Dünden Bugüne…
Düzen…
İnanç ve İktidar…
BASİTLİK, KARMAŞIKLIK, BİLİNÇLİ SEÇİLMİŞ BASİTLİK…
“BASİTLİK yüzeydeki dolaysız gerçekliğin ardında neyin yattığından habersiz, kendi dünyasında mutlu mesut yaşayan bir çocuğun ya da cahil bir yetişkinin dünya görüşüdür. –KARMAŞIKLIK sıradan bir yetişkinin dünya görüşünü simgeler. Bu kişilerin ayırt edici özelliği, doğada ve toplumda bulunan karmaşık sistemlerin farkında olmalarına karşın, açıklayıcı örüntü ve bağlantıları kavramakta yetersiz kalışlarıdır. –BİLİNÇLİ SEÇİLMİŞ BASİTLİK bilgili insanların gerçeğe bakışıdır. Karmaşık yapılar içersinde açıklayıcı örüntüleri bulup çıkarma ya da yaratma kabiliyeti üzerinde temellenir. Örüntüleri ayırt etme, birbiriyle yarışan ve çoğu zaman içeriği belirsiz olan tasarım yaklaşımları arasında yolunu bularak, son derece düzenli bir bina tasarlamak zorunda olan mimarın kesinlikle sahip olması gereken bir beceridir.”________________ Mimar Matthew Frederick, “Mimarlık Okulunda Öğrendiğim 101 Şey”
TÜRKİYE HİPERAKTİF ÇOCUKLAR GİBİ… Zihinler 4 Farklı Coğrafyaya yönelmiş durumda…
“Dünyanın en dikkati dağınık ve hiperaktif ülkesi Türkiye. Tıpkı hiperaktif çocuklar gibi: Dikkati dağınık, zamanından önce tepki veriyor, sabırsız, konudan konuya atlıyor, başladığı işi bitirmekte ve uzun vadeli plan yapmakta zorlanıyor… Zihinler 4 farklı coğrafyaya yönelmiş durumda. Kimileri Avrupa’ya (Batılılaşmak), kimileri Anadolu’ya (Anadolululaşmak), bazıları Orta Asya’ya (Türkleşmek) ve bazıları da Medine’ye (İslamlaşmak) dönük bir yaşam biçimini benimsemiş durumda. Herkes kendi kampını oluşturmuş, kendi davasının adamı olmuş, tek ortak payda modernite; o da yıllar içinde farklılıklar gösterdi. 1980 sonrası politikaları ile bütünüyle aşındı ve yozlaştı. Bu kamplaşma ve yozlaşma nedeniyle ülkenin vizyonunda parçalanmışlık var. Nasıl bir devlet istiyoruz? Nasıl bir eğitim istiyoruz? Bu soruların yanıtı herkese göre farklı…”
Prof. Dr. Ziya Selçuk.
HANGİ AMERİKA…
· “Hangi Amerika? Amerika’yı doğru görmesini bilenler, ‘birden fazla Amerika’ olduğunu bilirler. Beyaz Saray, onun ayrılmaz parçası Başkan’ın danışmanlar ekibinden oluşan Ulusal Güvenlik Konseyi, Dışişleri, CIA, yerine göre Ticaret Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, bu arada Kongre…
Bütün bunlar, kimi durumlarda aynı konuda pekala farklı eğilimler ortaya koyan iktidar odaklarıdır. Bunlar dahi yetmez. ‘Corporeta Amerika’ adı verilen ‘şirketler Amerikası’, yani büyük sermayenin Amerikası da Amerikan politikasının belirlenmesi ve biçimlendirilmesinde gözle görülmez ama büyük ağırlık sahibidir. Ancak, bunun içinde de dış politika alanında sektörel çelişkiler ve ayrılıklar yansıyabilir. Bir de bunlara bir sürü thin-thank’i ve düşünce adamını ekleyin… Hangi Amerika? Hangisi Amerika?”
İÇİNİZDEKİ FAŞİZM… Sahi Hangisi Size Uygun…
· “…faşizmden, emperyalizmi çıkarın, karşımızda Franco veya Salazar’ı bulursunuz; sömürgeciliği çıkarın, Balkan faşizmiyle karşı karşıya kalırsınız. İtalyan faşizmine radikal kapitalizm karşıtlığını ekleyin (aslında Mussolini kapitalizm hayranı olmamıştır hiçbir zaman), Ezra Pounda çıkar karşınıza.” ________ Umberto Eco…
Kriz, Kadınlar, Ders Notları, Yeni Gençler ve Erkekler…
· Ekonomik krize dair… Krizin Türkiye’de Avrupa ülkeleri kadar yoğun yaşayacağını zannetmiyorum. Zaten yoksullukla yaşamaya alışmış bir ülkeyiz. Ancak özellikle otomotiv ve tekstilde büyük işsizlik yaşanacak. Bu krizin çıkacağını biliyorduk, yıllar öncesinde yazdım, çünkü krizler bir an da ortaya çıkmaz. 2000’den beri Paris’e gidip geliyor, kahvelerdeki erkeklerin sayısının arttığını görüyordum. Eğer kahvelerde erkeklerin sayısı artıyorsa bilin ki kriz vardır. Paris’te başlamışsa demek ki Avrupa’da büyük bir kriz görülmek üzereydi… Öyle de oldu, şu anda onu yaşıyoruz. Kriz hükümet yardımlarıyla geçici olarak önlenebilir ama uzun süreli önlenmesinin çok mümkün olduğunu düşünmüyorum. 1929’da da benzer yöntemler uygulanmıştı. Kapitalizm krizlerini savaşlarla çözer. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra akıllandılar, şimdi birbirlerinin yerine kendilerinden olmayanları öldürüyorlar. Bu bir dünya savaşı ve interlandı geniş, Ortadoğu, Kafkasya, Afganistan, Hindistan, Pakistan, Kuzey Afrika, Balkanlar, Türkiye… Çünkü buralarda ucuz ve bol, yeterince kullanılamayan ve kapitalist sistemin ihtiyaç duyduğu kaynaklar var. Türkiye’nin eskisi gibi rahat olmasını engelleyen ise uluslararası güçlerin, emeğin fiyatını baskı altında tutmayı sağlayan askeri darbeleri artık istememesi. Onlar askerin gücünü “dışarıda” kullanmasını istiyorlar. Bunu da içeride sendikasız, toplu sözleşmesiz, sosyal güvenliksiz çalışmaya hazır “rıza toplumu” yaratarak sağlıyorlar.
· Dünyanın bütün kadınları cadılaşın!… Globalizmle birlikte gelen esnek üretim tarzı kadınları çok tehlikeli bir yere getiriyor. Ben buna “Rapunzel kulesine geri dönmek” diyorum. Esnek üretim, emek maliyetlerini düşürüp, üretim saatlerini daha fazlaya çeken, sendikasız, sigortasız bir çalışma biçimi. Esnek üretimle birlikte özel sigortalar cazip hale getirildi ve kadınlar içlerinde her zaman taşıdıkları iç acısıyla davrandılar. Bu acı, çocuklarıyla yeterince ilgilenememekti. Şimdi çalışmayan kadınların çocukları da yuvaya gidiyor ama kadın zannediyor ki evde olduğu zaman kendisine daha fazla vakit ayıracak, evinden çalışırsa daha mutlu olacak. Böylece evler home ofise dönüştü, ama üretim araçlarını bilgisayarı, cep telefonunu kadın kendisi satın aldı. Ev kazaya en müsait alanlardan birisi ama sigortası yok. Çalıştığı saatler tamamen işveren tarafından bloke ediliyor. Yani yeni bir köleleşme döneminin içine giriliyor. Kadın bu kez bunu özgür iradesiyle yaptı, onun için “Rapunzel kulesi” diyorum. Burada kadınlara çok zor bir iş düşüyor, üç maymunu reddetmek. Bence kadın cadı günlerine geri dönmeli. O simyayı yeniden yaratmalı ve bu seferki simya altın değil yeni çağda yeni kadın ve erkeğin nasıl yaşayacağı olmalı. Hayatım boyunca herkes bana “cadı” dedi, üniversitede hocalar arkamdan “cadı” diye bağırırdı. Bundan hiç rahatsız olmadım ve şimdi cadılığın ince akıl, zekâ ve yaratıcılık yanları olduğunu biliyorum.
· Ekonomik krize dair… Krizin Türkiye’de Avrupa ülkeleri kadar yoğun yaşayacağını zannetmiyorum. Zaten yoksullukla yaşamaya alışmış bir ülkeyiz. Ancak özellikle otomotiv ve tekstilde büyük işsizlik yaşanacak. Bu krizin çıkacağını biliyorduk, yıllar öncesinde yazdım, çünkü krizler bir an da ortaya çıkmaz. 2000’den beri Paris’e gidip geliyor, kahvelerdeki erkeklerin sayısının arttığını görüyordum. Eğer kahvelerde erkeklerin sayısı artıyorsa bilin ki kriz vardır. Paris’te başlamışsa demek ki Avrupa’da büyük bir kriz görülmek üzereydi… Öyle de oldu, şu anda onu yaşıyoruz. Kriz hükümet yardımlarıyla geçici olarak önlenebilir ama uzun süreli önlenmesinin çok mümkün olduğunu düşünmüyorum. 1929’da da benzer yöntemler uygulanmıştı. Kapitalizm krizlerini savaşlarla çözer. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra akıllandılar, şimdi birbirlerinin yerine kendilerinden olmayanları öldürüyorlar. Bu bir dünya savaşı ve interlandı geniş, Ortadoğu, Kafkasya, Afganistan, Hindistan, Pakistan, Kuzey Afrika, Balkanlar, Türkiye… Çünkü buralarda ucuz ve bol, yeterince kullanılamayan ve kapitalist sistemin ihtiyaç duyduğu kaynaklar var. Türkiye’nin eskisi gibi rahat olmasını engelleyen ise uluslararası güçlerin, emeğin fiyatını baskı altında tutmayı sağlayan askeri darbeleri artık istememesi. Onlar askerin gücünü “dışarıda” kullanmasını istiyorlar. Bunu da içeride sendikasız, toplu sözleşmesiz, sosyal güvenliksiz çalışmaya hazır “rıza toplumu” yaratarak sağlıyorlar.
· Ders notlarından… 12 Eylül’ün bu kadar vahşi olması ve bütün kesimlere saldırarak, korku salmasının nedeni insanları küçük oyuncaklarla oynamaya sürüklemekti. Shetland kazaklarla kendilerini özel, neskafeyle Batılı hissetmelerini, Marlboro sigarayla da statü atladıklarını sanmalarını istediler. Öyle de oldu. İş adamı da amele de cebine aynı sigarayı koyuyordu, amele kendini eşit sanıyordu ama işadamı ona kızını vermiyordu, o ayrı mesele… İnsanlar yüksek faizden aldıkları üç beş kuruşla yeni alışkanlıklar, zevkler edindi. Mesela sokakta yemek 80 sonrasına aittir. 12 Eylül politikasının ikinci ayağı dışa dönük sanayi stratejileri, ihracat yapmaktı. Peki, ne satacaksınız, ürettiğiniz beş kalem mal, portakal, fındık, üzüm, çay, tekstil. O zaman tekstil fabrikaları, büyük atölyeler kuruldu, kadınlar birdenbire sokağa çıkmaya, bir önceki mahalleye gitmesi izne tabiyken çalışmaya ya da eve iş almaya başladı. Evde gelirler arttı ve sonunda toplum çocuğu ölmesin, kocası, nişanlısı, karısı evine sağ salim gelsin diye, üç maymunu tercih etti. Üç maymunu da bir kez oynamaya başladınız mı bunun geri dönüşü yoktur. Çünkü üç maymun da politik bir duruştur. Bu yıllarda doğmuş çocuklar kayıp kuşak olarak nitelendirildi, aslında kayıp olan anneleri ve babalarıydı. Kendileri kayıp olmayı tercih etmişlerdi, bu bir suçlama değil, o baskı rejimi altında başka ne yapabilirlerdi? Ama “aman okumasın, bilmesin, öğrenmesin” tercihini yaptıktan sonra çocuğunuzu suçlayamazsınız. Üç maymun olan kendinizsiniz…
· Yeni gençliğe dair… Umutsuz değilim. Geçmişi merak edip okuyan, dans eden, müzik aleti çalan, politik meseleleri takip eden yeni kuşak bana umut veriyor. Öyle sokaklara çıkıp bağırmıyorlar, güçlerini istasyonda düdüklerini öttüren şimendiferler gibi harcamıyorlar ama daha kalıcı şeyler yapıyorlar. Tuzla tersanesiyle de Başıbüyük’le de ilgililer. Bu kıpırtılar beni heyecanlandırıyor. Sosyal forumlara giden gençlere de bakıyorum, ama şunu söylemeliyim, bu işler böyle panayır gibi olmaz. Bir düzlem olması gerekir, o düzlemde partidir. Partiler ve gençlik örgütleri olmadığı, o gençlik örgütleri de kendi aralarında iletişim kurmadıkları ve analizlerini sınıfsal konumlar üzerinden oturtmadıkları sürece yol alınamaz.
· Erkekler tokatlanmak istiyor… Bir kez evlendim, 1976’da. Doğurmadım, doğurmak istemedim. O dönemde çocuk doğurmak bana güvensiz geldi ama hiç şikâyetçi olmadım. Bir kez de âşık oldum. Erkekler küçük iktidar alanlarında kendilerini kral zannediyor ve bütün dünyayı yönettiklerini zannediyorlar. Benim anlamadığım şey şu, anaları karıları tarafından yönetilmek, hem de arada sırada kendilerine özgürlük alanları açıp bir hava alıp gelmek istiyorlar. Bence erkeklerin bütün sıkıntısı burada. Erkekler beni önce korkutucu buldular, korkmamaları gerektiği zaman da (ben de yemek yapar, sofra kurarmışım) büyü bozuldu ve gittiler. Meğerse onlar tokatlanmak, hırpalanmak istiyorlarmış ama insan ancak birisine kırıldığı, kendisine zarar verdiği zaman hırpalar, durup dururken neden hırpalasın. Kaldı ki ben ne sadistim ne de mazoşistim. Paylaşımdan yanayım.
______________________ Sevgili Türkel Minibaş… İst Ünv. Öğr. Üyesi… 26/10/2008 Cumhuriyet
“ABD, 850 MİLYARLIK PAKETİ FİNANSE ETMEK İÇİN BİZİM BÖLGEMİZDE YENİ SAVAŞ ÇIKARACAK!”…
-
Kısa vadede sorunları bir kaç ay ötelemekten başka faydası olamaz. Bir kere sorun trilyonlarca dolar sermayenin sorunu ve bu paket yeterli olmaz. Sorun yapısaldır; sadece finans sorunu değildir. Artı; yakında “Hedge Fon”lar da krize girecektir. Peki, mali desteği ABD nereden karşılayacak? Bu sorunun kısa vade için çözümü tek: üretimi artırmak; hatta katlamak… Bu ise bugünkü ABD tüketici taleplerindeki daralma nedeniyle imkansız. Geriye tek bir şey kalıyor; o da beni en çok endişelendiren husus: “Yeni Savaşlar Ufukta”. ABD bu paketi finanse etmek için bizim bölgemizde yeni savaş çıkaracaktır. “ABD Irak’ta savaştığı için ekonomisi battı” diyenler cahil ve cühela. Eğer bu savaşa girmese idi 2001 Nasdaq krizini atlatamazdı. Savaşlar ABD ekonomisini finanse eder. Tıpkı 1929 krizinde olduğu gibi. _______________ Erhan GÖKSEL / Türk Time…
ABD DÜNYAYI “KAOS ORTAMINDA” YÖNETEBİLİR…
-
“ABD dünyayı ancak kaos ortamında (ya da kaos çıkararak) yönetebilir.” _____________“Disaster Theory” (Felaket Teorisi); kitabının adı ise “The Shock Doctrine, The Rise of Disaster Capitalism” Chicago Okulu’ndan Prof. Leo Strauss
NAMUSLU ve NAMUSSUZ AYDIN…
-
”…Batı’nın ‘namuslu’ aydını, kendi ülkesinin III. Dünya ülkelerine dayattığı rezillikleri görüp yazıyor; hatta buna isyan ediyor da; acaba neden bizim aydınlarımızın çoğu, gözlerine giren ‘merteği’ görmezden gelip; ‘…Batılı tüketim modellerinin yarattığı’ ‘gösteriş etkisi’ ve ‘şımarık çocukların aşırılık ve gösterişçiliğiyle’; ‘gönüllü olar ak’, ‘Amerikan Hayat Biçimi’ ni benimsiyorlar?..” __________J.M. Albertini ‘Azgelişmişliğin Mekanizması’ adlı kitabından…
MEMLEKET SAVUNMASI… Bağımsızlık ve Demokrasinin Gerekleri…
-
“Memleketin savunması ABD’nin eline bırakılmışsa, memleketin bütçesi IMF’ye teslim edilmişse, memleketin yönetimi Brüksel memurlarına terk edilmişse… Türkiye sömürgeleştiriliyorsa, Türkiye eyaletleştiriliyorsa, Türkiye parçalanmak isteniyorsa… Kemalist ordu konuşacak! Üniversite konuşacak! Yargı konuşacak! İşçi, köylü, memur, esnaf, kadın-erkek, genç-yaşlı yollara düşecek, örgütlenecek. Bağımsızlık bunu gerektirir! Demokrasi bunu gerektirir! Demokrasi, bağımsızlığın gerektirdikleridir…”
__________________ Prof. Dr. Birgül Ayman Güler
Sizlerden Gelen Yorumlar…