Başlangıç > Bilim, felsefe, Psikoloji..., Sağlık, Yorumsuz... > İnsanlık, ruhsal sağlığının gereği olan şartları yitiriyor mu?

İnsanlık, ruhsal sağlığının gereği olan şartları yitiriyor mu?


Varoluşçu Okulu
Bir insanın ruhsal dengesini koruyabilmesi için içsel ve dışsal kaynaklardan birçok etkinin yarattığı gerginliklere direnebilecek bir yapısı olması gerekir. İçsel kaynaklar; bireyin geçmişi, bugünü, yarını, yaşantılar, beklentiler ve algılamalardan oluşur. Dışsal kaynaklar ise; yaşadığı toplumun kültürel, sosyal ve ekonomik yapısı gibi etkenlerdir.
Duygularımız, içinde bulunduğumuz koşullara göre değişir, belli bir zaman diliminde bir yada birden fazla duygunun etkisi altında olabiliriz. Deneyimlediğimiz geniş duygu yelpazesi içinde, ömrümüz boyunca günlük yaşamımızın bir parçası olan ve her bireyde az çok bulunan tek duygu kaygıdır (Endişe, stres) ve, içsel ve dışsal kaynaklar etkisiyle yaşanabilir. Bireyin (içsel yada dışsal kaynaklı) kaygı ile başa çıkma yöntemi iyi değilse,  sağlıklı bir ruhsal durum ve güçlü bir kişilik sergilemesinde engel teşkil eder. Yani hayatında belirgin bir dış stres nedeni olmayan ve genetik biyolojik zemini normal ortalama bir bireyin sağlıklı olması, kaygı düzeyine ve bununla nasıl başa çıktığına bağlıdır. Kaygı belli bir düzeyin altındaysa, bu duygu itici güç ve motivasyon kazandırıcı olabilir. Ancak belli bir düzeyin üzerindeki kaygılar, bireyin yaşamını aksatmaya başlar. Kaygıyı ve diğer negatif duyguları, yaşamı aksatmayacak bir şekilde tutmak ve hatta bu duyguları itici gücün yakıtı haline getirmek için kullandığımız araçlara ise savunma mekanizmaları denir. Eğer bireyin kullandığı savunma mekanizmaları kaygı düzeyini düşürebiliyorsa, birey sağlıklı ve mutlu biri olur, yoksa kişi ruhen sağlıksız ve mutsuz olur. Ayrıca bireyin kullanıyor olduğu savunma mekanizmaları onun kişiliğinin ne kadar güçlü olduğu hakkında fikir vermektedir.

Kaygının nereden kaynaklandığı ile ilgilenen başlıca teoriler vardır. İlki Sigmund Freud’un geliştirdiği Klasik psikanalitik teoridir. Freud, ağır stres durumlarında  fiziksel ve nörolojik bulguların ortaya çıktığını gözlemiştir, ve formülü şu şekilde oturtmuştur;

Dürtü > Kaygı > Savunma Mekanizması
Freud, agresif ve cinsel dürtülerin tatmini için çabalayan iç dünyamız ile buna kısmen yada tamamen engel koyan dış dünya arasındaki çatışmanın kaygıya neden olduğunu ileri sürmüştür. Teorisine göre, doğduğumuzda temel iç güdülerimizin oluşturduğu dürtüleri tatmin etmeye çalışan “id” ve dış dünya vardır. Büyüdükçe giderek dış dünyanın yerini alacak olan “ego”  ve “süper ego” gelişir. Önce tatmin duygusuna eldeki olanaklar doğrultusunda yapılmasını sağlamaya çalışan “ego” gelişir, akabinde de bu tatmin işleminin, bireyin toplumdaki saygınlığına gölge düşürmeden yapılmasını sağlayan “süper ego” gelişir. İç dünyamızda gelişen bu 3 önemli ajan da kendi aralarında çatışırlar. Tüm bu içsel çatışmalar kaygı oluşturur ve birey bununla başa çıkamazsa psikolojik sorunlar başlar. Bu kurama göre hayatının ilk yıllarında yaşanan sorunlar nedeni ile, geçmişe yönelik ciddi bir tedavi görmez ise, kişi ömür boyu ruhsal sorunlarla boğuşacaktır. Bu analizde, toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan hayatının ilk yıllarını sağlıklı geçirmiş bireylerin erişkinlik döneminde yaşayabilecekleri sorunlara dair bir açıklama getirmez. Daha çok toplumu ufak bir kısmının yaşamının ilk yıllarında maruz kaldığı özel şartların açıklamasını başarı ile yapar.
Freud’den sonra bir diğer teoride, nesne ilişkileri kuramcıları olan Sullivan, Horney ve Fromm’dan gelir. Teorilerine göre kaygının nedeni olan çatışma psişik ajanlar değil, bireylerdir; koruma ve kabullenme ihtiyacı içinde olan çocuk ile bu ihtiyacı karşılaması beklenen erişkinler arasındadır. Teorilerinin bir diğer noktası ise, temel güvenlik duygusunun gelişimidir. Çocuk ebeveynlerinden yeterli ilgi ve bakım görmemişse, yeterli temel güvenlik duygusu ve benlik saygısı gelişemeyeceği için büyüdüğünde günlük yaşaman getirdiği kaygıyla başa çıkmakta güçlük çekecektir.
Görüldüğü gibi psikanalitik okullar, insanın günlük kaygısının, nedeni olarak çocukluğunda yaşadığı özel durumları göstermekte, ama çocukluk travmalarından uzak yetişmiş bireylerin ruhsal durumunu açıklamakta yetersiz kalmaktadırlar. Psikanalitik okulları takiben ortaya çıkmış varoluşçu okulun öğretileri buna açıklama getirebilecek yapıdadır.

Varoluşçu okul geçmişten çok, bugün ve gelecekle ilgilenir. Burada Birey hatırlayamadığı kadar uzak bir geçmişte yaşanmış bitmiş feci olayların umutsuz bir kurbanı değildir. Varoluşçu okul, erişkinlik döneminde bireyin hayatı ve dünyayı algılamasını sağlayan farkındalık, neden sonuç ilişkisi kurma, sentez etme gibi gelişmiş yeteneklerin birey üzerinde yarattığı etkiyle ilgilenir. Bu okulun formülü ise şöyledir;

Nihai Gerçeğin farkına varma > Kaygı > Savunma Mekanizması
Varoluşçu okula göre farkına varıldığında kaygıya neden olan 4 nihai gerçek vardır;
  • Ölüm; Ne olduğu bilinmeyen bir son
  • Belirsizlik; Hayatın her ihtimalin yaşanabileceği özgür bir süreç olması
  • Yalnızlık; İzolasyon
  • Anlamsızlık
Her aklı başında insan hayatının bir döneminde bunların farkına varır ve bu farkındalık kaygıyı artırır.
Ölümün ifade ettiği bütünüyle yok oluşu kabullenmekte güçlük çekeriz. Hayat aslında yapılandırılmadan önümüze sunulmuş bir zemindir, her olasılığa açıktır, bu olasılık denizinde bir çok seçeneği seçmekte özgürüzdür ama sonrasındaki belirsizlik insanı huzursuz yapar, kişi birşeyler belirgin hale gelsin ister. Hatta bu nedenle özgürlüklerinin kısıtlanması pahasına daha güçlü bir topluluğa ait olmak ister. Ama bunun tersine bizi dehşete düşüren bir yalnızlık ve izole olma olasılığı vardır, ve hızlı değişen yaşam biçimi bu olasılığı ciddi biçimde arttırmaktadır. Tüm bunlara anlam kazandırmak gerektiğinde bile kaygımız artmaktadır. Tüm bu zorlukları neden ve ne adına göğüslemektedir insan?
Kaygımızı ciddi bir biçimde artıran bu gerçekler savunma mekanizmaları sayesinde başa çıkabiliriz. Daha önce değinildiği gibi, kullandığımız savunma mekanizmalarına göre mutlu ve güçlü bir birey, yada mutsuz ve güçsüz bir birey oluruz.
Savunma mekanizmaları  sağlıklı ve sağlıksız olmak üzere temelde ikiye ayrılabilir;
Sağlıksız savunmalar aralarında 3 temel gruba ayrılır;
  • Narsistik (ilkel) savunmalar;  Yansıtma, yanılsamalı özdeşim, ilkel yüceleştirme, iyi-kötü olarak ayırma, inkar, gerçeği çarpıtma
  • Olgun olmayan savunmalar; Eyleme vurmak, blokaj, pasif agresif davranışlar, şizoid fantazileştirme, somatizasyon (stresin fiziksel belirtilere dönüştürülmesi), regresyon (bazı kabul edilmeyen davranışlara karşı geliştirilen koruyucu dürtüler), hipokondriazis (Hastalık hastası), introjeksiyon (bilinçdışı benimseme, içe alma)
  • Nevrotik savunmalar; Kontrol etme, yer değiştirme, çözülme, dışsallaştırma, inhibasyon, entelektüalizasyon, izolasyon, rasyonalizasyon, reaksiyon formasyon, bastırma, seksüalizasyon
Sağlıklı Savunmalar ise 6 temel grupta toplanır;
  • Altruizm; fedakarlık; bu mekanizmanın kullanılmasıyla ortaya çıkan mutluluk, bu savunmayı kullanan bireyin kendisini yardım ettiği insanın yerine koyabilmesi ve onun yaşadığı mutluluğu içinde hissedebilmesi ile ortaya çıkar.
  • Antisipasyon; öngörme, vadesinden önce yükümlülüğü yerine getirme; bu mekanizma ile birey aslında gelecekte cesaret isteyen bir eylemin sıkıntılı getirilerini önceden öngörerek, kendisini buna hazırlar. Eylem gerçekleştikten sonra, önceden hazırlanmış sıkıntılarla daha kolay baş edilerek sonunda zafere ulaşmanın tatmini ve mutluluğu yaşanır.
  • Çilecilik; Bilinçli olarak algılanabilecek tüm zevklerden vazgeçebilecek dirayeti göstererek birey, yaşamında daha değerli gördüğü şeylere (genellikle toplum tarafından ahlaki değeri yüksek bulunan şeylere) yer açabilme olanağına kavuşur, kendini geliştirir, saygınlığı artar, toplum tarafından sayılan biri olur.
  • Mizah; Bireye kendisini ve diğerlerini rahatsız etmeden düşünce ve duygularını anlatma fırsatı verir. Böylelikle düşüncelerine karşı bir direnç görmeden, anlatılanları, anlatanın doğrultusunda anlayabilecekleri bir uyum havası oluşma imkanı yaratılır.(ama sanırım bu mizah tek taraflı, yani tek tarafı güldürecek, ve alay edecek şekilde değil, evrensel ve herkesi güldürebilmeyi başarabilen ince, zeki bir mizah olmalı, yada kafanıza göre takılalım :P)
  • Yüceltme; (Genellikle toplum tarafından onaylanmayan) Dürtülerin bastırılıp bloke edilmeden sağlıklı yollardan yüce bir amaca kanalize etmektir.
  • Süpresyon; Artık bilinçli bir şekilde farkına varılmış olan bir dürtü yada çatışmanın yarattığı durumdan kişinin kendini uzaklaştırabilmesidir. Kişi bu çatışmaları mükemmel bir şekilde tanımlayabilir, böylece kaygının kontrol altında tutulabilmesini ve bireyin işlevselliğini sürdürerek eylemlerine devam etmesini sağlar.
Genetik ve biyolojik temelin belirgin olması yada kişinin ilk yıllarda maruz kaldığı travmaların şiddetinin ağır olması kişiyi sağlıksız savunmaları kullanmaya mahkum eder. Bu ufak grubu dışarda tutarsak toplumun genelini oluşturan bireyler için daha sağlıklı savunma mekanizmaları kullanma  şansı her zaman vardır, bu açıdan, insanlar kendilerini geliştirebilirler.
  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın

Adelina Sfishta

Okuyanlar Özgür Olmalı

Evrim Teorisi Online

Evrim hakkında herşey...

Virginia Woolf

Herkes kendi geçmişini, kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları sadece onun başlığını okuyabilir.

ODILA BLOGGER by OAS

Turkish Geeks on Life & Politics...

YAŞAMAK ŞAKAYA GELMEZ

Facebook adreslerimiz: http://www.facebook.com/ata.fecob - http://www.facebook.com/pages/fvco/107464239362228

Komeleya Çand û Integrasyon a Kurd Luzern

Kürdischer Kultur und Integrationsverein Luzern/Mythenstrasse7,6003 Luzern

eren@home ~ $

Açık Kaynak, Linux, Programlama Dilleri, Amatör Telsizcilik gibi konular üzerine düşünceler

Ata FE COB

"En büyük yenilgimiz, bir alternatif fikrini kaybetmiş olmamızdır." ___Michael Lebowitz

WordPress.com

WordPress.com is the best place for your personal blog or business site.

CHP SULTANGAZİ

"Direnme gücü, dünya “evet” sözcüğünü duymak istediğinde 'HAYIR' diyebilme yetisidi" E. Fromm. ________“12 Eylül’de ‘HAYIR’ oyu vererek tokat atın, okyanus ötesinden de duyulsun” KILIÇDAROĞLU