Korku…


korkuKorkaklık, en baskın karakter özelliği
Son yıllarda korku üzerine yapılan araştırmalar birbirinden ilginç sonuçlar veriyor. Korkaklık hayatımızı olumsuz yönde etkilese de bilim insanları, korkunun olağanüstü yetenekleri ortaya çıkaran en önemli itki olduğu konusunda hemfikir.
Her insan çocukluğunda mutlaka bir şeylerden korkmuştur: Kimi okulda kötü not almaktan, kimi karanlıktan, bazısı ise gök gürültüsünden. Korku insanın kişiliğini etkileyerek örneğin onu daha güvensiz ve çekingen kılabilir. Ancak çocukluğunda korkak olanlar yetişkinlik döneminde pekâlâ umulmadık başarılar da gösterebiliyor.
Dünyada bunun çok güzel örnekleri var. Mesela ünlü yönetmen Steven Spielberg çocukluğunda neredeyse her şeyden korkan bir çocuktu. Bugün dünyanın en zengin insanlarından bir olan Bill Gates ise on iki yaşında psikolojik destek almasına rağmen, her zaman utangaç ve korunmaya muhtaç bir kişilik sergilemişti. Ne var ki bu iki çocuğun korkaklığı onları daha sonraki yaşamlarında olağanüstü işler başarmasına engel olmadı. Bu psikologların, beyin araştırmacılarının ve genetikçilerin son yıllarda ulaştıkları sürpriz sonuçlardan biridir. Bilim insanları en gelişkin analiz yöntemleri, ilginç deneyler ve büyük sabırla bu ilkel duygunun kişiliğimizde ne kadar derin izler bırakabildiğini buldu.
Özellikle de Harvard Üniversitesi’nde gerçekleştirilen uzun vadeli araştırma, bir insanın korkak mı yoksa daha az korkak mı olacağının henüz bebeklik döneminde belli olduğunu göstermiştir.
Amerikalı gelişim psikoloğu Jerome Kagan, otuz yıl önce araştırmasına başladığı zaman, yaradılışın dış etkenler ve deneyimlerle ne şekilde değiştiğini öğrenmek istiyordu ve araştırma ilerledikçe en etkileyici ve ilginç özelliğin korkaklık olduğunu gördü. Bilim insanları artık bazı durumlardan korku duymanın, çok fazla etkileyici olmadığı sürece yaşamsal önem taşıdığı konusunda hemfikir. Korku duyuları güçlendirerek, bedenin akıldan önce reaksiyon göstermesini sağlıyor.
Ve bazı durumlarda bu milisaniyeler insanın yaşamını kurtarıyor. Evrim bilimcilerine göre eğer insanlık tamamen korkusuz olsaydı soyu çoktan tükenmiş olurdu.. Korku hissetmeyenler kural olarak ruhsal bozukluğa sahip oluyor diyor Alman korku araştırmacısı Borwin Bandelow.
Korkusuz psikopatların beynini inceleyen biyopsikolog Niels Birbaumer ise bu tür bozukluğa sahip insanların çocukluklarında diğer insanlarla iletişim kurmakta zorlandıkları, daha sonraları ise genelde suç işledikleri sonucuna ulaşmış. Korku bedeni tamamen esir alabilir ki bu açıdan bakıldığında sevinç ve mutluluktan daha güçlüdür diyor Amerikalı beyin araştırmacısı Joseph LeDoux da. Hatta Alman psikolog Jürgen Margraf biraz daha ileri giderek, insanın tüm özelliklerinin korkularıyla ilintili olduğunu söyleyebiliyor.
NORMAL VE PATOLOJİK KORKU
Normal ve patolojik korku arasındaki sınır pek belirgin değildir. Sağlıklı insanlar da pekâlâ korkuları en uç biçimlerde hissedebiliyor. Aşırı ve gerçeklikten uzaklaşan korku, hastalıklı korku olarak kabul ediliyor. İç huzursuzluk, gerginlik, uyku bozukluğu, hırçınlık, gündelik yaşama veya ilişkileri etkileyen hoşnutsuzluk gibi semptomlar görüldüğünde psikiyatr ve psikologlar korku bozukluğundan söz ediyor. Panik atak, fobi ve genel korku bozukluğu sanayileşmiş ülkelerde en sık görülen psişik hastalıkların başında yer almakta.
Toplumun yüzde birinde şizofreni, yüzde on sekizinde depresyon görülmekte. Bazı uzmanlar her insanın yaşamında en az bir kez hastalık derecesinde korku bozukluğu yaşadığı görüşünde. Korku bozuklukları diğer birçok hastalığı da doğurarak, ekonomik/politik zararlara sebep oluyor. Ama bununla birlikte korku, yaşamın en güçlü itkilerinden biridir. Sonuçta duyuları güçlendiriyor, motive ediyor, fantezileri ve yaratıcılığı uyandırıyor.
Danimarkalı filozof Sören Kierkegard bu durumu şu şekilde formüle ediyor: Korku sadece aksatıcı değildir, insansı gelişimin motorunu oluşturan yeteneğin sonsuz olanaklarını da içermekte. Korkuyu yenmek, olağanüstü duygular doğurmakta. Dağcılar, paraşütçüler, dev dalgalarda sörf yapanlar ya da korku filmi hayranları, hep daha sonra bedenin tehlikenin ardından salgıladığı mutluluk hormonlarını hissetmek için korkuyu arıyor. Evrim tarihi açısından baktığımızda korku sistemi çok eski ve ilkeldir, bu nedenle de aldanması kolaydır. Örneğin aklımız onun sadece bir film olduğunu söylemesine rağmen sinemada korkabiliyoruz.
DOĞUŞTAN VAR OLAN KORKAKLIK
Harvard Üniversitesi psikoloğu Kagan’a göre doğuştan var olan korkaklık sağlam bir kişilik özelliği ve bizi yaşamımız boyu tüm özelliklerimizden daha çok etkiliyor. Bu açıdan bakıldığında Steven Spielberg ve Bill Gates aslında istisna değil. Birçok önemli düşünür, buluşçu, bilim insanı, şair, müzisyen veya oyuncu bir zamanlar korkak insanlardı.
En zengin yatırımcılardan biri olan Warren Buffet, ergenlik döneminde tıpkı arkadaşı Gates gibi ürkek ve çekingendi. Modern evrim kuramının kurucusu Charles Darwin’in de onlardan geri kalır yanı yoktu. Darwin, yılanlardan, kalabalıklardan, gezilerden, yalnız kalmaktan ve kutlamalardan korkuyordu.
Aretha Franklin, Ray Charles, Eric Clapton ve David Bowie hatta İtalyan besteci Antonio Vivaldi bile panik ataklardan yakınıyordu. Johann Wolfgang von Goethe, Bertolt Brecht, Samuel Becket ve John Steinbeck gibi ünlü yazarlar da “korkaklar” grubuna dahil. Bandelow bu yüzden büyük başarılara imza atabilmek için insanın korkak olması gerektiği konusunda emin. Sadece korku, insanda olağanüstü yetenekler için gerekli bitmez tükenmez enerjiye açığa çıkarabiliyor diyor psikiyatr. Korkmaya meyilli olan insanlar gerçi daha mutlu değiller ama buna karşın daha duygusal ve daha tutkulu oluyorlar. Ayrıca kendilerini çok daha iyi ifade etme yetisine sahipler.
KORKUNUN NEDENLERİ
Günümüzde en azından Batı dünyasında korkmak için eskiye göre daha az neden var. Modern savaşlar uzaklarda yaşanıyor, hiç kimse açlık çekmiyor veya soğuktan donmuyor. İnsanlar tarihte olmadığı kadar özgür ve güvende. İşsizliğe, kazalara ve hastalıklara önlem alınabiliyor ve yaşam süresi durmadan uzuyor. Araştırmacılar buna rağmen korkunun kolektif artışından söz ediyor. Hatta Alman psikolog Jürgen Margraf bu gelişmeye “Korku Çağı” adını vermiş.
Margraf’ın kastettiği, terör, ekonomik kriz ve istikrarsız ilişkilerden doğan kronik huzursuzluk şeklinde hissedilen korku türü. Peki ama niçin bazı insanlar yaşamın belirsizliklerinden daha fazla endişe duyarken diğerleri hiç huzursuz olmuyor? Neden bazı insanlar olağanüstü yeteneklerini ortaya çıkarmak için korkularından yararlanırken diğerlerinde korku psişik bozukluklara neden oluyor? Ve korku ne zaman hastalık haline geliyor? Kagan’nın yanıtı şöyle: Korku, sizi mutsuz ediyor ve yapmak istediklerinize engel oluyorsa hastalık halini alıyor. O zaman yardım almanız gerekir.
Kagan’ın 1979 ve 1989 yıllarında başlattığı araştırmalar halen devam ederken Maryland Üniversitesi psikoloğu Nathan Fox da iki benzer araştırma üzerinde çalışıyor. İki bilim insanının vardığı ortak sonuç şu: Bebeklerin %15-20’si henüz dört aylıkken yabancı objelere, kişilere ve olaylara, ağlayarak ve çırpınarak tepki veriyor. Kagan’ın “high reaktive” (aşırı tepkili) olarak isimlendirdiği bu bebekler, daha sonraları stres, şanssızlık ve travma durumlarında daha kırılgan olan korkak çocuklar, ergenler ve yetişkinler haline geliyor. Bebeklerin yüzde kırkında zıt bir durum söz konusu, geri kalanlar ikisinin ortasında kalıyor.
Uzun vadeli araştırmalardan çıkan sonuçlar kısaca şu şekilde özetlenebiliyor:
– Sağlıklı korkudan hastalıklı korkuya geçiş akıcı bir şekilde gerçekleşiyor,
– Doğuştan var olan korkaklık kişiliği diğer tüm karakter özelliklerinden daha fazla etkiliyor,
– Aşırı tepkililer yaradılışlarını hemen hemen hiç değiştiremeseler de onunla yaşamayı öğrenir,
– Aşırı tepkililer nişlerini bulduklarında, çoğunlukla olağanüstü yetenekler kazanıyor ve bu şekilde korku başarı faktörüne dönüşüyor.
BEBEKLİK DÖNEMİNDE KORKAKLIK
Burada soru şu: Bir insanın bebeklik döneminde aşırı tepkili olması daha sonraki kişiliği hakkında ne kadarını söylüyor?
Yaradılış çok yönlü bir yapıdır. Bilim insanları bunu belli başlı duygulara ve eylemlere meyillilik olarak açıklıyorlar ki bunlar ilk olarak bebeklik ve ilkçocukluk döneminde ortaya çıkarak, yıllar içinde dış etkenlerle birlikte etkiyerek kişiliği biçimlendiriyorlar. Kagan ve Fox ile çalışan bilim insanları, çeşitli yaradılışların, beyinde doğuştan var olan ve çok sayıda bedensel reaksiyonlar doğurabilen devrelere uzandığını düşünüyor. Yani sevinçli, acıklı, heyecanlı ve tehlikeli olaylara ve durumlara ne şekilde tepki vereceğimiz, kısmen beynimizdeki bağlantılarla belirleniyor. Doğuştan var olan farklılıklar en fazla korkaklıkta kendini gösteriyor.
Kagan’ın iki yaşındaki çocuklarla gerçekleştirdiği deneyler birçok şeyi açıklıyor aslında. Psikolog iki yaşındaki çocukları bir odada, gaz maskeli ve beyaz önlüklü kadınlarla veya palyaçolarla karşı karşıya getirmiş. Çocukların üçte biri hiçbir zaman ya da bu tür deneylerin sadece on yedisinde korkmuş. Diğer üçte biri daha sık korkmuş ve en az dört deneyde annelerine sokulmuşlar. Bu deneylerden ortaya çıkan ilginç sonuç şöyle: En çok korkan çocuklar, dört aylıkken aşırı tepki veren gruptaydı. İki yıl boyu farklı deneyimler yaşamalarına rağmen davranışlarına hâlâ doğuştan var olan yaradılış özellikleri yansıyordu.
ÇOCUKLARDA KORKUNUN GİDERİLMESİ
Peki çocuklarda aşırı korkunun giderilmesinde neler yardımcı oluyor? Kagan’ın çalışma arkadaşı Doreen Arcus bu soruyu yanıtlayabilmek için araştırmalar sırasında denekleri evlerinde ziyaret etmiş. Arcus diyor ki anne babaları tarafından abartılı bir şekilde korunmayan ve yeni deneyimler kazanmaları için yönlendirilen çocuklar iki yaşına geldiklerinde çok daha az korkak oluyor. Buna karşın anne babanın sabırsızlığı ve eleştirileri çocukların kendilerine daha az güven duymalarına yol açıyor. Benzer sonuçlara ulaşan Fox, korkak çocukların kreşe gitmelerinin yararlı olduğu sonucuna varmış. Çünkü burada zorunlu olarak yabancı insanlara ve olaylara alışmak zorunda kalıyorlar. Bu tıpkı yetişkinlerdeki kavramsal davranış terapisi gibi işlemekte diyor Fox.
İlk yıllarda cinsiyetler arasında neredeyse hiçbir farklılık görülmezken okul çağında durum değişiyor. Yaşıtları tarafından daha fazla alaya alındıkları için, erkek çocukların zamanla korkularını aşmaları git gide zorlaşıyor.
Daha sonraki testlerde de bebeklik dönemlerinde görülen yaradılış özellikleri kendini göstermeye devam etmiş. Aşırı tepkililer dört yaşına geldiklerinde de tutuklukları devam ederken yedi yaşlarına geldiklerinde neredeyse yarısı spesifik korkular geliştirmiş. Örneğin gök gürültüsünden, karanlıktan veya okulda başarısız olmaktan korkmak gibi. Bu korkular diğer çocukların sadece yüzde onunda gelişmiş. Hatta aşırı tepkililerin üçte birinde üniversite döneminde bile hastalıklı semptomlar görülmüş. Oysa aşırı tepkili olmayanlarda neredeyse hiç hastalıklı belirtiler ortaya çıkmadı diyor araştırmacılar.
BEDENSEL REAKSİYONLAR
İnsanlar zamanla korkularını aşmaya ve davranışlarını değiştirmeye öğrenseler de Kagan’ın “Yaradılışın uzun gölgesi” olarak isimlendirdiği bedensel reaksiyonlar hiçbir zaman kaybolmuyor. Aşırı tepkililerin kalpleri fizyolojik testlerde daha hızlı atıyor, tükürüklerinden daha çok kortizol (stres hormonu) bulunuyor ve bir sandalyeden kalktıkları zaman kan basınçları yukarı fırlıyor. Zihinsel problemler çözerken de gözbebekleri büyüyor ki bu daha fazla konsantrasyonun işaretidir. Kagan’a göre dışarıdan belli olmasa da doğuştan var olan yaradılış özellikleri asla kaybolmuyor.
Doğuştan var olan korkaklık yaşamı zorlaştırdığı gibi olumlu olarak da etkiyebilir, ancak Kagan’a göre burada önemli olan kişisel çevre ve olumlu deneyimler. Batı kültürlerinde dışa dönüklülük ve risk almaya hazır olmak beklenen özelliklerdir fakat buna rağmen korkak olan insanlar bilim veya sanat gibi alanlarda daha başarılı, çok para kazanıyor ve saygı görüyor, diyor Kagan. Ayrıca suça daha az meyilli oluyorlar, dahası tehlikelerden uzak durdukları için de daha uzun yaşıyorlar.
Zaten aşırı tepkili yaradılış olumsuz bir şey olsaydı diyor Fox, evrim sürecinde toplumun yüzde on ila on beşinde kalıcı olmazdı. Bazı insanların daha dikkatli, tedbirli, düşünceli ve daha az tez canlı olması toplumumuzun yararına. Aşırı tepkililer diğer insanların duygularını daha iyi anlama yetisine sahip. Çizelgenin diğer ucunda ise hiçbir şeyden korkmayan ve acı çeken insanlarla duygudaşlığı yaşamayan psikopatlar yer almakta.
BEYİNDEKİ KORKU BÖLGESİ: AMİGDALA
Tüm insanlar geleceklerinin belirsiz olması halinde güvensizlik hissini yaşar. Ama aşırı tepkililer beklenmeyenlere ve yeniliklere karşı doğuştan daha duyarlı oldukları için bu duyguyu daha güçlü hissediyor. Bu duyarlılığın sebebi beynimizin amigdala denen bölgesine uzanıyor. Bu bölgenin korkuyla ilintili olduğunu New York Üniversitesi, Korku ve Anksiyete Sinirbilim Merkezi sinirbilimcisi Joseph LeDoux farelerle gerçekleştirdiği deneyler sonucunda bulmuştu.
Farelere hafif bir elektrik şoku vererek belli başlı bir sesten korkmayı öğreten bilim insanı, farelerin daha sonra elektrik şoku olmaksızın da aynı sesten korktuklarını görmüş. LeDoux bu deneyden sonra farelerin beynindeki duyma kabuğunu, sesi, kulak ve duyu sinirleriyle duyacak ama bilinçli olarak algılamayacak şekilde bozmuş. Fareler bu durumda bile sesten korkmaya devam etmişler. Ancak amigdala devre dışı bırakılınca, fareler sesten korkmamaya başlamışlar ve araştırmacı bu şekilde korkunun ortaya çıkmasında en önemli rolü üstlenenin amigdala olduğunu öğrenmiş. Gerçi fare beynini her durumda insan beyniyle karşılaştırmak mümkün değil. Fakat amigdala evrim sürecinde neredeyse hiç değişmeyen çok eski ve ilkel bir yapı olduğu için karşılaştırılabiliyor.
Tehlikeli bir durum karşısında beyinde iki devre harekete geçiyor. Acil durum programı olan kısa yol, tehlikeyi algılayan duyu organlarından, talamusa buradan da amigdalaya uzanıyor. Amigdala organizmayı bir anda savunma durumuna geçirince, kan basıncı yükselir, kalp atışı ve soluk alıp verme hızlanır, kaslar gerilir, böbrek üstü bezleri stres hormonları ve karaciğer de şeker salgılar.
Tüm bunlar olayın bilinçli analizi olmaksızın kendiliğinden gerçekleştiği için korku sistemi yanlış alarm da çalabiliyor. Biraz daha karmaşık ve daha yavaş işleyen ikinci devre, alınan bilgilerin işlendiği ve değerlendirildiği beyin kabuğunda yer almakta. İki devre de birbirine bağlı olmasına rağmen şöyle bir sorun söz konusu: Bağlantıların çoğu amigdaladan beyin kabuğuna uzanırken beyin kabuğu amigdalayı daha az etkiliyor. Yani diğer sözlerle, ilkel ve mantıksız korku daha güçlü.
Amigdalayla yakından ilgilenen Kagan ve Fox da aşırı tepkili bebeklerin amigdalada özel bir kimyayla dünyaya geldikleri için yeniliklere daha duyarlı olduklarını gösteren kanıtlar toplamış.
Bu konuyla ilgili en ilginç deneyler Massachusetts General Hospital’da gerçekleştirilmiş. Psikiyatr Carl Schwartz, Kagan’ın on sekiz yaşına gelen deneklerine yüz resimleri gösterirken beyin etkinliklerini incelemiş. Buna göre aşırı tepkililer yeni resimlere (ister normal isterse ürkütücü olsun) daha güçlü reaksiyon göstermiş ve beyinlerindeki etkinliğin yeniden yavaşlaması daha uzun sürmüş.
Oysa araştırmacı bu etkiyi sadece korku uyandıran resimlerde bekliyordu fakat anlaşıldığı gibi amigdala, anlamı hemen anlaşılmayan tüm görüntülerde etkinleşiyor. Dahası farklı olan sadece beyin etkinliği değil anatomide de farklılıklar söz konusu. Aşırı tepkililerde, amigdaladaki sinyali yumuşatan beyin bölgesi biraz daha az gelişmiş. “Anladığımız gibi aşırı tepkililerin beyinleri doğumdan itibaren farklı” diyor Schwartz. Korkaklığın ne kadarının doğuştan var olduğu şimdi genetik analizlerle açıklanacak.
Harvard Tıp Okulu genetikçisi Jordan Smoller şu sıralar, Kagan’ın deneklerine ait DNA örneklerini incelemekle meşgul. Verilerin tümü henüz değerlendirilmemiş olsa da bazı genlerin doğuştan var olan yaradılış üzerinde etkili olduğu görülmekte.
KORKULAR YENİ KORKULAR DOĞURUYOR!
Doğuştan var olan korkaklık ilerideki yaşamı derinden etkileyebiliyor. Sonuçta korkular yeni korkuları doğurmakta. Kategorileri birbirinden kesin bir şekilde ayırmak zor. Peki korkuyu kontrol altına almak mümkün mü, hatta ondan verimli bir şekilde nasıl yararlanılabilir? Alman psikolog Margraf, korkudan korunmanın en iyi yolu, var olan yeteneklerin mümkün olduğu kadar iyi geliştirilmesine dayanıyor diyor. Özellikle de aşırı tepkili insanlar için bir tutku yakalamak ve bunun üzerinde çalışarak hep daha iyiye ulaşmak için uğraşmak çok önemli. Tabii ki güvenli ilişkiler de kurmak büyük önem taşımakta.
Spiegel’den (Der Spiegel 41/2010) derleyen
Nilgün Özbaşaran Dede

İnsan bedenindeki korku hissinin oluşumu veyayılışı…
Amigdala duyu izlenimlerine duygusal bir renk veriyor. Bunlar tehlikeli olarak algılandığında, amigdala belli başlı stres hormonlarının salgılanmasında etkili oluyor.
Aşırı etkin bir amigdala korku bozukluklarının gelişmesinden sorumlu.
Ventromediyal prefrontal korteksin başlıca görevi amigdalanın sinyallerini işleyip, değerlendirmek. Belirgin korku reaksiyonları gösteren insanlarda, amigdalanın korku sinyallerini zayıflatmaktan sorumlu, sol alt kısım dikkat çekici bir şekilde daha ince.
Bedende salgılanan hormonlar kan dolaşımı üzerinden korku hissini yaratıyor.
Kalp daha hızlı atıyor, kan
basıncı yükseliyor.
Soluk alıp verme hızlanıyor
Midede kramp sancıları başlıyor.
Böbrek üstü bezleri diğer stres hormonlarını salgılıyorlar.
Kaslar istenç dışı kasılıyor.
Karaciğer şeker salgılıyor.

 

  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın

Adelina Sfishta

Okuyanlar Özgür Olmalı

Evrim Teorisi Online

Evrim hakkında herşey...

Virginia Woolf

Herkes kendi geçmişini, kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları sadece onun başlığını okuyabilir.

ODILA BLOGGER by OAS

Turkish Geeks on Life & Politics...

YAŞAMAK ŞAKAYA GELMEZ

Facebook adreslerimiz: http://www.facebook.com/ata.fecob - http://www.facebook.com/pages/fvco/107464239362228

Komeleya Çand û Integrasyon a Kurd Luzern

Kürdischer Kultur und Integrationsverein Luzern/Mythenstrasse7,6003 Luzern

eren@home ~ $

Açık Kaynak, Linux, Programlama Dilleri, Amatör Telsizcilik gibi konular üzerine düşünceler

Ata FE COB

"En büyük yenilgimiz, bir alternatif fikrini kaybetmiş olmamızdır." ___Michael Lebowitz

WordPress.com

WordPress.com is the best place for your personal blog or business site.

CHP SULTANGAZİ

"Direnme gücü, dünya “evet” sözcüğünü duymak istediğinde 'HAYIR' diyebilme yetisidi" E. Fromm. ________“12 Eylül’de ‘HAYIR’ oyu vererek tokat atın, okyanus ötesinden de duyulsun” KILIÇDAROĞLU