İnsan…
İnsan zorlandığı her yerde ellerini, bacaklarını ve aklını birleştirmiş büyük bir organizma gibi hareket etmektedir. Bedeninin ve aklının benzerliği buna zaten müsaittir. Mesela karşımızdaki elini kaldırdığında biz de elimizi kaldırmak istemekten (ekopraksi) başka, kaldırmasak bile beynimiz sanki elimizi kaldırmışız gibi elektriklenir (ayna nöronlar). Bunun, karşıdakinin elini kendi elimiz olarak algılamaktan zerre kadar farkı yoktur. Yani beyin dikkatine geldiğinde bütün elleri, ayakları, kendi eli, ayağı zannetmektedir. Futbol maçında mesela, oyuncular kendi beyinleriyle arkadaşlarının ayaklarına talimat verirler: “vur,” “bas şimdi”. Hatta seyirciler bile topa vurulurken bedenlerini yatırır, ayaklarını kaldırır, boşluğu tekmelerler.
Bebek doğduğunda beyni vardır ama zihni yoktur. Zihin, annenin çocuğuyla yarattığı eşduyumla kurulur. Yani anne, dünyadan aldıklarını duygusal bir tatlandırıcıyla bebeğe yutturur ve zihin kurulur; milyonlarca anne, annelerinin kendilerinde kurduğu zihni bebeklerinde kurar, kurulan hep aynı zihindir: Dünyanın beyne yüklediği çalışma modalitesi. Öğretmenler eğitim modalitesi olarak anaokulunda sütle sevgiyi kullanırken, lisede bireysel sorumluğu ve yarışmayı gündemlerine alırlar.
Toprak, buğday için, altını tıkız tutup yumuşayarak ve içinde iki buçuk fosfata bir azot bulundurarak bir mod hazırlarken, çapa bitkileri için yüzeyini derin derin havalandırmaya ihtiyaç duyar. Toprağınki böyle, beynin çalışma modu ise zihindir. Zihinlerimizi tek dünya yarattığına göre, her zihin, bütünleşebilecek kadar ötekine benzer, köleleşecek kadar diğerine hizmet eder. Yoksa bir tabur nasıl uygun adım gidebilir, bir demirci çırağıyla demirini şaşırmadan nasıl dövebilirdi?
Dünyanın üzerinde insanlar, maddenin içindeki atomlar gibidir. Atomlar arada boşluklar göstermesine rağmen geçit vermez, sükût halleriyle meşdut ve sübut maddeyi oluştururlar. Her atom, maddeyi varetmek, varoluş dediğimiz muazzam bütünü büyütmek için didinir; annenin büyüttüğü delikanlı, kalbin beslediği doku, yağmurun yeşerttiği ağaç gibi.
İnsan kendisi olmadan, bebekken şeklini alır; doğumdan sonra göz görüp, el dokundukça beyin büyür, dünyaya uygun bir kurulum alır. Sıcaklık gibi dereceli bir varoluşu vardır bebeğin (Meinong). Kendini bulunca değişmek ama zordur, kaynama noktası gibi sabitliği, kadı kararı misali kesinliği, kum kamyonu gibi ağırlığı olur erişkin insanın. Bu demektir ki, insan kendisi olmadan önce dünya onu istediğince şekillendirir.
Yani herkes kendinin olmadan dünyanın olur; bu noktadan sonra değişim kolayına istenmez. Dünya bizi, haklı olarak kölesi olarak yetiştirir ve sonra bir büyük aklın parçaları olarak birleştirir. O yüzden bir cani bizim katil tarafımızsa, bir dahi de akıl tarafımızdır, ikisi de bizimdir, bizdir. Şaşırmamalıyız, farklı olanların ayrı olması gerekmiyor.
Maddenin içinde birbirinin tamamen aynısı, akılsız atomlar değil de, yine maddeye hizmet eden ama kısmen farklılaşabilen yapıtaşları olsaydı, kendini daha hızlı geliştirmez miydi? Dünyanın insana yaptığı budur, bilinçlenmeden önce şekillendirmek, o şekil içinde bireyselliğe hız verip yaratıcılığı maksimize etmek, böylelikle bütünlüğünü sonsuza genişletmek, giriftleştirmek, yetkinleştirmek, esnetmek ve nihayet kendi (doğal) yasalarına mahkûmiyetten serbestleştirmektir…
Sizlerden Gelen Yorumlar…