Yoksulluktan Kurtulmanın Tek Yolu, Büyüme Değil!…
Yoksulları düzlüğe çıkarmanın tek yolunun ekonomik büyüme olduğu görüşü, Andrew Simms’e göre tümden yanlış..
Sınırsız küresel ekonomik büyümeyi savunanlar, bu sürecin yoksulluğun kökünün kazınması için gerekli olduğuna inanıyorlar. Bu görüş, en iyimser bir yaklaşımla, içtenlikten uzak olarak nitelendirilebilir. Ancak mantıklı bir değerlendirme yapıldığında, görüşün olanaksızı hedeflediği açıkça görülebilir.
İşte nedeni: 1980’lerde, küresel ekonominin her 100 dolarlık katma değerinin yaklaşık 2,20 doları Dünya Bankası tarafından belirlenen yoksulluk sınırının altında yaşayanlara yansıdı. 1990’larda bu pay iyice küçülerek yalnızca 60 sente indi.
Gelir dağılımındaki bu eşitsizlik yoksulların biraz daha yoksullaşmaları için varlıklı kesimin çok daha büyük kazançlar elde etmeleri gerektiği anlamına geliyordu. Günde 1 doların altında bir gelirle yaşayanların fazladan 1 dolar elde etmeleri için yaklaşık 166 dolar değerinde bir küresel büyümenin meydana gelmesi gerekiyordu. Bunun oldukça akla yatkın olduğunu düşünebilirsiniz, ama bir de böyle bir girişimin gerektirdiği kaynakları düşünün. “Ekolojik ayak izi” olarak bilinen ölçüt, yeryüzündeki doğal kaynakların ne kadarını kullanıp ne kadarını atık olarak yeryüzüne geri gönderdiğimizle, yeryüzünün bunu soğurma ve yeniden üretme yeteneğini karşılaştırır. İnsanların kendi olanakları dahilinde mi yaşadıklarını, yoksa çevresel sermayeden mi tükettiklerini ortaya koyar.
İNGİLİZ VE AMERİKALI GİBİ TÜKETMEK
İnsanlar 1980’lerin ortalarından beri doğal kaynakları aşırı bir hızla tüketiyor ve tüketim hızı her geçen yıl daha da artıyor. Dünya üzerindeki tüm insanların yaşam biçemleri Britanya’da yaşayanlarla aynı olsaydı, yeryüzü kaynaklarının en az üç katına, A.B.D’dekilerle aynı olsa beş katına gereksinimimiz olurdu.
Şimdiki ekonomik sistemde yoksulluğun çok az miktarda giderilmesi için zaten varlıklı olan kesimin tüketiminde çok büyük bir artış meydana gelmesi gerekir. En yoksul kesimin günde topu topu 3 dolarlık bir gelir düzeyine ulaşması için, doğal kaynakların 15 katına çıkması gerekir ki, bu da olanaksızdır.
Bir başka deyişle, insanlar yoksulluğun kökünü kazıyamadan çok önce Dünya’yı yaşanması olanaksız bir yer durumuna getirmek zorunda kalacaklardır. Yoksul kesime yardımcı olma konusunda ciddi isek, yepyeni bir kalkınma modeline gerek var.
Diyelim ki, destekleyici ekosistemlerin elverdiği düzeyde, bizlere uzun ve doyurucu yaşamlar sunan bir ekonomi istiyoruz.
Bu durumda gelişme, bir ekonomide fosil yakıt gibi doğal kaynakların istenilir ürünlere dönüştürülme yetisinin en üst düzeye çıkartılmasını gerektirir. Yeni Ekonomi Vakfı’nda, farklı ulusların bu yönde ne denli başarılı olduklarını, ekolojik ayak izlerini yaşam beklentisi ve doyumla kıyaslamak suretiyle belirliyoruz.
Buna göre, en yüksek puanı orta gelirli gelişmekte olan ülkeler- özellikle de küçük ada devletleri-alırken, gelişmiş ülkelerin çok geride kaldıkları görülüyor.
Şimdilerde Avrupa karbon birimi başına yurttaşlarına 1961 yılına kıyasla daha az esenlik sunuyor. Ancak Avrupa genelinde insanlar, çok ya da az tüketseler de, esenlik düzeyleri hemen hemen aynı. Örneğin Britanya’da insanlar, yaşam biçemleri dokuz gezegene ya da yalnızca bir gezegene eşit miktarda kaynağı gerektirse de, aynı derecede mutlular. Bu da umut verici bir durum: iyi yaşamak için yeryüzünü yok etmek gerekmiyor.
VAZGEÇMEMİZ GEREKEN
Ne var ki, gelirin yeniden dağılımına düşüncesizce karşı çıkma eğiliminden vazgeçmemiz gerekiyor. Karbon salınımlarının sınırlandırılması amacıyla engellenen küresel büyüme karşısında (unutmayın ki, iklim değişiminden ilk etapta ve en kötü biçimde etkilenen en yoksul kesimdir), yoksulluğun giderilmesi için en uygun çözüm, gelirin yeniden dağılımı olacaktır.
Kredi bunalımı, yüksek petrol fiyatları ve iklim değişiminin etkileri göz önüne alındığında, sanayileşmiş ekonomilerin tüm bu sorunların anında üstesinden gelecek kökten ve uygulanabilir tasarılara gereksinimleri vardır.
Kısa bir süre önce biraraya gelen Yeni Yeşil Sözleşme adlı grup, ekonominin dengede tutulması ve binlerce yeni iş alanı yaratılarak varlıklı kesim ile yoksul kesim arasındaki uçurumun giderilmesi için sermayenin denetlenmesini ve vergi sistemlerinde değişikliğe gidilmesini öneriyor.
Britanya ve A.B.D hükümetlerinin pervasız finans sisteminin tümden yok olmasını önlemek amacıyla yılların ekonomik doktrininden birkaç günde vazgeçtikleri düşünülürse, büyüme takıntısının beraberinde getirdiği çok daha ciddi bir tehlikenin önüne geçmek için farklı bir yol benimsemeleri de çok güç olmasa gerek.
Rita Urgan, New Scientist 18 Ekim 08 / NOT: Londra’daki Yeni Ekonomi Vakfı’nın politika yöneticisi olan Andrew Simms, “Do Good Lives Have to Cost the Earth?=İyi Yaşamanın Bedelini Dünyaya Ödetmek Zorunda mıyız?” adlı kitabın da (Constable 2008) yazarlarından.
Sizlerden Gelen Yorumlar…