Uygarlık Sorunu!…


Müslümanlar için uygarlık kentte olur. Medeniyet, ‘Medine’ yani kent’e ilişkin bir özelliktir. Osmanlı’nın köylerde oturan ve ‘kaba Türk’ bazen de Etrak- bi-idrak diye adlandırdığı Türk köylüsü ve göçeri medeni (uygar) sayılmaz. Bütün dünyada uygarlık (civilisation, civilization) kentlinin ürettiği kültürel araçlar olarak kabul edilmiştir. Anadolu halkı, hangi etnik gruptan olursa olsun, %90’ı köylü ve okuma yazma bilmediği için İslam’a göre medeni değildir. Cumhuriyete Osmanlı’nın mirası %90 okuma yazma bilmeyen köylü toplumdur. Bugün Türkiye’de bir uygarlık varsa bu kentlerin ürettiği bir uygarlıktır. Kentlileşme ve okuma yazma bir Cumhuriyet olgusudur. Bu bağlamda cumhuriyete ilişkin bir soru gündeme geliyor: Cumhuriyet hangi uygarlık mirasına sahip çıktı?

İnsanlık tarihi savaşla neredeyse eşdeştir. Fakat bunu uygarlık adına yapan nedense sadece ‘emperyalist’ Batılılar olmuştur.

1950’ye kadarki cumhuriyet liderlerine sorarsanız bu ‘muasır medeniyet’ mirasıdır. Yani çağdaş uygarlıktır. Oysa Osmanlı yüzyıllarca uğraşıp Avrupa bilim ve teknolojisine sahip olmak için çalışmış, fakat Avrupa uygarlığına sahip çıkmamıştı. Çünkü Osmanlı İslam uygarlık ailesindendir.

Bu bağlamda Osmanlı düşünürleri Avrupalıları izleyerek birçok uygarlıklar olduğunu da kabul etmişlerdir. Avrupa İslam’ı zaten ‘öteki’ olarak görüyordu. 19. Yüzyıl Müslüman devletleri, halkları hâlâ en ilkel koşullarda yaşarken, geçmişe bakarak kendi uygarlıklarıyla övünüyorlardı. Bu övünç doğaldır. Fakat bugüne değil, geçmişe ilişkindir. Avrupa’nın istediği ve 20. Yüzyıl sonunda hâlâ sözünü ettiği de bunun değişmemesidir. Uygarlıklar savaşı olarak süreceği ileri sürülen bu tarihi olgu bilim ve teknolojisi üstün olanların olmayanlara egemenliğinin sürmesi anlamına geliyor.

Cumhuriyet dünyada tek bir uygarlık olduğunu kabul eden bir devlet görüşü ile –ki bu Atatürk’ün dile getirdiği görüştür- kurulmuştur. Uygarlığın bütün insanlığın ortak malı olan bir değerler birikimi olduğuna inanır. Ve bu uygarlık inancı dinleri de kapsar. Atatürk’ten sonra Avrupa Birliğine girmek isteyen ve Avrupa Birliği kapıda beklettiği zaman ‘siz bir Hıristiyan kulübü müsünüz?’ diye soran bugünkü başbakan değil miydi? Bu sorusuyla AKP bir Atatürk rejimi partisidir. Aslında bu yanlış bir tanımlama da değildir. Çünkü ‘köylü efendimiz’ diyen ve köylüyü okutup bugün iktidara getiren Atatürk Cumhuriyeti’dir. Şimdi Türkiye’deki bu kavramsal kargaşayı çözmemiz gerekiyor.

İNSANLIK İÇİN ORTAK BİR ÜST KÜLTÜR BİRİKİMİ

Uygarlık üniforma gibi giyilen ya da rozet gibi takılan bir şey değildir. Irak’ta 600.000 kişiyi öldüren Amerikalı, ne atom bombası attığı için, ne liberal ekonomisi için, ne köle Afrikalıları çalıştıran plantasyonlarıyla, ne de Amerikalı yerlileri yok ederek uygar olmadı. Avrupa’nın bilim, teknoloji, felsefe ve sanat mirasına sahip çıkarak Amerika oldu.

Katkıları farklı da olsa uygarlık hiçbir toplumun malı değildir.Uygarlığın en güzel tanımını kanımca Avrupa’da org konserleri vererek Afrika’daki hastanesini ayakta tutan Albert Schweizer yapmıştır: Yaşama Saygı (Reverence for Life). Uygar insanın ilkesi olmalıdır. İnsanlığı yücelten bütün etkinlikleri bu tanıma sığdırabilirsiniz.

Uygarlığın iki boyutu var. Biri insana ve yaşama gösterdiği saygı. Bu en güzel ifadesini “Yaşama Saygı” ilkesinde buluyor. Aslında bu anlayışın belki de kaynağı Buda düşüncesidir. Onun için pek çok Avrupalı düşünür Buda’dan etkilenmiştir. Dünyanın bütün acılarına karşın içi huzur dolu ve tanrısal özellikleri olmayan bir insan öneriyor, Buda. Hıristiyanlık İsa’yı çarmıha gererek onu insana yaklaştırmıştı. Ve Merhamet’i (Compassion) en önemli insan özelliği olarak gösterir. İnsan öldürmeyi uygun bulmaz. Ne var ki Hıristiyanlar bu kuralı hiç uygulayamadılar. Bütün bir kenti yok edecek atom bombasının atılmasına karar veren politik irade dünyanın en zengin ve en özgürlükçü (?) Hıristiyan ülkesinde üretildi.

Batılılar Türkleri barbar savaş makineleri gibi gösterseler de Selçuk ve Osmanlı imparatorlukları Amerikalıların yerlileri yok ettikleri gibi Anadolu’nun yerli halkını yok etmediler. Almanlar gibi bütün Yahudileri yok etmeye kalkan doktrinler icat etmediler. İspanyolların kovdukları Yahudileri kendi ülkelerine kabul ettiler.

Son krizde bankaları satın alıp, kapitalist rejimi kurtarmak için 2 trilyon dolar veren Amerikan hükümetini eleştiren Birleşmiş Milletler Başkan Yardımcısı şöyle bir gözlem yapmış: 250 milyar dolarla dünyanın fakir ülkelerinin sağlık sorunlarını çözülebiliyor. Kapitalist sömürü sistemini kurtarmak için 2 trilyon dolar veren Amerikan hükümetinin yanı başındaki Haiti adasında fakirler biraz yağ, biraz ot, ve toprakla çörek yapıp onu güneşte kurutarak yiyorlar. Bu çağdaş Batı’nın uygar ülkelerinin ‘yaşama saygı’ ölçüsüdür.

İnsanlık tarihi savaşla neredeyse eşdeştir. Fakat bunu uygarlık adına yapan nedense sadece ‘emperyalist’ Batılılar olmuştur. Barbar’lara uygarlık götürmek bir Roma politik doktrinidir. Robert Graves’in “l, Claudius” adlı ünlü romanında Augustus ve karısı Livia ile birlikte imparator ailesinin gittikleri bir gladyatör gösterisi anlatılır.

Orada ‘insan öldürmenin’ nasıl duygusuz, isterik bir gösteriye dönüştüğü gözler önüne serilir.. Günümüzde milyonlarca insana gözü kapalı kıyabilen savaş doktrinleri var. Ölüm boyutunu köktenci bir tavırla içeren bir dünya görüşünü uygarlık kapsamında düşünmek bir sapıklıktır.

UYGARLIĞIN İÇERİĞİ

Uygarlık kavramının asıl ve tek boyutu sanatta ve düşüncede ve evrenin bilinmeyenlerini araştırmakta insanoğlunun gösterdiği merak ve onun meyveleri olan bilim, felsefe, musiki, edebiyat ve insan saygısı gibi (din de buraya katılabilir) yaratıcı etkinliklerdir.

Bu kavramların ve pratiğin gelişmesine dünyadaki bütün kültürler değişik oranlarda katkıda bulunmuşlardır.Onun için uygarlık insanoğlunun ortak mirasıdır. Eğer Upanishad’lar Buda, Hint Sanatı Sanskitçe yazılmış tekstler yaşamaya ve etkilemeye devam ediyorlarsa, temsil ettikleri uygarlık neden yokolmuş olsun. Homer büyükse, Lao Tzu da büyük, Dante büyükse Mevlana da büyüktür, Antik sanat kadar Hint ve Çin sanatı, Mısır sanatı da büyüktür.

Uygarlık kavramı çoğul olursa yükselen ve batan kültür olguları anlamına geliyor. Bunun şampiyonlarından biri 22 uygarlık sayan Arnold Toynbee idi. Dünyanın bir köşesinde izole kalan her politik örgütlenmeye uygarlık diyordu. Aslında bu kavramsal kargaşalık 19. Yüzyılda dünyaya egemen olan Avrupa’nın kendini uygarlığın son çiçeği olarak görmesinden kaynaklanmaktadır. Bir megalomani ve narsisizm ifadesidir. Fakat algılanması gereken bir gerçek var: Çağdaş Uygarlık Avrupa kültüründe özümsenmiştir. Ve onun damgasını taşır. Sanat ve bilimin 15. Yüzyıldan buyana, şimdiye kadar çok söylenmiş nedenlerle, Avrupa’da yoğunlaştığı yadsınamayacak bir olgudur- Batı uygarlığı, Avrupa ve Amerika’nın politik ve ekonomik egemenliği olan yakın tarih döneminde Batının tanımladığı şeydir.

Ne var ki bu evrensel birikimin arkasında bütün bir insanlık tarihi vardır. Batının diyalektik kafası aşk ile kavgayı bir arada değerlendirmeye teşnedir.Belki de bu nedenle Batı Uygarlığı 20. yüzyılda dünya savaşları, atom bombası ve milyarlarca insanın açlığı pahasına gelişen duyarsız bir kapitalizmle sonuçlanmıştır.

Bugünün dünyasında ne şövalyelerin ya da Köroğlu’nun davranış ilkeleri ve namusu yok. Buda da yok, İsa da yok, Ehli kitaba yaşamı bağışlayan Muhammed de yok, Mevlana da yok. Hatta İspanya’dan kovulan Yahudileri ülkesine kabul eden II. Beyazıt bile yok.

Kuşkusuz bütün bu gözlem ve yargılar bütün gerçekleri her boyutu ile yansıtmıyor. Ama uygarlık tek, ve kimsenin malı değil. Bunun silah boyutu var (ölüm boyutu) ve insanlık boyutu var. Silah boyutu çok silahı olanın az silahı olanı köle olarak kullanacağı sömürü boyutudur.

A. N. Whitehead ‘Matematiğe Giriş’ adlı kitabında uygarlıkla ilgili bir gözlem yapar: ‘Uygarlık düşünmeden otomatik olarak yaptığımız önemli operasyonların etkinliklerin sayısını arttırarak ilerler’, der. Uygarlık başkalarının sahneye koyup bizim seyrettiğimiz bir tiyatro değil, tümel toplumsal bir yapısı olan uzun süreli bir birikimdir. Celal Şengör’den dinlediğim aşağıdaki hikâye uygarlığın topluma sinmiş tümel bir mekanizma oluşunun çok açık bir örneğidir.

Viyana’nın kuzeyinde ‘Eggenburg’ adlı küçük kasabada ünlü bir jeoloji müzesi var: Krauhuletz Arkeoloji ve Doğa Bilimleri Müzesi. Kurucusu Johann Krauhuletz ilkokulda 2 yıl okumuş bir köylü. Müze 1901’de kurulmuş. Arkasından müzeyi yaşatmak için bir cemiyet kurulmuş. Geçenlerde bu müzede toplanan bir jeoloji konferansına katılanlar arasında 10 yaşında bir köylü çocuğu var. Toplantıları izliyor ve toplantı sonunda yapılan akşam yemeğine de çağrılıyor. Yemekte jeoloji ile ilgili konuşmalara da katılıyor. Yemekten sonra konferansa başkanlık eden ünlü jeolog profesör Steininger küçük köylü çocuğunu değerli bir insan olarak evine bırakıyor. Bu çok yetenekli çocuğun evinde bir taş ve fosil koleksiyonu var.

Bu olayın bir İslam ülkesinde olması şansı yoktur. Bugün de Türkiye’de bir Doğa Tarihi Müzesi yok. Uygarlığın satın alınamaması onun toplumca özümsenmiş tümel bir örgütlenme, davranış ve düşünüş biçimi yaygın bir olgu olmasından kaynaklanıyor

UYGARLIKLAR ÇATIŞMASI KAVRAMI BİR EMPERYALİST SAFSATASIDIR.

Türkiye bilimde, teknolojide, ulaşımda, iletişimde, sanatta, sporda, modada ve bütün yaşamsal tekniklerde dünya ile aynı düzeyde olmak zorunda. Bunları içeren alternatif bir uygarlık yoktur. Orhan Pamuk Nobel alınca, bir Türk profesör bir Amerikan üniversitesinde bir başarı kazanınca, bir futbol takımı Avrupalı rakibini yenince yer yerinden oynuyor.

Tarımımız dışarıya bağlı. Enerjiyi satın alıyoruz. Kendimize yetmesi için alternatif enerji üretimi de evrensel bilim ilkelerine göre olacak. Mimari ve şehircilik imgemiz gökdelen ve Zaha Hadid boyutlarında. Avrupa Birliği kapısında bekliyoruz. Amerika kuyruğunda dolaşıyoruz. Küreselleşme, kapitalistleşme güncel söylemimiz. Demokrasi, takiyye bile olsa, hamasi bir söylem niteliğine bürünmüş. Bu olguların ve söylemlerin Türkiye’si hangi uygarlıktandır? Yoksa bizim uygarlığımız namaz kılmak, oruç tutmak, kadını çarşafa sokmak, pilav ve baklava yemek, halk oyunu oynamak, yağmur duasına çıkmak mıdır? Uygarlıklar Çatışması Amerikan yapımı fare kapanıdır. Buna taraf olan ya geri zekalıdır. Ya da Mr. Huntington’un ajanıdır.

Uygarlık tümel, yaygın bir kültür ortamının yarattığı bir dünyayı algılama ve davranış düzeyine işaret eder. Bugün kültürümüz, aydınları da etkisi altına almış kırsal kültürdür. Pek çok kez yinelediğim gibi, kırsal kültür kır ya da köylünün kültürü anlamına gelmez. Toplumun ortalama, tarım artığı kültürüdür. Hâlâ toplumun davranış ve düşüncesine egemen olan dünya imgesi, devletin en üst kademesinden köy kahvesine kadar, bu ortaçağ kültürünün tanımladığı imgedir. Bunun bir uygarlık temeli olmasının söz konusu olmadığını artık öğrenmek gerek.

Bilim Teknik 31.10.2008 / Doğan Kuban

  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın

Adelina Sfishta

Okuyanlar Özgür Olmalı

Evrim Teorisi Online

Evrim hakkında herşey...

Virginia Woolf

Herkes kendi geçmişini, kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları sadece onun başlığını okuyabilir.

ODILA BLOGGER by OAS

Turkish Geeks on Life & Politics...

YAŞAMAK ŞAKAYA GELMEZ

Facebook adreslerimiz: http://www.facebook.com/ata.fecob - http://www.facebook.com/pages/fvco/107464239362228

Komeleya Çand û Integrasyon a Kurd Luzern

Kürdischer Kultur und Integrationsverein Luzern/Mythenstrasse7,6003 Luzern

eren@home ~ $

Açık Kaynak, Linux, Programlama Dilleri, Amatör Telsizcilik gibi konular üzerine düşünceler

Ata FE COB

"En büyük yenilgimiz, bir alternatif fikrini kaybetmiş olmamızdır." ___Michael Lebowitz

WordPress.com

WordPress.com is the best place for your personal blog or business site.

CHP SULTANGAZİ

"Direnme gücü, dünya “evet” sözcüğünü duymak istediğinde 'HAYIR' diyebilme yetisidi" E. Fromm. ________“12 Eylül’de ‘HAYIR’ oyu vererek tokat atın, okyanus ötesinden de duyulsun” KILIÇDAROĞLU