verip, dezenformasyon yaparak 33 erin öldürülmesini sağladı. 17 yıl geçti bir daha çözüme bu kadar yaklaşılmamıştı”. (Ümit Fırat, Neşe Düzel Röportajı)
Latin Amerika’nın yakın tarihinin en kanlı diktatörü Pinochet 91 yaşında yargılanmadan öldü. Türkiye’de askerlerin hukukçulara sipariş edip, kendi elcağızlarıyla yaptığı ‘82 anayasasında yer alan ve paşamızın kıçını kurtaran kanun maddesi, asla değiştirilmesi dahi teklif edilmeyen utanç vesilemiz olarak öylece durduğu sürece de şu sıralar Sibel Can’ın “tablo kıvamına gelen” haliyle meşgul olan Kenan Evren de “hesap verme kıvamına” gelmez, gelmeyecek de elbette.
Şimdi yeni bir küresel krizle boğuşuyor dünya. Neo-Liberalizm tarihinde benzer krizler; 1973′te Şili’de, 1989′da Çin ve Polonya’da , 1993′te Rusya’da ve 1997 – 1998′de Asya’da yaşandı. Ekonomik krizleri takip etmişseniz orada da benzer şokları ve akabinde gelen politik değişimleri hatırlayacaksınız.
Bir ülkenin ekonomisinde kimler söz sahibiyse, politikalarını da onlar belirler. Politikacılar ki-konformist mantaliteye sahip olmayanını bulmak zordur- bu oyunda birer piyondan farksızdır.
Küresel kriz devam ederken, Rusya, Karabağ sorununu görüşmek için Ermenistan ve Azerbaycan ile üçlü zirve yaptı. Amerika yeni başkanını seçti ama öncesinde Kürdistan Federal Hükümeti Başkanı Mesut Barzani, ABD’de görüşmelere katıldı.
Bugün Türkiye, ekonomisi ve borsası ile tamamen dışarıya bağlı. O yüzden olan biteni anlamak için açıyı geniş tutmamız gerekiyor. Ekonomisi yabancıların elinde olan devletin, devlet olma vasfı kalmamıştır.
Aktütün, Dağlıca, Güngören olayları; hukuk dışı uygulamaları geri getirmek, ekonomik gerilemeleri mazur göstermek, politik “taviz”leri kabul ettirmek için zemin hazırlama amacı taşıyan eylemleri akla getiriyor. Yani kısaca yaşadığımız “şiddet içerikli” şoklar, önceden planlanmış politikaların bir uygulamasından ibaret olabilir.
Toplum yaşadığı şok ve travmayla sarsılırken, sistem önceden planlanmış politikaları hayata geçirmekle meşgul oluyor. Sistem bir sonraki toplumsal şoka kadar ki öngörü ve analizleri de masaya yatırarak, akıl süzgecinden geçirip devlet politikası olarak oylamaya sunar. Yalnızca Türkiye’de değil, dünyada da bütün önemli değişimlerden önce şoklar yaşanmış veya bir şekilde yaşatılmış. Ve bu şoklar yalnızca beynimizi değil, dünyamızı da şekillendiriyor.
  1. Deniz Akdeniz
    19/02/2016, 18:28

    2.dunya savasindan baslayarak bugunlere kadar butun dunyadaki ekonomik ve buna bagli olarak politik degisimleri anlatiyor.Eger soguk savasin ne oldugunu,SSCB’nin nasil ve nicin yikildigini,Rusya’da birden milyarderlerin nasil ortaya ciktigini,Polonya’nin Lah Valesa degisimi,Arjantin,Brezilya ,Ceylon,TR ,Ortadogu ,Irak savasi ..Aklina gelen gelmeyen hemen herseyi kapitalizmin dunyayi artik Roma’da,Osmanli’da gibi gidip ulkeleri isgal etmedigi onun yerine istedigi ulkeyi yine kendi halkina nasil degistirttigini ornekleri ile aciklamis.Once politik bir sok uyguluyorlar,sonra kendi ekonomik sistemlerini koyuyorlar.Ve ulke hizli bir sekilde degisirken binlerce,yuzbinlerce cana mal oluyor ; kimin umrumda.Nasilsa ulkedeki insanlar birbirlerini etnik,mezhep,din,irk,politik vs olarak coktan birbirlerinin bogazina sarilmaya hazir hale gelmis oluyorlar.Ondan sonra istedikleri adamlari basa getirtip istediklerini gibi kullaniyorlar.12 Eylul nasil mi yapildi,Kurd sorunu nasil mi baslatildi gibi sorularin cevabini siz kendiniz cikartabiliyorsunuz nasil baslatilmis oldugunu filan.Bugun TR’de Suriye’de,Libya’da vs degisimleri sanki belgesel gibi izleyebiliyorsunuz bu kitapta.Butun dunyadaki degisimlere bir anlam veremeyen,anlamlandirmak isteyen ,gercegi bulmaya calisan herkesin okumasi gereken uc kitap biliyorsam biri bu..Digeri hangisi derseniz Noam Chomsky’nin Dunyayi kim yonetiyor,Somurgeden kuresellesmeye vs isimli kitaplarini sayabilirim.Zaten bu kitap bugunlerde ABD,Kanada vs gibi gelismis ulkelerde liste basi satis rakamlarina ve okunma rakamlarina bakinca.Yuzde 99 da hak ediyor.Ben,Amazon Kindle’ Book’tan dan Ingilizce olarak okudum.

  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın

Adelina Sfishta

Okuyanlar Özgür Olmalı

Evrim Teorisi Online

Evrim hakkında herşey...

Virginia Woolf

Herkes kendi geçmişini, kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları sadece onun başlığını okuyabilir.

ODILA BLOGGER by OAS

Turkish Geeks on Life & Politics...

YAŞAMAK ŞAKAYA GELMEZ

Facebook adreslerimiz: http://www.facebook.com/ata.fecob - http://www.facebook.com/pages/fvco/107464239362228

Komeleya Çand û Integrasyon a Kurd Luzern

Kürdischer Kultur und Integrationsverein Luzern/Mythenstrasse7,6003 Luzern

eren@home ~ $

Açık Kaynak, Linux, Programlama Dilleri, Amatör Telsizcilik gibi konular üzerine düşünceler

Ata FE COB

"En büyük yenilgimiz, bir alternatif fikrini kaybetmiş olmamızdır." ___Michael Lebowitz

WordPress.com

WordPress.com is the best place for your personal blog or business site.

CHP SULTANGAZİ

"Direnme gücü, dünya “evet” sözcüğünü duymak istediğinde 'HAYIR' diyebilme yetisidi" E. Fromm. ________“12 Eylül’de ‘HAYIR’ oyu vererek tokat atın, okyanus ötesinden de duyulsun” KILIÇDAROĞLU