Küreselleşme Sorgulanmalı…


Osmanlı Devleti Genislemesi
Image via Wikipedia
Kısa adı TÜMÖD olan Tüm Öğretim Elemanları Derneği Genel Başkanı ve USİAD danışmanı Prof. Dr. Alpaslan Işıklı, soyadı gibi ışık saçan, bilimsel çalışmalarını aralıksız sürdüren, paneller, konferanslar, sempozyumlarla toplumu aydınlatmaya devam eden bir bilim insanı. Aydın sorumluluğunun gereğini yerine getiriyor ve örgütlü mücadeleden de, demokratik kitle örgütlerinden yönetim görevi üstlenmekten de asla kaçınmıyor. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden emekli olan Işıklı için geçtiğimiz yıl Mülkiyeliler Birliği de bir armağan kitabı çıkardı. Küreselleşmeyle ülkemizdeki karşı devrim süreci arasında yakın ilişki olduğunu belirten ve “Sadece Türkiye açısından değil tüm ülkeler açısından geçerli olan evrensel koşulları dikkate almak gerekir” diyen Işıklı ile küreselleşmeyi, ekonomik krizi ve Türkiye’yi konuştuk.
İ.K:Türkiye’nin dünyadaki yerini kısaca özetler misiniz?

Türkiye dünyadaki gelişmelerden fazlasıyla etkilenen bir ülke. Her ülke dünyadan etkilenir. Bu gelişmiş ülkeler için de geçerlidir. Örneğin; İngiltere ABD’nin Avrupa açıklarındaki eyaleti konumunda olsa bile, Avrupa’nın yeni hasta adamının da yine İngiltere olduğunu unutmamak gerekir. Türkiye’nin dünyayı etkilediği en önemli değeri ise Atatürk ve Atatürkçülük. Çünkü Vietnam’dan Cezayir’e kadar tüm bağımsızlık savaşlarında, mazlum milletlerin tüm kavgalarında etkisi var Atatürk’ün ve Kurtuluş Savaşı’nın. Bu etki dünya açısından önemli, Türkiye açısından ise özellikle önemli.
İ.K:Mazlum milletlere örnek olmak tarihsel düzlemde çok önemli bir başarı değil mi?
Evet öyle. Çünkü tarihin her döneminde sömürücü egemenler, sömürme emellerinin sınırına varınca bu çabalarına uluslararası bir boyut kazandırmak istemişlerdir. Haçlı Seferleri’nin yapıldığı dönemdeki Avrupa egemenleri Avrupa’da sınırlara dayanınca, gözlerini doğuya çevirmişlerdir. Bunu da Hristiyanlık dininin motifleriyle desteklemişlerdir.
Sonraki yıllarda Avrupalı kapitalistler kendi işçi sınıflarını sömürmede bir sınıra ulaşınca, kendi emekçilerinden başka sömürecek katmanlar aramaya başlamışlardır. 1870’lerden sonra Çin, Afrika, Amerika ve Osmanlı Devleti acımasızca, vahşice sömürülmüştür. Amerikan yerlilerine çiçek mikrobu bulaştırılmış battaniye dağıtmıştır Kolomb ve arkadaşları. Çin’de Afyon Savaşları yapılmıştır. İngiliz sanayi ürünü dokumaları korumak adına, Hindistan’da dokuma tezgâhlarında çalışan kız çocuklarının parmakları kesilmiştir. Bunlar bir çırpıda sayabileceğimiz örneklerden sadece birkaçı. Bu sayede oluşan zenginlikler Batılı emekçi sınıfların devrimci taleplerini yatıştırmak için, onlara sus payı vermek için de kullanılmıştır. Irak’ın işgali sırasında İngiliz İşçi Partisi’nin ABD’nin yanında rol alması bu ilişkinin kanıtıdır. Çünkü İngiliz işçileri Irak’ın işgalinden kazanç beklemişlerdir. Bunun adı da oportünizmdir.
İ.K:Kapitalizmin doğasındaki çelişkiler ne zaman açıkça görülmeye başlandı?
Kapitalizmin doğasındaki çelişkiler 1929 ekonomik bunalımında iyice derinleşmiştir. Sadece Batı açısından değil, tüm dünya açısından önemlidir bu. Kapitalistlerin iflaslarını intiharlar izlemiştir. 2. Dünya Savaşı sonrasında sosyal devlet kavramı öne çıkmıştır. Sosyal devlete haklılık ve güç kazandıran bakış açısında Sovyet Devrimi’nin de katkısı büyüktür. Batılı kapitalistler paniğe kapılmışlardır ve emekçilerine karşı daha çok taviz vermişlerdir. Kapitalist düzendeki tüm olumlu kazanımların ardında işçi sınıfının mücadelesi vardır. Bu mücadelede sosyalist düşüncenin payı da, Bolşevik Devrimi’nin payı da büyüktür. Bolşevik Devrimi, Batı kapitalizmini kendi işçi sınıfına karşı daha çok ödün vermeye zorlamıştır. Bu kazanımların hiçbiri kapitalizmin doğal sonucu değildir. Bu gelişmeleri tahlil ederken, kapitalizmin ürünü olan işçi sınıfının, aynı zamanda da kapitalizmin mezar kazıcısı olduğunu hiç akıldan çıkarmamak gerekir. Ama SSCB’nin çöküşü Batı kapitalizmini daha da azgınlaştırmıştır. Bu azgınlık sadece ekonomik ve sosyal alanlarda görülmemiş, örneğin Türkiye’nin bütünlüğü konusunda da Batı, ülkemize karşı daha tehditkâr davranmaya başlamıştır.
İ.K:Küreselleşmenin acımasız yüzü ne zaman kendisini gösterdi?
1970’lerde birlikte küreselleşme iyice hissedilir oldu ve 1990 yılına gelindiğinde dünya çapında sınırları aştı. SSCB çökünce, keşfedilecek kıta da kalmayınca, Çin ciddi bir rakip olarak öne çıktı. Küresel kapitalist ekonomiler kendi içlerinde ekonomik sorunları daha şiddetli biçimde yaşar oldular.
İK:Bu süreçte Avrupa’daki merkez sol partiler nasıl tavır aldılar?
Avrupa sosyal demokratlarının önemli isimlerinden olan İsveç Başbakanı Olof Palme, Alman Willy Brandt, İtalyan Enrico Berlinguer, İngiliz Tony Benn gibi isimler “uluslararası yeni ekonomik düzen” lafını ortaya attılar. 1970’lerde bu görüş çok popüler oldu. Birleşmiş Milletler’de Avrupa komünizmi de bu söylemi benimsedi ve savundu. Ama bu görüşün başını çeken liderler, değişik yollarla siyasetten tasfiye edildiler. Bu harekete sahip çıkması gereken Avrupa işçi sınıfı da, kendi çıkarlarının Avrupa sermayedarlarıyla örtüştüğüne inanarak gerekli tepkiyi vermedi.
İ.K:Avrupalı emekçilerin bu tavrını nasıl açıklıyorsunuz?
1864 yılında enternasyonali işçiler kurmuştur. Yani ilk küreselleşmeciler işçilerdir. Ama her enternasyonal kısa süre sonra çıkan büyük paylaşım savaşlarının tozu dumanı altında kaybolmuştur. Ancak her şeye rağmen tarihin çarkını Batı işçi sınıfı ve mazlum milletler ileri doğru döndürebilirler ancak. Atatürk bu gerçeği saptamıştır. Ancak zamanla sistem Atatürk’ün açtığı yolun Batı açısından ne kadar büyük bir tehdit yarattığını gördüğü için, hem Batı işçi sınıfının hakkından gelmiş hem de mazlum milletleri böl- yönet yöntemiyle etkisiz kılmıştır.
İ.K:İşçi sınıfının örgütleri olan sendikaların büyük bölümü de küreselleşmeye ayak uydurmadı mı?
Sistem, “uluslararası yeni ekonomik düzen” yerine “küreselleşme” diyerek, yani tam bir propaganda sözcüğü kullanarak önemli bir kesimi ikna etmeyi, kandırmayı başardı. Çünkü küreselleşme sözcüğü herkese çok hoş çağrışımlar yapıyordu. Marksistlerden İslamcılara dek herkes küreselleşmeci oldu.
İK: Küreselleşmeci olanların hepsinin de Atatürk karşıtı olması tesadüf mü?
Onların Atatürk karşıtı olmasının sebebi şu: Atatürk antiemperyalist ve mazlum milletlere öncülük eden mücadelesi nedeniyle farklı bir küreselleşmeyi savunan bir liderdir. Fransız Devrimi’nin ortaya koyduğu tüm ilkelerin Batı dışındaki en büyük temsilcisi Atatürk’tür. Sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı insanlar arasında hiçbir ayrım gözetmeyen yapısıyla Atatürk bu yönde bir küreselleşme yanlısıdır. Atatürk demokrattır ve mücadelesinin her safhasında halka danışmak, halka dayanmak ihtiyacı duymuştur. Atatürk kimseden talep gelmediği halde Milli Mücadele’yi başlattıktan sonra 20 kadar kongre toplamış ve TBMM’yi kurmuştur. Sermayenin kayıtsız şartsız egemenliğine karşı Atatürk millet egemenliğini savunmuştur. Atatürk’ün ekonomik ve toplumsal felsefesinde sosyal devlet vardır, hak vardır, eşitlik vardır.
İ.K:Küreselleşme yanlıları her küreselleşmenin, Batı’dan gelen her düşüncenin iyi olduğuna inanarak büyük bir hata yapmıyorlar mı?
Evet yapıyorlar. Bu nedenle “Nasıl bir küreselleşme, neyin küreselleşmesi, kimin için küreselleşme?” soruları önemlidir. Şimdi yaşadığımız çarpık bir küreselleşme, adeta bir propaganda. Berlin Duvarı yıkıldı ama imtiyazlı sınıfların ve kesimlerin etrafını çeviren duvarlar daha da yükseldi. Zenginlerin buraya gelmesinde sorun yok, ama yoksulların oraya gitmesinde büyük sorunlar var. Çünkü daha baştan kaçak olarak damgalanıyorlar. Uçağın tekerlek yuvasında, kamyonun deposunda Batıya gitmenin yolunu arıyorlar ve onların akıbetlerini sadece haberlerde izleyebiliyoruz. Bu olması gereken bir küreselleşme değil, çarpık, adaletsiz bir küreselleşme.
Günümüzün emperyalist- kapitalist Avrupa’sı ile bilimin, aydınlanmanın Avrupa’sı aynı değildir. Küreselleşmeciler dünya halklarına, “Benim malım benim, senin malın yine benim” diyorlar. Örneğin AB, Dicle ve Fırat su havzasının yönetimini uluslararası bir komisyona devretmemizi istiyor. Ama ABD ya da İngiltere, kendi doğal kaynaklarının yönetimini uluslararası bir komisyona ya da başka ülkelere asla devretmiyorlar.
İ.K:Dünyaya dayatılan bu çarpık küreselleşmenin ideolojisi ne?
Bu soruyu sorunca “İdeolojilerin sonu geldi” yanıtını veriyorlar. Ben bu lafları duyunca, “Şeytanın en büyük kurnazlığı, bizi kendisinin olmadığına inandırmasıdır” sözünü anımsıyorum. “İdeolojisiz toplum kuruyoruz” lafının aslında en ideolojik söylem olduğunu unutmamak lazım. 19. yüzyıl vahşi kapitalizminin, kibar adıyla liberalizmin, günümüzde daha sık kullanılan ifadesiyle neo-liberalizmin ideolojisidir küreselleşme. Bu işi o kadar kutsayanlar çıktı ki, yoksullar lehine devlet müdahalesini, tanrısal iradeye aykırı bulanlar bile görüldü. KİT’ler satılırken “Bunlar zaten devletin sırtında kambur” dendi. Özelleştirmeler sermayenin tabana yayılması olarak sunuldu. 24 Ocak kararları rahat uygulansın diye 12 Eylül darbesi yapıldı ve iktidara Turgut Özal getirildi. Özal çizgisinin devamı olan Tansu Çiller, “Son sosyalist devleti yıktık” diyordu özelleştirmeleri savunurken. Şimdi de “Babalar gibi satarım” diyen bir iktidar var. Freidman, Hayek gibi düşünürler sosyal güvenliği israf olarak görürler. Sosyal güvenliğin aile dayanışmasını, toplumsal dayanışmayı kaldırdığını savunurlar. Bunlar dikkate alındığında küreselleşmenin ideolojisinin vahşi kapitalizm olduğu ortaya çıkıyor.

İ.K:Bu durumda küresel dünyayı kimin yöneteceği sorusu karşımıza çıkıyor.

Şimdi sınırların açılması dayatılıyor, uluslararası pazarla bütünleşmek ve bu pazarın yasalarıyla yönetilmek gerektiği belirtiliyor. Pazar sanki sahipsizmiş gibi gösteriliyor. Ama gerçek öyle değil. Çünkü bu pazar sahipsiz değil, sahibi var ve sahibi de uluslararası tekelci sermaye. 358 dolar milyarderinin geliri dünya nüfusunun yarısına eşit. Şili’de Allende’yi öldürenler, Türkiye’de 12 Eylül darbesini yapanlar hep aynı merkezden yönetilmişlerdir. Turgut Özal’ın “12 Eylül olmasaydı iktidara gelemezdik” sözü bu bağlamda önemlidir. Dünyanın görünen ve görünmeyen güç odakları vardır. IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar küresel imparatorluğun politbürolarıdır. Bu kurumlar demokratik biçimde oluşmamıştır. Kararlar demokratik yollarla alınmaz. Bu yüzden de Atatürk ve Türk Devrimi ile büyük çelişkileri vardır. Çünkü bir yanda “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” diyen, muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmamızı arzulayan Gazi Mustafa Kemal var, diğer yanda ise egemenliğin uluslararası tekelci sermayenin, emperyalizmin elinde olması gerektiğini savunan küresel güçler var. Yani Atatürk gerçek anlamda toplumcu, eşitlikçi, adil ve demokratik bir küreselleşmeden yana, ama günümüzde küreselleşmeyi savunanlar kendi iktidarlarından başka bir şey düşünmüyorlar.
Atatürk çağının en demokratik rejimini kurduğu zaman Avrupa’da Hitler, Mussolini, Franko, Salazar iktidarları yaşanıyordu. Büyük Britanya ve ABD, kendi yurttaşlarının bir bölümüne değil yurttaş olarak, insan olarak bile bakmıyordu. Atatürk genel ve eşit oy hakkını toplumun tüm kesimlerine verdiği zaman, kadınlarımızı insan ve yurttaş yaptığı zaman, Avrupa’da kimi ülkelerde kadınların oy hakkı yoktu. İngiltere’deki işçilerden daha önce oy verme hakkına kavuştu bizim işçilerimiz. Osmanlı Devleti’nde de işçilerin oy hakkının bulunmadığını, sadece belli oranda gayrimenkulü olanların oy kullanabildiklerini anımsatmak isterim.
İ.K:ABD ile Avrupa arasında zaman zaman beliren çelişkileri nasıl yorumluyorsunuz?
ABD ile Avrupa çıkarları açısından zaman zaman çelişirler. Ama Türkiye ile ilgili olarak daima ittifak halinde olurlar. Aralarındaki bu çelişkiyi Türkiye’ye pay çıkacak şekilde asla boyutlandırıp, derinleştirmezler. ABD, Türkiye’yi zayıflatacak bir unsur olarak PKK terörünü kullanıyor. Yeryüzündeki hiçbir egemen güç, “Tamam, benim vaktim doldu” diyerek tarih sahnesinden çekilmemiştir. Müthiş bir silahlanma yarışının olduğu günümüz dünyasında Türkiye’yi bunalıma sokmak, istikrarsızlaştırmak için emperyalizm sözde soykırım iddialarını da kullanmaktadır. ABD hükümeti Ermeni diasporasının baskısı altında değildir, tersine diaspora ABD’nin baskısı ve güdümü altındadır. Ülkemizde Ermeni tezlerini savunan kimi bilim insanlarının Ermenistan arşivlerine girmek için Erivan’a gittiklerini ama arşive sokulmadıklarını unutmayalım.
Batı Türkiye’ye Yugoslavya modelini biçiyor. Israrla bölücülüğün arkasında duruyorlar. Sevr’i diriltmek istiyorlar. Oysa Türk ulusu da, Türk burjuvazisi de bölünmek istemiyor. Ama bir kısmının da zaman içinde, aynen Yugoslavya’nın dağılması sürecindeki Sloven burjuvazisi gibi bölünme yanlısı tutum alabileceğini hiç aklımızdan çıkarmayalım.
Burnumuzun dibinde Yugoslavya örneği dururken kimileri hala “Avrupa bize ne yapmak istiyor?” diye soruyorlar. Terör örgütü PKK halk arasında ayrışmanın, giderek çatışmanın gerçekleşmesi için çabalarken, demokratikleştiğimizi sananlar var maalesef. Bosna anayasasında, ülkenin Merkez Bankası başkanını IMF’nin tayin edeceği, bu kişinin de Bosnalı ve civar ülkelerden olamayacağı yazılıyken, ABD’nin bölgemize barış getireceğini düşünenler var. Oysa ekonomik, askeri ve siyasi bağımsızlığın bir bütün olduğunu görmek gerekir. Eğer Türkiye bölgesinde etkili bir güç olsa bu çullanışları daha kolay atlatabilir. Ancak iktisadi açıdan komşularımıza göre çok parlak durumda değiliz. Komşularımızla sorunlarımız var. Ermenistan gibi emperyalizmin oynadığı oyunları göremeyen komşularımız da var. Hâlbuki Ermenistan, Azerbaycan ve Türkiye ile düşman olacağına dost olsa, ticari ve siyasi olarak çok şey kazanır.
İ.K: Küresel güçlerin, Türkiye’yi güdümüne almak isteyenlerin Atatürk düşmanlığının sonu gelmeyecek gibi görünüyor.
Gelmeyecek, çünkü Atatürkçülük demek demokrasi, antiemperyalizm ve ulusların eşitliğine dayanan bir düzeni savunmak demektir. Atatürk’e karşı din istismarı, bölücülük ve 2. Cumhuriyetçilik yapılmasının nedeni bu. İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy, Mısır’dan yazdığı mektupta “Dünyada İslam’ın en güzel yaşandığı ülke Türkiye Cumhuriyeti’dir” demiştir bu yüzden.
Atatürk’ün benimsediği iman bilerek, bilinçle, erdemle, tevazuyla yaşanandır. Batıya bağımlılığı savunan bir Müslümanlık olamaz. Ülkemizdeki bölücülerin emperyalizmi temsil ettiklerini hiç akıldan çıkarmayalım. Dünyanın her tarafında bölünmeyi zenginler ister, yoksullar değil. İtalya’da kuzey, İspanya’da Bask bölgesi, Belçika’da Flamanlar, Yugoslavya’da Slovenler ve Hırvatlar bölünmeyi istemişlerdir ve istemekteler. Türkiye’nin bölünmesini savunanlar, İstanbul’un Avrupa Birliği’ne tek başına başvurması halinde tam üye olacağını, Diyarbakır’ın ise asla AB üyesi olamayacağını bilmiyorlar mı? Elbette biliyorlar. Ama amaçları ülkemizde iç savaş çıkarmak, kaos ortamı yaratmak, sonra da sözde barış gücü yollamak.
Batının da yeryüzündeki her şey gibi iki yüzü vardır. Bir yüzünde halkın katılımı, sosyal güvenlik, refah devleti olan Batının emperyalist, ırkçı, çıkarcı, sömürgeci yüzünü de görmek gerekir. İspanya’nın Yahudileri 1492’de ülkeden kovduğunu, Hitler’in Alman Yahudilerine yaptıklarını hiç unutmamalıyız. Hepimizin çok haklı olarak eleştirdiği 12 Eylül darbesi sonrasında bile, 1402’lik olan ve üniversite ile ilişiği kesilen bilim insanları arasında etnik kökeninden dolayı üniversiteden atılan bir kişi dahi yoktur. 12 Eylül’ün gadrine uğramış bir bilim insanı olarak diyorum ki 12 Eylül darbesi bile ırkçı bir liste yapmamıştır. Osmanlı Devleti’nde 1915 tehcirine gelene dek Ermeni dışişleri bakanları, Danıştay üyeleri, yüksek rütbeli bürokratlar, sanatçılar yok muydu? Türk toplumundaki bu anlayışı, kardeşliği, hoşgörüyü hiç unutmamalıyız. Oysa küreselleşme yanlılarının en sevdiği ülke olan ABD, İkinci Dünya Savaşı’nda kendi yurttaşı olan Japon kökenli Amerikalıları ülkenin iç bölgelerinde toplama kamplarında tutmuştu.
İ.K:Türkiye’de yaşanan terör olaylarının arkasında emperyalizm olduğunu bir türlü anlamak istemeyenlere ne diyorsunuz?
Asala terörü bitince PKK terörü başladı. Emperyalizm etnik, dinsel, mezhepsel kökenleri kullanacağı araçlar olarak görür çünkü. Ülkemizde etnik kökenine bakılmadan cumhurbaşkanı, başbakan, kuvvet komutanı, odalar borsalar birliği başkanı olan yurttaşlarımız dururken, ülkemizde ayrımcılık uygulandığını savunanlara çok şaşırıyorum. Parmak ayı gösterince demek ki bazıları hala aya değil, parmağa bakıyorlar.
2. Dünya Savaşı sonrasında Yalta ve Potsdam’da ABD ve SSCB dünyayı bölüşmüşlerdi. Türkiye’nin Kemalist politikalardan vazgeçmesinde SSCB taleplerinin de etkisi olmuştu. Bu “Sovyetler ve komünizm öcüsü” ülkemizin NATO’ya girmesinin de temel nedeni oldu. SSCB çökünce ABD yeni bir öcüye, tehdide gereksinim duydu ve sonuçta da buldu. ABD’nin bulduğu bu yeni öcü “İslami terör” oldu. Ve bu yüzden tüm çabalarına rağmen bir böbrek hastası olan Usame Bin Ladin’i bir türlü bulamıyor! 11 Eylül 2001’de ikiz kulelere yapılan saldırıları küresel kapitalizmin küresel faşizme dönüşmesinde kullanıyor. “İslamcı terör” korkusunu ve paranoyasını yayarak istediği ülkeyi işgal ediyor.
SÖYLEŞİ:DR. BARIŞ DOSTER / DR.BARIŞ DOSTER
Enhanced by Zemanta
  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın

Adelina Sfishta

Okuyanlar Özgür Olmalı

Evrim Teorisi Online

Evrim hakkında herşey...

Virginia Woolf

Herkes kendi geçmişini, kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları sadece onun başlığını okuyabilir.

ODILA BLOGGER by OAS

Turkish Geeks on Life & Politics...

YAŞAMAK ŞAKAYA GELMEZ

Facebook adreslerimiz: http://www.facebook.com/ata.fecob - http://www.facebook.com/pages/fvco/107464239362228

Komeleya Çand û Integrasyon a Kurd Luzern

Kürdischer Kultur und Integrationsverein Luzern/Mythenstrasse7,6003 Luzern

eren@home ~ $

Açık Kaynak, Linux, Programlama Dilleri, Amatör Telsizcilik gibi konular üzerine düşünceler

Ata FE COB

"En büyük yenilgimiz, bir alternatif fikrini kaybetmiş olmamızdır." ___Michael Lebowitz

WordPress.com

WordPress.com is the best place for your personal blog or business site.

CHP SULTANGAZİ

"Direnme gücü, dünya “evet” sözcüğünü duymak istediğinde 'HAYIR' diyebilme yetisidi" E. Fromm. ________“12 Eylül’de ‘HAYIR’ oyu vererek tokat atın, okyanus ötesinden de duyulsun” KILIÇDAROĞLU