Arşiv

Archive for the ‘Kitaplardan aforizmaller/çıkarsamalar…’ Category

Dünden Bugüne…

Bakın 1996’da Huntington ne demiş:

Türkiye kendini laik bir devlet olarak tanımlamayı sürdürdükçe, İslam liderliği onu reddedecektir.
Ama Türkiye kendini yeniden tanımlarsa ne olur?..
“…Türkiye, Balkanlardaki, Ortadoğudaki, Kuzey Afrikadaki ve Orta Asyadaki Müslümanlarla sahip olduğu geniş tarihsel bağlar açısından bütün Müslüman ülkeler arasında tek ve biriciktir
“…Nasıl Güney Afrika, ırk ayrımcılığını terk ederek kendi uygarlığındaki bir parya devlet konumundan, o uygarlığın lider ülkeliğine yükselmişse, Türkiye de kendisine aynı derecede yabancı olan laikliği reddederek bunu gerçekleştirebilir
“…Laiklik ve demokrasi olarak, Batının kötü ve iyi yanlarını yaşayan Türkiye de aynı biçimde İslamın liderliğine hazırdır. Fakat bu liderliği yüklenebilmek için, Atatürkün mirasını, Rusyanın Leninin mirasını reddettiğinden daha kapsamlı olarak reddetmelidir. Türkiyeyi bölünmüş bir ülke olmaktan çıkarıp bir çekirdek ülkeye dönüştürmek, aynı zamanda Atatürkün kalibresinde, dinsel meşruiyet ile siyasal meşruiyeti birleştirebilecek bir lideri gerektirir.

Evet, kitabının 178 ve 179’uncu sayfalarında Huntington aynen böyle diyor. (Simon and Schuster, New York, 1996)
Bir ülke stratejik anlamdaki önem, konum ve durumunu değerlendiremezse birileri gelir size kendi çıkarları adına (sizi düşündüğünden değil a…) böyle bir rol ve senaryo önünüze kor ve hele de bu bir dünya devi ise maalesef bugün olduğu gibide dayatır…

Thomas More…

Thomas More
Kellesi uçurulan adam ( 1535 ), yirmi yıl önce Ütopya adındaki ortak mülkiyetin geçerli olduğu, paranın bulunmadığı, yoksuluk ya da zenginlik gibi kavramların bilinmediği bir adanın geleneklerini anlattığı bir kitap yazmıştı. 

Thomas More, Amerika’dan dönen bir gezgin olan kahramanının ağzından, bizzat kendisinin tehlikeli fikirlerini dile getiriyordu:

*Savaş Hakkında : Hırsızlar bazen çapkın askerlerdir, askerlerin cesur hırsızlar oldukları sıklıkla görülen bir şeydir. İki mesleğin bir çok ortak noktası mevcuttur.

*Hırsızlık Hakkında : Eğer bir kişinin yegane yiyecek bulma yolu çalmaksa, ne kadar ağır olursa olsun hiçbir ceza, onun bunu yapmasını engellemeyecektir.

*Ölüm cezası hakkında : Bir miktar para çaldı diye bir insanın hayatını çalmak bence çok adaletsiz bir şey. Dünyadaki hiçbir şey insan hayatı kadar değerli değildir. Orantısız adalet aşırı bir haksızlıktır. Siz hırsızları üretiyorsunuz, sonra da onları cezalandırıyorsunuz.

* Para hakkında : Eğer, sözde o gereksinimler için icat edilmiş, ama aslında onların karşılanmasını engelleyen yegane unsur olan para adındaki şu kutsal şey hiç olmasaydı, herkesin gereksinimlerini karşılamak o kadar kolay olurdu ki.

*Özel mülkiyet hakkında : Mülkiyet kavramı ortadan kalkana dek, ne ihtiyaç duyulan şeylerin adaletli ve eşit dağılımı mümkün olacak, ne de dünya mutlu bir biçimde yönetilebilecektir.

Eduardo Galeano Aynalar  / Sel Yayınları

 

Düzen…

DüzenÇabuk olmayan ölüyor. Kişi ya kazık atan ya da kazık yiyen olmak zorunda kalıyor; yalan söyleyen ya da yalanı yutan. ” Benim ne umurum,” çağıdır bu: sana ne, bir şeyçik yapamazsın, karışma, kendi gemini yürütmeye bak, çağı. Bir dolandırıcılar çağı; üretim hiç ürün vermiyor, yaratım anlamsız, emeğin değeri kalmamış.  Plata Irmağı vadisinde yaşayan bizler, yüreğimize,”bobo” deriz, yani soytarı. Hem de sevdalandığı için değil de, tıkır tıkır işlediği için soytarı deriz ona…
____________ Eduardo Galeano, Kucaklaşmanın Kitabı

İnanç ve İktidar…

Bernard Lewis, faith and powerİnsanlık, inanca bağlı iktidarı, Avrupa’da ve Ortadoğu’da bütün ortaçağ boyunca yaşadı.
İktidar din adamlarıyla ittifak eden toprak sahiplerinin elindeydi.
Köleliğe mahkûm edilen köylüler için yöneticiye itaat, Allah’a itaat etmenin önkoşuluydu.
Avrupa feodalitesindeki toprak sahipliği, krala ya da imparatora kadar giden bir asilzadelik hiyerarşisi ile belirlenirken, Osmanlı’da bütün mülk tek kişiye, padişaha aitti.
Gerek Hıristiyan Avrupa’da gerek Müslüman Osmanlı’da, iktidarın halka benimsetilmesinin ana yöntemi dindi, mezhepti.
Yani inançtı.
İşin içine din, inanç girince, din adamları, ruhban sınıfı da iktidara ortak oluyordu.
Tabii bu iktidardaki din adamı-toprak ağası ilişkisi çok karmaşık bir nitelikteydi.
Avrupa’da kralları, imparatorları aforoz edip yalın ayak huzuruna getirten papalar, papaları dinlemeyip kendi kiliselerini kuran krallar da oldu.
Aynen Osmanlı’da kimi zaman padişahların şeyhülislamı idam ettirmesi, kimi zaman da şeyhülislamların padişahı tahttan indirmesi gibi.
***
Yaşayan en büyük Ortadoğu uzmanı Prof. Bernard Lewis, … Daha fazlasını oku…

HYPATİA… (Hypatia öleli 1500 seneden fazla oldu. Hypatia bilimin ve aklın belki ilk kurbanıydı, erkek egemen vahşetin onbinlerce kurbanından biriydi…)

İSKENDERİYELİ HYPATİA; BİLİM UĞRUNA VERİLMİŞ BİR HAYAT

Hypatia’yı Rafael’in Atina Okulu tablosundan tanıyoruz. Tartışan, konuşan, söyleşen, eyleşen onca insan, filozof, biliminsanı arasından bize oraya ait değilmişçesine bakıyor, masum, bir o kadar da emin kendinden.

Hypatia, MS 4.yy’da yaşamış, çoğu kaynağa göre de bilim tarihinin ilk önemli kadın eyleyicisi. Babası, Theon, Hellenistik Dönem’in son kısımlarının önemli matematikçilerinden, Öklid’in “Elementler”i ve Batlamyus’un “Büyük Bileşim”i üzerine çalışmaları ile tanınıyor. Hypatia ise Knidos’lu Eudoxus’un, veya genel olarak Atina Okulu’nun, matematik geçmişinden ve Yeni-Platonculuk’un kurucusu Plotinos’un felsefi kökeninden geliyor. En büyük hocası ise babası. Onu her zaman erkek egemen bilim dünyasının içine girebilmesi için teşvik etmiş ve destek olmuş. Hypatia matematiksel bilgisi ve felsefi kökeni ile hiçbir okulun kesin bir temsilcisi olmamış, kendi felsefesini yaratmış; verdiği dersler tüm Hellen uygarlığı tarafından duyulmuş ve derslerine binlerce öğrenci gelmiş. Hypatia, önyargılı bir toplumun içinden, Hristiyanlığın yükseldiği bir dönemde çıkabilmiş ve her düşünceden insanı etkileyebilmiş.

Hypatia için tarihte pagan olduğuna dair bir çok söylenti vardır. Fakat, Hypatia gibi kendini matematik ve bilime adamış bir kadının pagan geleneklerine bağlı olması çok mümkün gözükmüyor. Hypatia, Hellenistik Çağ’ın sonunda, Hristiyanlık dininin yükselişi döneminde yaşıyor olmasına rağmen, derslerini dinlemeye gelenler arasından birbirinden nefret eden paganlar, Hristiyanlar, ateistler vardı. Tarihçi Sokrates Skolastikus’un dediklerinden hareket edersek, bilinen dünyanın dört bir yanından binlerce öğrenci onun derslerini dinlemek için yol alıyorlardı.

Hypatia’nın yaşadığı dönemi göz önüne alırsak, kadınların çocuk doğurmak için “gerekli” unsurlar olarak görüldüğü bir çağda binlerce “erkek” öğrenciye ders vermesi, Hristiyan cemaatin tepkisini çekmesine rağmen ona mecburi bir saygı duymaları çağımıza da ışık tutmaktadır. Keza, Hypatia’nın aslında tek yaptığı salt erkeklere aitmiş gibi görünen evrensel insani aktivite bilimi eylemesidir. Hypatia bir kadın olarak değil de bir insan olarak bilim yapmıştır ve dönemin yaygın kanılarına karşı tek başına göğüs germiştir. Platon’a kadar en yüksek seviye de olan daha sonra giderek azalan ve Hristiyanlık ile son bulan Akdeniz’in Özgür Düşünce ortamı’nın yok olmasına yakın dönemlerde bilimi ve dolayısıyla insanı evrenin merkezinde tutmaya çalışmış, hem aklın hem de kadın haklarının mücadelesini aynı potada eritebilmiştir. Bu mücadele sonunda görece bir saygı ve kitleye sahip olan Hypatia’nın başına gelenler ise, modern Türkiye’deki olaylardan çok da ayrımsanamayacak bir öyküdür.

Hypatia, Hristiyanlara saygı duyuyor ve inanç özgürlüğünü savunuyordu. Fakat, aklın ve uslamlamanın her zaman yanındaydı. Bundan dolayı dünya, gök veya çeşitli metafiziksel konularda her zaman Hristiyanlar ile bilimsel bir düzlemde tartışıyor, gerektiğinde piskopos Cyril ile de tartışmakta bir beis görmüyordu. Cyril dönemin din adamları gibi politikanın da tamamıyla içindeydi. Hypatia’nın kent üzerinde kurduğu saygı ve güvenilirlik ortamı ise hiç hoşuna gitmiyordu. Çünkü, Hypatia Hristiyanlığın argümanlarını değil, kendi tahtını sarsıyordu. Bir kadın, bilinen dünyanın dört bir yanında tanınan bir kadın, bir biliminsanı, bir filozof, sözü geçen, “erkekler” gibi konuşulan bir kadın; şimdi olduğu gibi o günlerde de hoş görülmüyor, erkeklerin kendilerine bir hakaret gibi görmelerine sebep oluyordu.

Bunun üzerine, plan kuruldu. O bir kadın idi, ne Giordano Bruno ne Galileo Galilei gibi sözde bir yargılamaya gerek vardı. Basit, uyuşturulmuş bir koyu-Hristiyan çeteye bu işi bırakmak yeterdi. Yol üzerinde yakaladılar, Hypatia’yı. Onu çırılçıplak soyup, yeni Hristiyanlığı kabul etmiş kentin sokaklarında süründürdüler. Ta ki yeni yapılmış kiliseye gelene kadar. Orada onu vahşice katlettiler. Tek suçu erkeklerin dünyasında bir kadın olmak, Hristiyanların dünyasında usu savunmak, düşündüğünü özgürce söyleyebilmekti.

Hypatia öleli 1500 seneden fazla oldu. Hypatia bilimin ve aklın belki ilk kurbanıydı, erkek egemen vahşetin onbinlerce kurbanından biriydi.

Hypatia öleli 1500 seneden fazla oldu. Ne değişti? Hala sadece kadın olduğu için öldürülenler yok mu? Aklı savunduğu için katledilenler? Özgürce konuştuğu için vurulanlar, hapsi boylayanlar?

Kadınlar için konuşmanın bile zor olduğu bir dönemde bir kenti etkiledi Hypatia. Kadın mücadelesi için en önemli figürlerden biri oldu. Kadınlar hala eziliyor, öldürülüyor, evlenmek zorunda bırakılıyor, tecavüze uğruyor. Tüm bunları yapanlar, bu zihniyet hala yerinde duruyor. Birazcık kılık değiştirdi sadece. __________ Ekin Can Göksoy…

BASİTLİK, KARMAŞIKLIK, BİLİNÇLİ SEÇİLMİŞ BASİTLİK…

18/06/2009 1 yorum

BASİTLİK yüzeydeki dolaysız gerçekliğin ardında neyin yattığından habersiz, kendi dünyasında mutlu mesut yaşayan bir çocuğun ya da cahil bir yetişkinin dünya görüşüdür. –KARMAŞIKLIK sıradan bir yetişkinin dünya görüşünü simgeler. Bu kişilerin ayırt edici özelliği, doğada ve toplumda bulunan karmaşık sistemlerin farkında olmalarına karşın, açıklayıcı örüntü ve bağlantıları kavramakta yetersiz kalışlarıdır. –BİLİNÇLİ SEÇİLMİŞ BASİTLİK bilgili insanların gerçeğe bakışıdır. Karmaşık yapılar içersinde açıklayıcı örüntüleri bulup çıkarma ya da yaratma kabiliyeti üzerinde temellenir. Örüntüleri ayırt etme, birbiriyle yarışan ve çoğu zaman içeriği belirsiz olan tasarım yaklaşımları arasında yolunu bularak, son derece düzenli bir bina tasarlamak zorunda olan mimarın kesinlikle sahip olması gereken bir beceridir.”________________ Mimar Matthew Frederick, “Mimarlık Okulunda Öğrendiğim 101 Şey”

TÜRKİYE HİPERAKTİF ÇOCUKLAR GİBİ… Zihinler 4 Farklı Coğrafyaya yönelmiş durumda…

“Dünyanın en dikkati dağınık ve hiperaktif ülkesi Türkiye. Tıpkı hiperaktif çocuklar gibi: Dikkati dağınık, zamanından önce tepki veriyor, sabırsız, konudan konuya atlıyor, başladığı işi bitirmekte ve uzun vadeli plan yapmakta zorlanıyor… Zihinler 4 farklı coğrafyaya yönelmiş durumda. Kimileri Avrupa’ya (Batılılaşmak), kimileri Anadolu’ya (Anadolululaşmak), bazıları Orta Asya’ya (Türkleşmek) ve bazıları da Medine’ye (İslamlaşmak) dönük bir yaşam biçimini benimsemiş durumda. Herkes kendi kampını oluşturmuş, kendi davasının adamı olmuş, tek ortak payda modernite; o da yıllar içinde farklılıklar gösterdi. 1980 sonrası politikaları ile bütünüyle aşındı ve yozlaştı. Bu kamplaşma ve yozlaşma nedeniyle ülkenin vizyonunda parçalanmışlık var. Nasıl bir devlet istiyoruz? Nasıl bir eğitim istiyoruz? Bu soruların yanıtı herkese göre farklı…”

 Prof. Dr. Ziya Selçuk.

HANGİ AMERİKA…

19/11/2008 2 yorum

·         “Hangi Amerika? Amerika’yı doğru görmesini bilenler, ‘birden fazla Amerika’ olduğunu bilirler. Beyaz Saray, onun ayrılmaz parçası Başkan’ın danışmanlar ekibinden oluşan Ulusal Güvenlik Konseyi, Dışişleri, CIA, yerine göre Ticaret Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, bu arada Kongre…

Bütün bunlar, kimi durumlarda aynı konuda pekala farklı eğilimler ortaya koyan iktidar odaklarıdır. Bunlar dahi yetmez. ‘Corporeta Amerika’ adı verilen ‘şirketler Amerikası’, yani büyük sermayenin Amerikası da Amerikan politikasının belirlenmesi ve biçimlendirilmesinde gözle görülmez ama büyük ağırlık sahibidir. Ancak, bunun içinde de dış politika alanında sektörel çelişkiler ve ayrılıklar yansıyabilir. Bir de bunlara bir sürü thin-thank’i ve düşünce adamını ekleyin… Hangi Amerika? Hangisi Amerika?”

İÇİNİZDEKİ FAŞİZM… Sahi Hangisi Size Uygun…

·         “…faşizmden, emperyalizmi çıkarın, karşımızda Franco veya Salazar’ı bulursunuz; sömürgeciliği çıkarın, Balkan faşizmiyle karşı karşıya kalırsınız. İtalyan faşizmine radikal kapitalizm karşıtlığını ekleyin (aslında Mussolini kapitalizm hayranı olmamıştır hiçbir zaman), Ezra Pounda çıkar karşınıza.” ________ Umberto Eco…

Kriz, Kadınlar, Ders Notları, Yeni Gençler ve Erkekler…

·         Ekonomik krize dair… Krizin Türkiye’de Avrupa ülkeleri kadar yoğun yaşayacağını zannetmiyorum. Zaten yoksullukla yaşamaya alışmış bir ülkeyiz. Ancak özellikle otomotiv ve tekstilde büyük işsizlik yaşanacak. Bu krizin çıkacağını biliyorduk, yıllar öncesinde yazdım, çünkü krizler bir an da ortaya çıkmaz. 2000’den beri Paris’e gidip geliyor, kahvelerdeki erkeklerin sayısının arttığını görüyordum. Eğer kahvelerde erkeklerin sayısı artıyorsa bilin ki kriz vardır. Paris’te başlamışsa demek ki Avrupa’da büyük bir kriz görülmek üzereydi… Öyle de oldu, şu anda onu yaşıyoruz. Kriz hükümet yardımlarıyla geçici olarak önlenebilir ama uzun süreli önlenmesinin çok mümkün olduğunu düşünmüyorum. 1929’da da benzer yöntemler uygulanmıştı. Kapitalizm krizlerini savaşlarla çözer. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra akıllandılar, şimdi birbirlerinin yerine kendilerinden olmayanları öldürüyorlar. Bu bir dünya savaşı ve interlandı geniş, Ortadoğu, Kafkasya, Afganistan, Hindistan, Pakistan, Kuzey Afrika, Balkanlar, Türkiye… Çünkü buralarda ucuz ve bol, yeterince kullanılamayan ve kapitalist sistemin ihtiyaç duyduğu kaynaklar var. Türkiye’nin eskisi gibi rahat olmasını engelleyen ise uluslararası güçlerin, emeğin fiyatını baskı altında tutmayı sağlayan askeri darbeleri artık istememesi. Onlar askerin gücünü “dışarıda” kullanmasını istiyorlar. Bunu da içeride sendikasız, toplu sözleşmesiz, sosyal güvenliksiz çalışmaya hazır “rıza toplumu” yaratarak sağlıyorlar.

·         Dünyanın bütün kadınları cadılaşın!… Globalizmle birlikte gelen esnek üretim tarzı kadınları çok tehlikeli bir yere getiriyor. Ben buna “Rapunzel kulesine geri dönmek” diyorum. Esnek üretim, emek maliyetlerini düşürüp, üretim saatlerini daha fazlaya çeken, sendikasız, sigortasız bir çalışma biçimi. Esnek üretimle birlikte özel sigortalar cazip hale getirildi ve kadınlar içlerinde her zaman taşıdıkları iç acısıyla davrandılar. Bu acı, çocuklarıyla yeterince ilgilenememekti. Şimdi çalışmayan kadınların çocukları da yuvaya gidiyor ama kadın zannediyor ki evde olduğu zaman kendisine daha fazla vakit ayıracak, evinden çalışırsa daha mutlu olacak. Böylece evler home ofise dönüştü, ama üretim araçlarını bilgisayarı, cep telefonunu kadın kendisi satın aldı. Ev kazaya en müsait alanlardan birisi ama sigortası yok. Çalıştığı saatler tamamen işveren tarafından bloke ediliyor. Yani yeni bir köleleşme döneminin içine giriliyor. Kadın bu kez bunu özgür iradesiyle yaptı, onun için “Rapunzel kulesi” diyorum. Burada kadınlara çok zor bir iş düşüyor, üç maymunu reddetmek. Bence kadın cadı günlerine geri dönmeli. O simyayı yeniden yaratmalı ve bu seferki simya altın değil yeni çağda yeni kadın ve erkeğin nasıl yaşayacağı olmalı. Hayatım boyunca herkes bana “cadı” dedi, üniversitede hocalar arkamdan “cadı” diye bağırırdı. Bundan hiç rahatsız olmadım ve şimdi cadılığın ince akıl, zekâ ve yaratıcılık yanları olduğunu biliyorum.

·         Ekonomik krize dair… Krizin Türkiye’de Avrupa ülkeleri kadar yoğun yaşayacağını zannetmiyorum. Zaten yoksullukla yaşamaya alışmış bir ülkeyiz. Ancak özellikle otomotiv ve tekstilde büyük işsizlik yaşanacak. Bu krizin çıkacağını biliyorduk, yıllar öncesinde yazdım, çünkü krizler bir an da ortaya çıkmaz. 2000’den beri Paris’e gidip geliyor, kahvelerdeki erkeklerin sayısının arttığını görüyordum. Eğer kahvelerde erkeklerin sayısı artıyorsa bilin ki kriz vardır. Paris’te başlamışsa demek ki Avrupa’da büyük bir kriz görülmek üzereydi… Öyle de oldu, şu anda onu yaşıyoruz. Kriz hükümet yardımlarıyla geçici olarak önlenebilir ama uzun süreli önlenmesinin çok mümkün olduğunu düşünmüyorum. 1929’da da benzer yöntemler uygulanmıştı. Kapitalizm krizlerini savaşlarla çözer. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra akıllandılar, şimdi birbirlerinin yerine kendilerinden olmayanları öldürüyorlar. Bu bir dünya savaşı ve interlandı geniş, Ortadoğu, Kafkasya, Afganistan, Hindistan, Pakistan, Kuzey Afrika, Balkanlar, Türkiye… Çünkü buralarda ucuz ve bol, yeterince kullanılamayan ve kapitalist sistemin ihtiyaç duyduğu kaynaklar var. Türkiye’nin eskisi gibi rahat olmasını engelleyen ise uluslararası güçlerin, emeğin fiyatını baskı altında tutmayı sağlayan askeri darbeleri artık istememesi. Onlar askerin gücünü “dışarıda” kullanmasını istiyorlar. Bunu da içeride sendikasız, toplu sözleşmesiz, sosyal güvenliksiz çalışmaya hazır “rıza toplumu” yaratarak sağlıyorlar.

·         Ders notlarından… 12 Eylül’ün bu kadar vahşi olması ve bütün kesimlere saldırarak, korku salmasının nedeni insanları küçük oyuncaklarla oynamaya sürüklemekti. Shetland kazaklarla kendilerini özel, neskafeyle Batılı hissetmelerini, Marlboro sigarayla da statü atladıklarını sanmalarını istediler. Öyle de oldu. İş adamı da amele de cebine aynı sigarayı koyuyordu, amele kendini eşit sanıyordu ama işadamı ona kızını vermiyordu, o ayrı mesele… İnsanlar yüksek faizden aldıkları üç beş kuruşla yeni alışkanlıklar, zevkler edindi. Mesela sokakta yemek 80 sonrasına aittir. 12 Eylül politikasının ikinci ayağı dışa dönük sanayi stratejileri, ihracat yapmaktı. Peki, ne satacaksınız, ürettiğiniz beş kalem mal, portakal, fındık, üzüm, çay, tekstil. O zaman tekstil fabrikaları, büyük atölyeler kuruldu, kadınlar birdenbire sokağa çıkmaya, bir önceki mahalleye gitmesi izne tabiyken çalışmaya ya da eve iş almaya başladı. Evde gelirler arttı ve sonunda toplum çocuğu ölmesin, kocası, nişanlısı, karısı evine sağ salim gelsin diye, üç maymunu tercih etti. Üç maymunu da bir kez oynamaya başladınız mı bunun geri dönüşü yoktur. Çünkü üç maymun da politik bir duruştur. Bu yıllarda doğmuş çocuklar kayıp kuşak olarak nitelendirildi, aslında kayıp olan anneleri ve babalarıydı. Kendileri kayıp olmayı tercih etmişlerdi, bu bir suçlama değil, o baskı rejimi altında başka ne yapabilirlerdi? Ama “aman okumasın, bilmesin, öğrenmesin” tercihini yaptıktan sonra çocuğunuzu suçlayamazsınız. Üç maymun olan kendinizsiniz…

·         Yeni gençliğe dair… Umutsuz değilim. Geçmişi merak edip okuyan, dans eden, müzik aleti çalan, politik meseleleri takip eden yeni kuşak bana umut veriyor. Öyle sokaklara çıkıp bağırmıyorlar, güçlerini istasyonda düdüklerini öttüren şimendiferler gibi harcamıyorlar ama daha kalıcı şeyler yapıyorlar. Tuzla tersanesiyle de Başıbüyük’le de ilgililer. Bu kıpırtılar beni heyecanlandırıyor. Sosyal forumlara giden gençlere de bakıyorum, ama şunu söylemeliyim, bu işler böyle panayır gibi olmaz. Bir düzlem olması gerekir, o düzlemde partidir. Partiler ve gençlik örgütleri olmadığı, o gençlik örgütleri de kendi aralarında iletişim kurmadıkları ve analizlerini sınıfsal konumlar üzerinden oturtmadıkları sürece yol alınamaz.

·         Erkekler tokatlanmak istiyor… Bir kez evlendim, 1976’da. Doğurmadım, doğurmak istemedim. O dönemde çocuk doğurmak bana güvensiz geldi ama hiç şikâyetçi olmadım. Bir kez de âşık oldum. Erkekler küçük iktidar alanlarında kendilerini kral zannediyor ve bütün dünyayı yönettiklerini zannediyorlar. Benim anlamadığım şey şu, anaları karıları tarafından yönetilmek, hem de arada sırada kendilerine özgürlük alanları açıp bir hava alıp gelmek istiyorlar. Bence erkeklerin bütün sıkıntısı burada. Erkekler beni önce korkutucu buldular, korkmamaları gerektiği zaman da (ben de yemek yapar, sofra kurarmışım) büyü bozuldu ve gittiler.  Meğerse onlar tokatlanmak, hırpalanmak istiyorlarmış ama insan ancak birisine kırıldığı, kendisine zarar verdiği zaman hırpalar, durup dururken neden hırpalasın. Kaldı ki ben ne sadistim ne de mazoşistim. Paylaşımdan yanayım.

______________________ Sevgili Türkel Minibaş… İst Ünv. Öğr. Üyesi… 26/10/2008  Cumhuriyet

“ABD, 850 MİLYARLIK PAKETİ FİNANSE ETMEK İÇİN BİZİM BÖLGEMİZDE YENİ SAVAŞ ÇIKARACAK!”…

  • Kısa vadede sorunları bir kaç ay ötelemekten başka faydası olamaz. Bir kere sorun trilyonlarca dolar sermayenin sorunu ve bu paket yeterli olmaz. Sorun yapısaldır; sadece finans sorunu değildir. Artı; yakında “Hedge Fon”lar da krize girecektir. Peki, mali desteği ABD nereden karşılayacak? Bu sorunun kısa vade için çözümü tek: üretimi artırmak; hatta katlamak… Bu ise bugünkü ABD tüketici taleplerindeki daralma nedeniyle imkansız. Geriye tek bir şey kalıyor; o da beni en çok endişelendiren husus: “Yeni Savaşlar Ufukta”. ABD bu paketi finanse etmek için bizim bölgemizde yeni savaş çıkaracaktır. “ABD Irak’ta savaştığı için ekonomisi battı” diyenler cahil ve cühela. Eğer bu savaşa girmese idi 2001 Nasdaq krizini atlatamazdı. Savaşlar ABD ekonomisini finanse eder. Tıpkı 1929 krizinde olduğu gibi. _______________ Erhan GÖKSEL / Türk Time…

ABD DÜNYAYI “KAOS ORTAMINDA” YÖNETEBİLİR…

  • “ABD dünyayı ancak kaos ortamında (ya da kaos çıkararak) yönetebilir.” _____________“Disaster Theory” (Felaket Teorisi); kitabının adı ise “The Shock Doctrine, The Rise of Disaster CapitalismChicago Okulu’ndan Prof. Leo Strauss

NAMUSLU ve NAMUSSUZ AYDIN…

05/10/2008 1 yorum
  • ”…Batı’nın ‘namuslu’ aydını, kendi ülkesinin III. Dünya ülkelerine dayattığı rezillikleri görüp yazıyor; hatta buna isyan ediyor da; acaba neden bizim aydınlarımızın çoğu, gözlerine giren ‘merteği’ görmezden gelip; ‘…Batılı tüketim modellerinin yarattığı’ ‘gösteriş etkisi’ ve ‘şımarık çocukların aşırılık ve gösterişçiliğiyle’; ‘gönüllü olar ak’, ‘Amerikan Hayat Biçimi’ ni benimsiyorlar?..”  __________J.M. Albertini  ‘Azgelişmişliğin Mekanizması’ adlı kitabından…

KAPİTALİZM… “Harç Bitti, Yapı Paydos…”

  • “Kapitalist sistemde üretim araçlarının sahipleri yani sermayedarlar ya da kapitalistler, kısa dönemde kendilerine en yüksek kârı sağlayacak mal ve hizmetlerin üretimini hedefler. Bunun için de yatırım mallarının yerine tüketim mallarının üretimine yatırım yapar. Kısa dönemde parasal getirisi olmayan yatırımları devletin yapmasını ekonomi yönetimine ve topluma sürekli olarak pompalarlar. Tüketicinin beyni reklam kampanyaları ile yıkanarak tüketim özendirilir. Bu doğrultuda 19. yüzyıldan başlayarak Batı ekonomilerinde sermaye sınıfının öncülüğünde gerçekleşen ekonomik büyüme ile birlikte işçi kesimi de büyüdü. İşçiler zaman içinde örgütlenerek sendikalar oluşturdular. Üretime yaptıkları katkıdan daha fazla pay alabilmek için sendikaların pazarlık gücünü arttırarak mücadele ettiler, refah düzeylerini yükselttiler. Bu süreç 1980’li yılların ortalarına kadar işledi. Ancak, bu gelişmelerden rahatsız olan Batı kapitalizminin temsilcileri ‘ucuz emek’ arayışına girdiler. Kendi ülkelerinde istedikleri düzeyde sömüremedikleri emekçilerin yerine Uzakdoğu ülkelerinde ayda 150-200 dolar karşılığında çalışmaya razı olan emekçileri kullanmaya başladılar. Bunun için de üretim tesislerini kısa sürede bu ülkelere taşıdılar. Bunun adı da ‘küreselleşme’ oldu! Böylesine köklü ve yapısal değişikliğin ‘ulusal sermaye’ kavramını, idealini yozlaştırarak kendi ülkelerindeki emekçilerin işsiz kalmalarına, sendikal güçlerinin zayıflamasına yol açması kaçınılmazdı. İşlerini kaybeden, daha düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalan Batı toplumlarındaki emekçiler, geniş kitleler büyük ölçüde banka kredileri ve kredi kartları ile desteklenen konut edinme isteklerini, tüketim alışkanlıklarını sürdürmeye devam edince bankalara olan birikmiş borçlarını ödeyemez oldular. Para bitti, tüketim durdu; ‘harç bitti, yapı paydos’ oldu. ____________________ Sıtkı Ergüney

MEMLEKET SAVUNMASI… Bağımsızlık ve Demokrasinin Gerekleri…

  • “Memleketin savunması ABD’nin eline bırakılmışsa, memleketin bütçesi IMF’ye teslim edilmişse, memleketin yönetimi Brüksel memurlarına terk edilmişse… Türkiye sömürgeleştiriliyorsa, Türkiye eyaletleştiriliyorsa, Türkiye parçalanmak isteniyorsa… Kemalist ordu konuşacak! Üniversite konuşacak! Yargı konuşacak! İşçi, köylü, memur, esnaf, kadın-erkek, genç-yaşlı yollara düşecek, örgütlenecek. Bağımsızlık bunu gerektirir! Demokrasi bunu gerektirir! Demokrasi, bağımsızlığın gerektirdikleridir…”

    __________________ Prof. Dr. Birgül Ayman Güler

     

Adelina Sfishta

Okuyanlar Özgür Olmalı

Evrim Teorisi Online

Evrim hakkında herşey...

Virginia Woolf

Herkes kendi geçmişini, kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları sadece onun başlığını okuyabilir.

ODILA BLOGGER by OAS

Turkish Geeks on Life & Politics...

YAŞAMAK ŞAKAYA GELMEZ

Facebook adreslerimiz: http://www.facebook.com/ata.fecob - http://www.facebook.com/pages/fvco/107464239362228

Komeleya Çand û Integrasyon a Kurd Luzern

Kürdischer Kultur und Integrationsverein Luzern/Mythenstrasse7,6003 Luzern

eren@home ~ $

Açık Kaynak, Linux, Programlama Dilleri, Amatör Telsizcilik gibi konular üzerine düşünceler

Ata FE COB

"En büyük yenilgimiz, bir alternatif fikrini kaybetmiş olmamızdır." ___Michael Lebowitz

WordPress.com

WordPress.com is the best place for your personal blog or business site.

CHP SULTANGAZİ

"Direnme gücü, dünya “evet” sözcüğünü duymak istediğinde 'HAYIR' diyebilme yetisidi" E. Fromm. ________“12 Eylül’de ‘HAYIR’ oyu vererek tokat atın, okyanus ötesinden de duyulsun” KILIÇDAROĞLU