Sıra Dışı Faşizm…
© Faşizmin en temel özelliklerinden biri de ekonominin en gerici tekeller tarafından yönlendirilmesidir. Özellikle son on yıl içinde AKP kendi tutucu sermaye kesimini yaratmakla kalmamış, ihale yöntemlerinde yaptığı değişikliklerle devlet ve yerel yönetim olanaklarını bu kesime akıtmıştır.
Kapitalist toplum düzeninin bir yüz karası olarak siyaset evrenine Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın hemen sonrasında, 1922 yılında İtalya’da, 1929 yılında Portekiz’de, 1933 yılında Almanya’da, 1938 yılında İspanya’da giren faşizm, totaliter bir yönetim biçimini anlatmanın da çok ötesinde bir insanlık suçu ve ayıbı olarak dünya tarihine geçmişti.
Belirtilen tarihlerde özellikle Avrupa’da ortaya çıkan faşizm, salt yönetimi ele geçirdiği ülke halklarına baskı ve zulüm yapmakla kalmamış, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın hazırlanışında da başrolü oynayarak tüm gezegenimizi ateş, kan ve gözyaşına boğmuştu.
Avrupa’daki İtalyan ve Alman faşizmi, sınırlı da olsa, var olan demokratik ortam içinde yeşermiş ve seçimlerle elde ettiği siyasal başarının üzerine oturduktan sonra adım adım faşizme yönelmiştir. Soğuk Savaş yıllarında emperyalizmin kendi metropolü dışındaki ülkelerde sıkça uyguladığı gibi, her ülkede faşizm ille darbe ya da büyük kalkışmalar sonucu iktidara gelecektir diye bir kural yoktur. Çünkü o yıllarda ana hedef işçi sınıfının öğretisi olan sosyalizmdi.
Bu yazının dar sınırları içinde faşizmin ideolojik ve politik kökenlerine inecek değiliz. Sadece, bizde AKP tarafından yürütülmekte olan politika ve uygulamalarla Avrupa’daki faşist devinmeler arasında nasıl bir benzeşme ve örtüşme olduğuna vurgular yapmakla yetineceğiz.
İlginçtir, demokratik yoldan iktidara gelip sonradan faşizme yönelen tüm ülkelerde, işin başında hep halkçı bir söylemle yola çıkılmıştır. Bu konuda Almanya’da Hitler’in herkesin bir arabası olacak demagojisiyle Volkswagen oto sanayii kurması buna nasıl bir örnekse, bizde de TOKİ tarafından yürütülen ve bugün birçok kentte talep fazlası durumuna gelen konut yatırımlarına yönelmesi de benzer bir ikinci örnektir.
Faşizmin kitleleri kendine bağlamada kullandığı ana malzemelerin başında demagojiye dayalı bir propaganda çalışması geldiğini hepimiz biliriz. Anımsanırsa gerek Mussolini, gerekse Hitler, tarihin yetiştirdiği en büyük demagoglardır. Hatta böylesi bir jargonu kullanmakta o denli etkili olmuşlardır ki, Mussolini’nin kimi söylevlerinde kadınların orgazm olduğu bile söylenir. Bizde, birebir değilse bile, benzer özellikler gösteren bugünün en etkili demagogunun kim olduğunu siyaset dünyamıza yakından bakanlar açıkça görecektir…
12 Eylül referandumu öncesi AKP tarafından yürütülen propaganda çalışmaları sürecinde tanık olduğumuz yalana, çarpıtmalara ve hatta yer yer tehditlere varan ikna konuşmaları, yukarıda değindiğimiz benzeşmeyi çağrıştıran ilginç anekdotlarla doludur.
AKP’nin kendisi 12 Eylül faşizminin doğrudan bir ürünü olmasına karşın, 12 Eylül’de idam edilenlere koro halinde sel sümük ağlamaları, askersel vesayete karşı duruyormuş gibi görünüp kendilerine muhtıra veren bir emekli Genelkurmay Başkanı’na devlet onur madalyası vererek ödüllendirmeleri, salt söylemleriyle değil eylemleriyle de nasıl bir tutum içinde olduklarını gösteren çarpıcı örneklerdir.
Bir çarpıcı örnek daha, Mussolini, büyük ve güçlü İtalya yaratma amacından yola çıkarak, nüfus olarak büyümeyi toplumun önüne hedef koymuş ve çok çocuklu ailelere prim vererek bu isteğini özendirmişti. Bizde de Başbakan’ın, “Her aile en az üç çocuk yapsın” talimatı İtalya’daki uygulamanın bir başka benzeri değil mi?..
Avrupa’da faşizm, devletin ve toplumun tüm kurumlarını teker teker ele geçirerek siyasal egemenliğini pekiştirmişti. Bu açıdan kadrolaşma büyük önem taşımaktaydı. Bugün Türkiye’de yerel yönetimlerden tutun da devletin bütün organlarında AKP ve yandaşları tarafından büyük bir kadrolaşma süreci yaşanmakta ve hatta bununla da yetinilmeyerek her gün kamu kesimine yeni alınan kadrolarla var olan yapı daha da şişirilmektedir. Karşı çıktıkları 12 Eylül anayasasıyla getirilen YÖK’ün kaldırılması şöyle dursun, yeni yapılan atamalarla bu kurum kendilerine bağlı bir eğitim üstü konumuna getirilmiştir. Kadrolaşmanın en yoğun yaşandığı bir başka kurum ise polis örgütünde kendini duyurmaktadır.
Çağdaş toplum yönetimi ve örgütlenmesinin üç temel ayağı yasama, yürütme ve yargıdan oluşmaktadır. Bunlar tek elde toplanmaması için çağcıl ve demokratik bütün ülkelerde kuvvetler ayrılığı ilkeleri benimsenerek bu üç kuvvet birbirinden ayrılmıştır. Avrupa’daki faşist yönetimlerde bunlar nasıl tek elde toplanmışsa, zaten yasamayı ve yürütmeyi kendi elinde tutan AKP, 12 Eylül referandumundan sağladığı olanakla yargıyı da büyük ölçüde kendi denetimi altına almıştır.
Bugün bağımsız ve demokratik olması gereken yargı dizgesi işlemez duruma gelmiştir. Mahkeme kararları olmadan yapılan telefon dinlemeleriyle özel hayatın gizliliği ilkesi çiğnenmekte, oluşturulan özel yetkili mahkemeler eliyle rejime muhalefet eden kişiler daha suçlarının ne olduğunu bile bilmeden günlerce, aylarca, yıllarca gözaltında tutulmaktadır. Böylece bir taraftan toplum korkutulurken, öte yandan şimdilik içeri almadıkları toplumun bilinçli, aydın ve dinamik diğer kesimleri de sindirilmektedir. Çağcıl toplum düzeninin diğerleri denli önemli ve etkin bir ayağı da medyadır. Bugün bağımsız ve tarafsız muhalefet görevini yapacak medya kuruluşu neredeyse kalmamış gibidir. Kendilerine bağlı medya organlarının yalan, yanlış haberleriyle ise insanlar ters yönlere koşullanmaktadır.
Hatta, demokratik halk istencinin olmazsa olmaz koşulu olan seçim dizgesinin yönetimi ve denetimi yabancı bir şirketin kurduğu izlenceyle yürütüldüğü için seçim sonuçlarının gerçekleri yansıtmadığı konusunda toplumda ortak bir kanı oluşmuş, insanların seçimlere güvenleri azalmıştır.
Faşizmin en temel özelliklerinden biri de ekonominin en gerici tekeller tarafından yönlendirilmesidir. Özellikle son on yıl içinde AKP kendi tutucu sermaye kesimini yaratmakla kalmamış, ihale yöntemlerinde yaptığı değişikliklerle devlet ve yerel yönetim olanaklarını bu kesime akıtmıştır. Bu nedenledir ki, geleneksel Cumhuriyet sermaye kesimleriyle iç pazarların yeniden paylaşılması bağlamında çekişmeler ve didişmeler yaşanmaktadır. Referandum öncesi TÜSİAD yönetimine Başbakan’ın, “Bitaraf olan bertaraf olur” tehdidinin altında yatan gerçek neden de budur.
İtalya’da ve özellikle Almanya’da faşizmin gelmesinde, gerici tekellerin iç pazar kavgası denli dünya pazarlarının yeniden paylaşımı hesabının da olduğunu ve bu nedenle kaçınılmaz olarak ikinci büyük savaşa gidildiğine değinmiştik. Korkarız, koşar adımlarla faşizme doğru giden Türkiye, bu siyasal erk tarafından bir savaş çılgınlığına sürüklenmesin. Bugünlerde emperyalizm tarafından dayatılan füze kalkanı projesine de olası böylesi bir savaşın habercisi olarak bakılmalıdır.
Çünkü ister sıradan ister sıra dışı olsun faşizmin sonu savaşla noktalanmak zorundadır.
Sizlerden Gelen Yorumlar…