Demokrasi
NASIL BİR DEMOKRASİ…
Evet, bahsetmek istediğim şey nettir. Etiğin hükmünde olabilen ve bunu başarabilmiş bir demokrasi… Çoğunlukla bilinmeyen bir şey olmasına karşın aslında bunun zaman içinde de ele alınmış bir konu olduğunu söyleyebilirim. İnsanlık her zaman için yönetmek ve yönetilmek adına belli kavramları düşünmüş ve en doğru olan üzerinde bir fikir birlikteliği oluşturmak istemiştir. Buna rağmen yine de ortak bir uzlaşı sağlandığını söylemek güçtür. Tarih içinde karşımıza çıkan filozof Aristoteles’in yaklaşımına göre dünyada iyi ve kötü olmak üzere iki tür yönetim biçimi vardı. Ona göre oligarşi ve demokrasi kötü yönetim biçimlerinden sayılabilirdi. Bunun nedenini şöyle özetliyordu: Halk, kendisinin nasıl yöneteceğini bilmediği için iyi bir yönetim oluşturamazdı. Aristoteles demokrasi dışında üç tür yönetim biçimi tasarlamıştı: Oligarşi, Aristokrasi, Polity. Bunlardan polity en pratik yönetim şekli olup demokrasi, aristokrasi ve monarşinin bir karışımıydı. Polity kelimesini Türkçemize çevirisini en doğru “yönetim şekli, kurumsal yapı, devletin yönetim şekli” olarak yapabiliriz. Bu anlamda Polity terimini politika’nın eşdeğeri gibi çevirmek yanlış olabilir. Çünkü politika’nın Yunanca’daki poli / tika = çok yüzlülük ile karşılık bulması daha doğru bir yaklaşımdır. Aristoteles her ne kadar polity kavramını iyi bir yönetim şekli sınıflandırmasına koysa da, aslında aklının ortak iyiliği hedef alan aristokrasi’den yana olduğunu söylemek mümkündür.
Günümüzde dünyada bilinen yönetim biçimlerinden en çok tutulanı ve tatbik edileni demokrasi’dir. Demokrasi bir araç esasında. Ancak demokrasinin hâkim olduğu yerlerde bir de bakıyoruz ki, milletler kimi zaman eziyet çekebiliyor, hatta adaletli yaklaşımlar ortadan kayboluveriyor. Yoksullukla zenginliğin karşıtlık sergilediği demokrasilerde seçilmişlerin esasında neye hizmet etmeye çalıştıklarını kavramakta zorlanıyorsunuz. Esasında bunun tek nedeni demokrasinin etiğin hükmünde olmadan varlığını sürdürmeye çalışmasıdır. Her zaman söylediğim gibi etiğin hükmü altında ve ilkeleri ışığında parıldayacak demokrasiler daha kalıcı olacaklardır. Bazı örnekler vereceğim sizlere ve biraz düşünmenizi isteyeceğim. Bu örneklerdeki demokrasinin ne tür bir şey olduğunuzu algılamanızı bekliyorum.
Seçimler ve oy demokrasi aracının belki de vazgeçilmez iki öğesidir. Her siyasi parti bir seçim yarışının içine kendisini atıverir ve çoğu zaman seçilme kaygısıyla belki de yapmaması gerekenleri yapar durur. Yıllardır bitmeyen “satılık oy, seçim yatırımı” gibi kavramlar bunlardan sadece birkaç tanesidir. Oysa kimse sormaz: Siyasi partilere verilen maddi yardımların kaynağı nedir? Ben bu soruya cevabı vereyim: Halkın ödediği vergiler ya da dolaylı olarak bu vergilerle devletin kasasına giren kazanılmış maddi birikimler. O halde düşünün bakalım bir kez. Bu yardımları alan siyasi partiler neyin savaşımını vermektedirler seçimde. Kimin kazanması kimin kaybetmesi önemli mi o kadar? Sonuçta bu para herkesten toplanarak partilerin kasasına girmektedir. Peki, siyasi partilerin kasası kime aittir? Cevap basit: Halka aittir… Şimdi bir diyen çıkar da, bu para o siyasi partinindir deyiverir. Artık bundan sonra böyle olmadığını iyi bilmek gerekiyor sanırım. Seçimle iş başına gelenlerin %1’e yakın bir oy farkı ile birinci olduğunu düşünelim. Kalanların toplamına bir bakın. Bazen seçilmiş partinin oy oranından bile daha fazla. O halde niçin birinci olan partiler ben merkezci bir tarzda yönetmeye çalışırlar. Yönettikleri herkes onlara oy verenler değildir elbette. Ama bir de bakarsınız ki, oy vermeyenleri cezalandırır gibi kararlar alınır, kanun teklifleri sunulur. Ya da tüketim ürünlerine yapılan zamlar, insanfsızca alınan vergiler, çalışanların maaşlarına bir türlü yapılmayan iyileştirme artışları karşımıza çıkıverir. Peki, bu durumda demokrasi mantığı nerededir? Nerededir halkın yönetim gücü? Bütün itirazlara rağmen kimi zaman siyasi partilerin dediğim dedik kararlar ile karşı karşıya kalabilirsiniz. Oysa yaşanan ve uygulanan şeyin adı eğer demokrasi ise bu olumsuzlukların olmaması gerekir.
Siyasi partilerin hayat damarının kendilerini oluşturan üyeler ve maddi yardımlar olduğunda hem fikiriz. Peki, bir miting için yüzlerce otobüs, kumanya ve insan nasıl bir araya gelebilmektedir? Herkes işini gücünü bırakmış, gönüllü bir şekilde tuttuğu siyasi partinin o miting senin bu miting benim şeklinde yanında nasıl yer almaktadır? Bu ne kadar samimi bir tanılamadır? Sonradan görülür ki mitinglere katılanlara dağıtılan kumanyalar hatta kimi zaman gelenlere verilen ufak miktardaki paralar hep o siyasi oluşum ya da parti tarafından karşılanmış. Peki, bu bol keseden dağıtılan paralar aslında kimin, biliyor musunuz? Cevabı basit: Herhangi bir partiyi tutsun ya da tutmasın, o ülkedeki tüm halkın… İşte, böyle ilginç bir şeydir demokrasi… İşimize geldiğinde adı demokrasi oluverir işimize gelmediğinde bir yük gibi görülür. Ama gerçek payı da yok değil bu aktardıklarımızın.
Bir yerlede duymuştum, arazileri paylaşan milletvekilleri buralara lüks villalar yapmak için kooperatif kurup ilgili yasal düzenlemeyi de el birliği ile geçirivermişler! Peki, bu lüks evler kimin aslında! Cevabı vereyim merak etmeyin: Halkın… Evet, yanlış duymadınız. Tabii ki halkın bu villalar. Bir türlü belli yasaları ya da düzenlemeleri halletmeyen milletvekillerinin olacak hali yok ya! Bakınız, işin acı yanı, bunu yapan insanlar bir seçimle yani demokrasi ile iş başına gelmişlerdir. Ama yapılanın demokrasi ile uzaktan yakından ilgisi yok, değil mi?
Birbirlerine acımasızca sözler sarf etmek, oy avcılığı yapmak, şov yıldızları gibi sahnelerde konuşmak, saltanat araçlarında seyahat edip oy istemek ne kadar demokrasidir? Demokrasinin en tehlikeli oyunlarından birisidir aslında bu seçim olayı. Seçim gelir geçer ve vaatler unutulur gider. Sokaktaki insan diye bilinen insanların görüntüleri kaybolur seçilenlerin hafızalarında. İş istemek, aş istemek, yakacak istemek, menfaat istemek için verilen oylar birbir sayılır. Kimilerine geri döner demokrasi kimilerini ise unutur! Demokrasinin kahramanları diye bilinen siyaset temsilcileri bir de bakarız ki bizleri artık göremeyecek kadar yükseklere çıkıvermişler! Bu nasıl bir şeydir, hâlâ anlamış değilim! Tabii ki anlayamam. Çünkü ben bu tür bir demokrasiyi savunmuyorum. Benim savunduğum etiğin hükmü altına girmiş bir demokrasidir. Bu böyle olmadıkça demokratik görünen hiçbir şeyin aslında demokratik olmadığını fark edersiniz. Nasıl bir şey mi etiğin hükmü altındaki demokrasi? Size kısaca özetleyivereyim:
Ø Sadece seçenleri değil seçmeyenleri de kucaklayan, parti diye bilinen sembolün peşinden körü körüne gitmeyen, ne yapacaksa ülke için yapacak olan oluşum etiğin hükmü altındaki demokrasinin bir özetidir.
Ø Güç ile hareket etmeyen, gücün halktan geldiğini bir an bile unutmadan yine ona hizmet etmek için çaba sarf eden bir yapılanmadır etiğin hükmü altındaki demokrasi.
Ø Vergi yükü altında halkını ezmeyen, gücü kadar vergi ödeyebilene vergi koyan, asla fazlasına tamah etmeyen, devletin gelirlerini adaletli bir şekilde devleti güçsüz bırakmadan halkıyla paylaşabilen bir anlayıştır etiğin hükmü altındaki demokrasi.
Ø Devletin kasasından aldığı yardımları çarçur etmeden ve gerekirse artırarak yine devletine geri veren siyasi partilerin oluşturduğu bir sistemdir etiğin hükmü altındaki demokrasi.
Ø Yöneticilerinin ve seçilenlerin aldıkları maaşları hak etmek ve halka hizmet için çalışmak amacında olmalarıyla özetlenen bir yönetimdir etiğin hükmü altındaki demokrasi.
Ø Ülkenin bütünlüğünü koruyan, halkın da bu yönde yapılanması için uğraş veren, anarşi ve kargaşayı önleyerek halkın huzur içinde yaşamasını sağlayan bir anlayıştır etiğin hükmü altındaki demokrasi.
Ø Ülkenin varlığını ve birliğini oluşturan temelleri asla sorgulatmayan, bu konuda taviz vermeyen ve gelecek nesillerin sağlıklı bir düşünce sistemi içinde var olmasını sağlamak için vardır etiğin hükmü altındaki demokrasi.
Ø Demokrasi kelimesinin anlamını hiçbir zaman sekteye uğratmayan, gösterişçilikten uzak ve bir o kadar da ciddi bir anlayışın temsili demektir etiğin hükmü altındaki demokrasi.
Ø Parti diye bir kavramı reddeden, parti unsurlarını sadece sembolik yapılar gibi gören, seçilmemişi de temsil etmeye çalışan, onların da sözü, söylemi olan bir sistemdir etiğin hükmü altındaki demokrasi.
Ø Etiğin kaynaklandığı felsefenin özgün anlayışıyla yaşama felsefesini etik ilkeler zeminine oturtarak bireyin haklarını zedelemeden ama her bireye de eşit mesafede olmaya özen gösteren bir yapılanmadır etiğin hükmü altındaki demokrasi.
Ø Ülkenin refahını ve yükselmesini gözeten, savaşçı unsurları reddeden ve barışı tüm dünya için tesis etme gayretini her ülkenin yönetim biçimlerinde gösteren bir anlayıştır etiğin hükmü altındaki demokrasi.
Ø Oy kavgalarından uzak duran, oy hesaplaşmalarıyla ülkelerin ve halkların gündemini meşgul etmeyen, insanı ve canlıları temel alan bir sistemdir etiğin hükmü altındaki demokrasi.
Bu tarifleri daha da çoğaltabilmem mümkündür. Ancak şimdilik bu kadarı yeterlidir sanırım. Son olarak birkaç noktaya daha değinmek istiyorum. Dünya üzerinde şu an için burada ele aldığım şekliyle bir demokrasi yapılanması henüz mevcut değildir. Bugün için dünya üzerindeki bütün ülkelerin demokrasi adı altındaki sistemlerinde burada aktardığım tarzda bir yönetim anlayışı henüz ortalıkta görünmemektedir. Ama bu olmayacağı anlamına gelmez tabii ki. Birgün bunu ortaya koyacak ve her şeyiyle etiğin hükmü altında olan bir demokrasi mutlaka yeşerecektir. Umudum odur ki, bu ülkemizde olsun ve ülkemiz bu anlamda bir önderliği gerçekleştirsin.
_____________Dr. Çağatay Üstün‘eteşekkürlerimizle / Denizce
çok uzun bu kardeşimin yaza yaza eli kırıldı yahhuuuuuuuuu :S
HAŞHAŞİLER VİRÜSUNU TEMİZLEMEYE ÇALIŞAN KANUNLAR ÜSTÜ YENİ BİR ZÜMRE HIZLA ÇOĞALIYOR!
Suçluyu takip eden polis ve savcıları görevden alan, bunların yerlerine, yolsuzluk ve rüşvetçi oldukları bilinen, düzenin işkence uzmanı polis ve savcılarını yerleştiren AKP, artık güvenilirliğini yitirmiştir.
İslamcı tarikat ve cemaatlere üye olan AKP’ li bir patronu sorgulamak artık mümkün değildir: buna yanaşmaya kalkan her savcı, belge arayan her polis darbecidir ve ve sürülmeye mahkümdur…
Artık, Erdoğan’dan izin almadan, dünyanın en hızlı gelişen ekonomisinin temel taşları olan Müslüman Türk iş adamlarına, bakan ve diğer devlet memurlarına yanaşmak her yiğidin karı değildir..
R.T. Erdoğan’a göre ise herşey yeni başlıyor: yakında AKP hücrelerine sızan Haşhaşiler temizlenecek, muhteşem Çamlıca camisinin minarelerinin heybeti ve yerden mantar gibi fışkıracak AKP yanlısı savcı ve emniyetçilerin loyalitesi ile Üsküdar’a yönlendirilen Allahu Ekber haykırışları, ülkeyi içerden sarmış bu şeytani güçleri korkutup kaçırtacaktır!
Bugün Türkiye’de, Türklere ve Sunni İslama tanınan hakların hiçbiri Alevi ve Kürtlere tanınmamışken, onbinlerce siyasal tutuklu varken, yolsuzlukları ortaya çıkaran savcı ve polisler suçlu gibi gösterilirken anayasal düzenden bahsetmek büyük bir iki yüzlülüktür.
Mahkemeye göndermediği, kanun üstü ilan ettiği oğlu ile, Çamlıca tepesine kurulacak yüksek minereli caminin teftişini yapan R. T. Erdoğan, rüşvetçi, sahtekar, hilekarlığın her çeşidini mübah gören ne kadar kriminal çeteci varsa, bunların hepsini Türkiye’nin en iyi iş adamları diye tanıtmaktan geri kalmadı.
R.T, Erdoğan’a göre, bu iş adamlarına kimse dokunamaz! Bunları hiç bir savcı ve polis sorgulayamaz, bunlar Türkiye’nin ekonomisini ayakta tutan ve muhteşem kalkınmayı sağlayan süper Müslüman patronlardır. Bunlar kanun üstü olarak kalacaklar, bunları dinleyen polis işten atılacak, sorgulamaya kalkan hakim ve savcılar ise hemen sürülecektir.
“Müslüman patronlar” ahalisinin önderi Tayyip Erdoğan, Anadolu ve İstanbul’un tarih içinde geleceğe uzanan kaderine ters, yıkıcı bir rol oynamıştır, bu diyarı bir tür çıkmaz sokağa sokmuştur.
Birinci fetret döneminde olduğu gibi, ortada bir devlet enkazı ve parçalanmış / dağılmış bir merkezi iktidar bulunuyor. Fetret, tarihsel ve siyasal olarak sürdürülemez bir durumdur. Geçicidir. Ya şehzadelerden biri diğerlerini tasfiye ederek mülkün (devletin) ve merkezi iktidarın birliğini yeniden kuracak ya da ülke dağılacaktır.
Bu yolsuzluk vs. hikayelerinden öte, Tayyip Erdoğan Türkiye’yi tamamen Uganda veya Kenya benzeri bir devlet sistemine benzetme yoluna girmiştir.
MİT’in 8 ay evvel Erdoğan’a verdiği rapor, hükümet üyelerinin yolsuzlukları hakkındaki resmi raporun yok sayılması, Erdoğan’ın kanun ve devlet üstü saydığı çetelerin arkasında durduğunu ispatlıyor.
MİT’in 18 Nisan 2013 tarihinde hazırladığı üç sayfalık raporda, tutuklanan işadamı Rıza Sarraf’ın bazı bakanlarla ilişkisinin yaratabileceği durum hakkında uyarılarda bulunulmuş olması Erdoğan için en zayıf noktayı oluşturmaktadır. İyi lider, aynı zamanda, gerekli kararları zamanında almasını bilen bir liderdir.
Belli zümre ve gurupları, kendi çevresini ”dokunulmaz” ilan eden R.T. Erdoğan’ın başkanlık/sultanlık hayalleri ve “Müslümanların” onun doğuştan kısmetli, şanslı, tuttuğu altın olan, Allah’ın kutlu temsilcisi sanma “efsanesi”nin yıkılması böylece kaçınılmaz hale gelmiştir.
Tayyip Erdoğan, inançlı kitlelerin bir önderi olarak, bu insanları evrensel doğrulara yöneltmek yerine, kendisini bir tür “Allah’ın ‘Müslümanlara’ hediyesi ulu Hükümdar” sayıp, herkes tarafından böyle görülme hevesinden vazgeçmemesi ağır sonuçlara yol açmaktadır.
Bu devlet üstü örgütlerin elinde biriken servetlerin, mal ve hizmetlerin vergileri alınıyor mu, alınıyorsa ne kadar parayı devlete vergi olarak ödemişler? Bu paranın kaynağı nedir? Bu “cemaatler dünyasında” dönen paralar “Ak para mı, kara para mı?” biliniyor mu? Bindikleri inanılmaz arabalar, yaşadıkları saraylar babalarından mı kaldı?
Hangi çağda yaşamaya mahküm edildik?
Anadolu toprakları ve çevresinde kendini (bir “kimlik” adı olarak) “Müslümanlar” diye tanımlayanlar kadar, dinlerin özüne bu kadar yabancı, bir ahali görülemez. Uygarlıkların katilleri herşeyi kendileri ile başlatıyorlar. Hakim oldukları bütün bu alanlar, ve bu ahali için, vasatlıklarının nihayet Tanrı tarafından “taçlandırıldığı”, aklı/eğitimi/namusu ile belli makamlara çıkmış insanların “Monşer” veya “Dinsiz laik” diyerek ezilebildiği, onların yerine İmam Hatipli çapsız/vasıfsız/vasat insanların getirildiği ve bir milletin böyle düşüşünün “Milletin nihayet iktidarı eline aldığı” diye yorumlandığı bir dönem, aşağıda belirttiğimiz bazı politik İslamcı örgütler temelinde devam ediyor.
12 Eylül Askeri anayasası devam ediyor…Normal düzeni sağlayacak bir anayasa olmadığı için, AKP, bu general kanunlarını istediği şekilde kullanmaktan geri kalmayacaktır.
Bugün verildiği söylenen haklar aldatıcıdır, bunlar anayasal güvenceden yoksun oldukları için, kafası bozulan her bakan, istediği an herşeyi tersinden uygulayacaktır.
Bugün Türkiye’de haklar belirli bir hukuk kuralına bağlanamamıştır, yani yasal güvencelerden yoksundurlar.
Diğer taraftan, Türkiye’de her toplumsal kesim aynı ölçüde bireysel ve toplumsal haklardan eşit olarak yararlanmamaktadır.
Türk devleti Sunni İslam bir devlettir ve Türk etnik kimliğini tek kimlik olarak topluma dayatmıştır.
Türklük kavramı söylenenin tersine bir üst kimlik değildir. Bir etnisitenin kimliğidir. Bu açıdan Türk kimliği dominant olup tüm hakka sahiptir. Tüm okullar Türkçe eğitim vermektedir. Sunni inancın empoze edildiği din dersleri zorunludur. Mahalle baskısı en üst boyutlara ulaştırılmış, şehirlere göç ederek buralarda iş kurmuş Alevi kökenli insanlar artık cuma namazlarına gider olmuştur. Türk dili, kültürü devlet desteği ile sürekli gelişirken, yasaklı olan diller ve inançlar unutuluyor, farklı kültürler egemen türk kültürü tarafından yok ediliyor…
Kürdün ana dili ile eğitim yapması yasak, Alevilin kendi ibadethanesi yasak, Alevilik bir inanç olarak hiç bir statüye sahip değil, bir din mi? bir mezhep mi? Bir tarikat mı? Belli değil. Yani Alevinin bu coğrafyada daha adı yok ama en küçük demokratik hak istemleri, alay edilerek bastırılmaya çalışılıyor.
AKP iktidarı seçim dönemi öncesi Kürtleri kandırmak için paket gündeme getirmiş ve seçimleri kazandıktan sonra da bu paketler yeniden çöp tenekesine atılacaktır…
Oysa bu paketleri de Kürt hareketi karşısında çıkmaza düştüğü dönemlerde gündemleştirmiş, rahat bir seçim süreci yaşamak ve bölge insanının desteğini almak için her seçim öncesi Kürtsever ve Alevisever rollerine bürünmüştür. Ama şimdi takke düşmüş kel görünmüştür. AKP Suriye politikası ile hem Kürtlere, hem de Alevilere dost değil düşman olduğunu kanıtlamıştır. El Kaide örgütünü açıktan desteklemiş, uluslararası paralı asker sürülerinin Rojava’da ve Suriye’nin Alevi bölgelerinde toplu soykırım yapmaları için MİT kamyonaları ile ağır silahlar taşımıştır…
Yani AKP Türkiye’de daha fazlası ile bir toplum oluşturan Kürt ve Alevilere karşı katliamların planlayıcısı olmuştur. İşte bu gerçek artık ortaya çıktığı için AKP Alevilerin de Kürtlerin de hesap sorması gereken bir yapı halindedir. Artık Tayyip ve şürekası bir kez daha sahte Kürt ve Alevi açılımlarıyla bu toplumsal kesimleri kandıramayacaktır.
Aleviye “sen müslümansan ibadet merkezin cami, mescittir, Cemevi ibadet yeri değildir, bir kültür merkezidir (dün cümbüşhane idi), git ibadetini camide yap” diyor. Kürde “vergini ver, her tür hizmetini yap ama karşılığında benden kimliğine dair bir hizmet bekleme; anadilin lazımsa git pazardan satın al” diyor. Kürtlerin ve Alevilerin kimlik hakları hep yok sayılırken, aynı Erdoğan, üstüne üstlük ne kadar Sunni tarikat ve mezhep varsa bunları kanun üstü ilan etti…
MİT kamyonları ile Suriye’de savaşa katılmış bulunan AKP, nasıl ki Türkiye’de ki çeteleri kanun üstü sayıyorsa, bu ağır silahlarla masum halkı katledenleri de paralel-derin-kriminal çete örgütü değil, kanunlar, savcılar üstü, dokunulmaz müminlerin oluşturdukları kutsal birlikler olarak görüp desteklemektedir.
Bunlaın üyelerine hiç bir polis dokunamaz, hiç bir savcı başbakanın izni olmadan bu MİT kamyonlarına yaklaşamaz. Buradan da açıkça anlaşılacağı gibi MİT, Erdoğan’ın özel bir örgütü haline getirilmiştir.
AKP iktidarını ayakta tutan bu örgütler, AKP yöneticileri, Suriye ve Ortadoğuda ki diğer iç savaşlı ülkelere satılan yüz milyonlar değerinde ki silah satışlarından elde edilen rant, “Kur’an Kursları” ve “Deniz Feneri yardımları” gibi kılıflar altında yürütülen entrikalarla edinilen servetler, “türban ve türbancılar” desteğinde havaya savrulan paralar; her gün medyaya servis edilen haber ve fotoğraflardan, gerçekler su yüzüne çıkmasına rağmen, komplo, darbe deyip yollarına devam ediyorlar.
Sanki Türkiye’de kendileri dışındakiler Hristiyanmış veya bambaşka bir dindenmiş gibi kendilerine “Müslümanlar” diyen, dînî-kimlikçiler, tarihi bir son yaşıyorlar. Liderleri Tayyip Erdoğan, tam bir çöküş yaşayan AKP iktidarındaki zemin kaybını durdurmak yönünde hamleler yapıyor, ama yaptıkça durumu daha da kötüleşiyor, ve kötüleşecek.
“Müslümanlar”, kendi kaderlerini belirleyecek bir sınava girdiler ve o sınavda en kötü notu alarak çaktılar, durum en basit ifadesiyle böyle.
Sorun haline gelen “tek adam” Tayyip Erdoğan’ın belli bir gündemi dayatmasından daha kapsayıcı ve daha önemli olan, onun özgürlüklere karşı koyduğu yasakçı tavırdır yıkımını sağlayan.
11 yıldır Türkiye’yi yöneten siyasal İslamcı AKP-tarikat mezhepler koalisyonu, rant kavgasında çöküyor. Din, iman perdesi altında kurulan rüşvet çarklarını gözler önüne serdi. İktidardan ve servetten daha çok pay isteyen İslamcı ve muhafazakâr sermaye çevreleri adına bir yağma düzeni kuran AKP İktidarı için yolun sonuna gelinmiş durumda. Siyasal İslam Türkiye’de de ağır bir yenilgi sürecine girdi. İslamcıların 21. Yüzyıl’ın başında modern bir devleti ve toplumu yönetme yeteneğine ve birikimine sahip olmadıkları anlaşıldı.
Türkiye’nin yeni fetret dönemi aslında 1995 yılında başlamıştı. Ülkede merkezi iktidar çeşitli güç odakları arasında (Meclis, Hükümet, TSK, Cumhurbaşkanlığı, Yüksek Yargı ve hatta üniversiteler arasında) parçalanmıştı. Fetret durumunun 2008’de AKP-Cemaat koalisyonunun devleti ele geçirmesiyle aşıldığı sanılıyordu. Ancak öyle olmadığı ortaya çıktı. Birincisi (1402) 12 yıl sürmüştü, ikincisi 18 yıldır iniş ve çıkışlarla devam ediyor belli ki.
AKP’yi ayakta tutan devlet üstü örgütler/tarikat ve hiziplerce verilen fire fazla olmadığı için muhtemelen var olan muhalafet kırıntıları da yok edilerek tek parti hegomonyası sürecine girilecektir.
Buna rağmen, Türk İslam sentezi temelinde diktacı bir bir rejimin kurulması ilkesine dayalı gerici iktidar blokunun önlenemez bir çözülme sürecine girmesi kaçınılmazdır. İslamcı tekkeler arsındaki iktidar çatışması artık dönüşü olmayan bir yoldadır. Bu süreçte her zaman en büyük soru, “biz bu kadar güçlüyken, hangi çılgın bizi yokedecekmiş şaşarız” türünden kibirlenmelerle gelirdi ve Tanrı’yı Kur’an’da yazan bir roman kahramanından ibaret sayan bu beylere kimsecikler de yanıt veremezdi! Yanıt şudur: “Sizi yokedecek bir çılgın yoksa, sizin içinizden biri o çılgınlığı yapar.”
Şu anda en akıllıca tutum, evrensel değerler temelinde ilerleyen özgürlüklerin hem önünü açmak hem de onlara angaje olmaktır.
Sevgi ve Saygılarla
Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey
———————————————————————-
Esin Duran,
Selda Suner,
N. Gök,
Ferdi koçkar
Yeliz seren
S. Aktaş
Pelin Moda,
Bedri Engin,
Nazmi Dogan,
Sevda Suner
R. Adalı
Sezer Aşkın,
H. Datvan,
Salih Demir,
Nizamettin Duran
A. Demir
hasan kayısoğlu
Melahat Baykara,
ismail çekmez.
Aydin Nizam
Uğur Demir
Ismail B. Cenk,
Tekin Balkic
Selma Altuntaş,
Murat Koç
Filiz Serin,
Nedim Serin,
Vedat Koçak,
Salih Birdal,
Erdal Cömert
Ismail Bulak
Ahmet Meriç
Mustafa Gur,
Hasan Zafer
Bahar Ünsal
Osman B.
Ayse bahar
Metin Maslak
H. Maslak
Dilek Solak
zeynep içkaya
Sevda maslak
Sercan Gezmiş
Aynur Balkaya
İpek Doğan
Nazım Doğan
Murat Doğan
esin erkan
Beyhan erdem
n. erdem
İsmail Deniz
Ayten BARAK
Ugur Birdal
Ahmet Tan
İsmet Yelkenci
Yıldırım Kongar
Selma Kongar
Birol Aytekin
Hatice Gül
Ibrahim Erkin
Kemal erdem
Rıza Akdemir
Mehmet Coskun
Hüseyin demir
fethi killi
Yeliz Ender
Mustafa Ender
Ugur Basak
Kemal Dektaş
Ayten Ilkdal
Nuri Aktanır
Metin Koc
Sevgi Ender
Burhan Kulakçı
Oğuz Duran
Burcu Kanter
Aysel kanter
Erol kanter
Layla SOLGUN
M. Oktay
Kemal Aktas
Yelda tekinoglu
Orkun Keskin
T. Vural
Oğuz şen
Nur Şen
Ismail çaykara
Burhan Orkal
D. Kahan
Seher Yıldız
Esra akkaya
Mehmet Uzan
Yeliz IŞIK
Murat Bakır
O. Dem
Salih Aktaş
Seyhan İlknur
Osman Çekiç
esma yıldız
Murat Çetindal
Ali OkyarMusa Tekin
Aslı Birdal
Nazmi Doğan
İnci Gür
L. Okar
Mustafa Karkaya
Omer Aytac
Mürsel Bozkır
Zeynep Şengül
Gülcan Iğsız
Murat Nidar
şemsi Kaya
Ayten Ekşi,
Eda leman
nermin ışıl
D. Polat
Kadir Erdem
Serdar OKTAY
Mehmet Özdemir
Mustafa Erkan
Nuri AKTAS
Emine AKTAS
O. Kadir Ergun
Metin Kurca
Sedat Isiklar
Filiz Bag
Kadir Baskale
Sevim Varlik
Hasan Mesut Akkaya
Necmi Guler
Erhan Isguz
Meral Okur
Bilge Okyaz.
Kemal Koç
L. Mirakoğlu
Oktay Kızılcık
Mehmet Yavuzgil
Erdal Polat
Hüsnü oktay
k. Sankay
Ahmet tekin.
Semra Kaya
Mustafa Çiçek
Kayhan Göçkaya
Erdal Solgun
Mehmet Solgun
Esra Solgun
N. Altik
Oguz Karakış
Leyla Mert
Işık mert
D. Öksüz
Erdem Yılmaz
Ayse Eltan
S. Guner
M. Deniz Ok
Mehmet İnce
Huseyin Cinar
Meltem Cinar
Berk Cinar
L. Demirkaya
Huseyin Çilek
Ayten Irmak
D. Okdere
Ali Uskan
İrem Haloğlu
Berdan Temiz.
H. Baskale
Murat Gülay
Esra Gülay
Mustafa Akyol
A. jale Kol
M. Kol
Tamer Oktay
Aslan Burukoglu
I. Demir
Nurettin Akdal
Uzan Kara
ismail Igdır
Ali Serin, Gül Akın, esra Serin
Nuri Şen
Hasan.Y. Balci
Mehmet Yucel
İsmet C. Koray
salih Söğütlü
Nuri Akçay, Gül Akçay, Esra Akçay
Ali Dem. Sarahoğlu
Ayten Karaman, Mehmet Azal
L. Uzan, Harun Tabaklı
Ertekin Sancak, mehmet değerli.
Kemal Güler, Zeynep Güler
B. Urak.
Ismail Duygu, Erdem Duygu
Hasan Incedemir.
N. kayıkçı.
Bayram Akçak
Kezbay Doğan. M. Ali koç
Emin Aktolga.
Çok güzel durumu bütün açıklığıyla sergilemiş bir yazı emeği geçenlere teşekkür. Grubun İsviçre entegrasyon merkezi adına bakarak orada yaşayanların yorum ve yargısı olduğu kanaatiyle bir talebimi iletmek isterim. Çaldıkları çırptıkları tüm varlıkları İsviçre bankalarnda sakladıkları iddia edilen bu dinci sülüklerin, haramilerin hısızlık vurgunlarına Dünyanın en medeni ülkelerinden olduğu iddia edilen İsviçre nin kasa görevi hizmetine karşı bir tepki koymak, mazlum halklardan çalınmış kara para sahiplerinin açıklanmasını talep etmek gibi bir girişiminiz olabilir mi. Saygılar