Arşiv

Archive for 24/10/2008

ÖZGÜVEN ve ÖZDENETİM… Bilimsel İrdeleme…

24/10/2008 3 yorum

İnsanlar her gün baştan çıkartıcı unsurlarla karşılaşıyor ve yollarından sapmamak için bunlarla mücadele etmek zorunda kalıyor. Bilim insanlarına göre bu mücadeleden galip çıkmanın yolu iradenin güçlendirilmesi ve dolayısıyla özdenetimin sağlam bir temele oturtulması. Kaliforniya Üniversitesi’nden Doçent Dr. Özlem Ayduk bu bağlamda dürtüsel davranışların dizginlenmesinin ne denli önemli olduğunu vurguluyor.

“Kendilerini sevmeyen ve saygı duymayan özgüveni düşük insanlar, davranışlarıyla başkalarının kendisini sevmesinin ve saygı duymasının önünü tıkarlar. Bu da tam anlamıyla ‘kendim ettim, kendim buldum’ durumudur.”

Rus tiyatro yazarı ve modern kısa öykülerin kurucularından Anton Çehov, “Memurun Ölümü” isimli kısa öyküsünde İvan Dimitriç Çerviakov’un kişiliğinde küçük insanın traji-komik yaşantısına ışık tutar. Bir tiyatro temsili sırasında aniden hapşıran Çerviakov, önünde oturan amirinin üzerine tükürüğünün bulaşmış olabileceğini düşünür. İlk özürünün yeterince anlaşılmadığı kaygısıyla, amirini bıktırıncaya kadar defalarca özür dilemeye yeltenir. Ve en sonunda korktuğu başına gelir: Kovulur. Evine döner, kanepeye uzanır ve… ölür.

Çerviakov tipik bir özgüven eksikliği kurbanıdır. Neyse ki özgüven eksikliği Çerviakov’da olduğu gibi, insanlar üzerinde öldürücü bir etki yaratmaz…

 

“Özgüven eksikliği başkalarının davranışlarını yorumlarken birtakım yanlış sonuçlara varmaya yol açtığı için ilişkilere zarar veriyor” diye konuşan Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim görevlisi Doç. Dr. Özlem Ayduk, özgüven konusunda soruları yanıtladı.

 

Bazen özgüvensiz insanların en hafif bir reddedilme durumunda bile aşırı tepki verdiğini, uygunsuz davranışlar sergilediklerini belirten Ayduk, “Kendilerini sevmeyen ve saygı duymayan özgüveni düşük insanlar, davranışlarıyla başkalarının kendisini sevmesinin ve saygı duymasının önünü tıkarlar. Bu da tam anlamıyla ‘kendim ettim, kendim buldum’ durumudur.”

ÖZGÜVEN EKSİKLİĞİNİN ZARARLARI…

Ayduk’a göre özgüven eksikliği beraberinde reddedilme kaygısını da getirir. “Mesela özgüven eksikliği olan bir kişi eşinin dikkatinin dağınık ve ilgisiz olmasını kendisinin reddedilmesi şeklinde yorumlamaya ve bunu sorun haline getirmeye yatkındır. Oysa eşi yorgun olmasından dolayı ilgisiz davranıyor olabilir” diyen Ayduk, verdiği bu örneğin çözümünü düşünce kalıplarının dışına çıkmakta buluyor:

“Dolayısıyla kendindeki özgüven eksikliğinin ve bu eksikliğin sebep olduğu çapraz yorumların farkında olan bir kişi başkalarının davranışlarını yorumlamaya daha dikkatli yaklaşabilir. Doğru yorumlar daha ılımlı ve mutlu ilişkileri pekiştirecek bir güçtür.”

Reddedilme korkusunun mu özgüven eksikliğini, yoksa özgüven eksikliğinin mi reddedilme korkusunu doğurduğunu Ayduk şöyle açıklıyor:

“Reddedilme korkusuyla özgüven arasında karşılıklı bir ilişki var. Geçmişte sürekli olarak reddedilmiş olanlar yeni ilişkilere reddedilmekten korkarak giriyorlar ve bu korku özgüven eksikliğine yol açıyor. Fakat aynı zamanda, bir kere özgüven eksikliği hissetmeye başladınız mı, bu da reddedilme korkusunu körüklüyor.”

REDDEDİLME KORKUSU NASIL YENİLİR?…

Ayduk’un özgüven eksikliği olan insanlara iyi bir haberi var. Bu insanlar reddedilme korkusunu yenebilirler. Bunun için ne yapılması gerektiğini şöyle açıklıyor:

“Daha önce de açıkladığım gibi başkalarının davranışlarını doğru yorumlamaya çalışmak, reddedilmiş olmak korkusunun körüklediği saldırgan ve yıkıcı dürtüleri dizginlemeye yardım edip olumlu ilişkiler kurmayı kolaylaştıracaktır. Mutlu ilişkiler pekiştikçe de kişinin reddedilme korkusu azalıp özgüveni sağlamlaşacaktır. Ayrıca, anlayışlı ve destek veren eşlerle birlikte olmak da zaman içinde özgüven eksikliğini azaltacak bir güçtür.” Düşük özgüven için doğrudan bir tedavi yöntemi olmadığını ve bu konuda herhangi bir çalışmanın olmadığına dikkat çeken Ayduk, “Düşük özgüven aşısı veya hapı ne yazık ki yok. Ancak bu dürtü önceden fark edilebilir ve insanlar bu tür duyguları kendi içlerinde yok edebilirler” diye konuşuyor.

ÖZDENETİM İLE DÜRTÜLERE FREN…

Özgüveni sağlamanın bir yolu dürtüleri frenlemekten, dürtüleri frenlemenin yolu da özdenetim mekanizmasından geçiyor. New York’taki Columbia Üniversitesi’nden psikolog Walter Mischel, son yıllarda yaptığı birtakım çalışmalarla bazı insanların daha güçlü bir iradeye sahip olduğunu ortaya koymuş.

Bütün bunlar insanların sigarayı bırakmakta veya diyetine sadık kalmakta zorlandığını açıklıyor. Mischel’in daha da ilginç bir bulgusu, dürtü kontrolünün yaşamın erken evrelerinde başlıyor olması. Öyle ki Mischel, işi özdenetimin yaşam boyu sağlık ve mutluluğun anahtarı olduğunu söylemeye kadar vardırıyor.

Bazı insanların kendilerini diğerlerine göre daha iyi kontrol edebilmelerinin altında ne yatıyor olabilir? Ayduk bu konuda sosyo-ekonomik faktörlerin önemli bir rol oynadığına dikkat çekiyor. Stanford Üniversitesi’nde gönüllü denekler üzerinde yapılan bir araştırmaya göre daha akıllı çocuklar, -özellikle sözel IQ’ları yüksek olanlar- dürtüsel davranışlara daha az eğilimli.

Özlem Ayduk özdenetimin yalnızca zekâ ve yetiştirme ile ilgili olmadığını, “hem genetik hem de çevresel (eğitim, sosyalleşme geçmişi) etmenlerin etkili” olduğunu söyleyerek zekâ ile dürtüsellik arasındaki ilişkiyi şöyle açıklıyor:

“Zekâ ile düşüncesizce hareket etme eğiliminin arasında bağlantı olduğunu gösteren birçok çalışma var. Düşük zekâlı çocuklar dürtüsel hareketlere ve davranış bozukluğuna daha yatkınlar. Bu ilişkinin sebeplerinden biri zekâ ve otokontrolün ortak beyin mekanizmaları (vb frontal lobes, “ön loplar”) tarafından desteklenmesidir. Ayrıca zeki çocukların davranışları eğitim ve sosyalleşmeye daha çabuk karşılık verir, çünkü bu çocuklar doğru davranışları, dürtülerini nasıl kontrol edebileceklerini daha kolay öğrenirler. Fakat bu bulgular her akıllı çocuğun kontrollü olduğu ve zekâsını olumlu davranışlar yönünde kullandığı şeklinde yorumlanmamalıdır. Örneğin bazı bilimsel bulgular otokontrolü zayıf olan çocuklarda yüksek zekânın daha fazla saldırganlıkla ilişkisi olduğunu göstermiştir. Yani zekâ, dürtülerini kontrol edemeyen çocukların elinde daha yıkıcı sonuçlar doğurabilir).”Ayduk şimdi bir grup sinirbilimci ile işbirliği yaparak, dürtüsel davranışlara eğilimli denekler ile kontrollü deneklerin beyinleri arasında bir fark olup olmadığını araştırıyor.

BEYİNDEKİ FİZYOLOJİK FARKLILIKLAR…

Bu kolay bir çalışma değil. Fonksiyonel beyin görüntüleme çalışmalarına göre beyindeki özel devrelerin yeri, yapılan işe göre farklılık gösteriyor. Örneğin denek bir dürtüyü baskılıyorsa farklı, duyguyu baskılıyorsa farklı beyin bölgeleri devreye girer. Yine de baskılama işlemleri genel olarak ön loplarda –frontal lobes- meydana gelir. İrlanda’daki Trinity College’den Hugh Garavan özellikle sağ lopun bu alanda etkin olduğunu söylüyor.

Sağ loplar, kafatası içi manyetik uyarı (transcranial magnetic stimulation) adı verilen ameliyat gerektirmeyen bir yöntemle geçici olarak devre dışı bırakıldığında, deneklerin bilgisayarda yapılan dürtü kontrolünde daha beceriksiz oldukları tespit edildi

Garavan’a göre bu bölgeler yaşayan belleği kontrol eden beyin bölgeleriyle örtüşüyor. Bu alanda yapılan çalışmalarda çalışan bellek engellendiği zaman özdenetimin de sekteye uğradığı görüldü. Sonuçta bu iki işlemin bir şekilde birbiriyle bağlantılı olduğu düşünülüyor.

YAŞA BAĞLI FARKLILIKLAR…

Bir insanın beynindeki ön loplara bakıp, o kişinin düşünmeden hareket edip etmeyeceğine karar vermek mümkün değilse de, yaşa bağlı olarak ortaya çıkan bazı belirtilerin bu yönde ipuçları verdiği görülüyor. Ön loplar beynin en geç olgunlaşan kısımlarıdır. Öyle ki yirmili yaşlara kadar bu bölgenin gelişimini tamamlamadığı biliniyor. Bu da ergenlik dönemindeki çocukların heyecan verici olaylara daha yatkın olmalarının ve disiplin altına girmekte zorlanmalarının altında yatan etmenleri açıklıyor. Ergenler, keyif ve ödül içerikli deneyimleri yetişkinlere benzer şekilde algılarlar, fakat bunların temel dürtülerini kontrol etme yetenekleri çok farklıdır.

Yaşlılar da aslında yeniyetmeler gibi içlerinden geldiği gibi davranmaya yatkındır. Beyin görüntüleme çalışmalarından elde edilen sonuçlar, insanlar yaşlandıkça dürtü-kontrol devrelerinin eskisi gibi çalışmadığını ortaya koyuyor. Dolayısıyla yaşlıların kendilerini kontrol etmeleri için daha fazla efor sarf etmeleri gerekiyor.

CİNSİYETE BAĞLI FARKLILIKLAR

Genel olarak erkeklerin dürtülerini kadınlar kadar iyi kontrol edemedikleri görülür. Bu, özellikle dört yaş grubunda belirgindir. Bunun nedeni, büyük bir olasılıkla sosyal beklentilerdir.

Kız çocukların erkeklere göre daha uysal ve söz dinler olması beklenir. Oysa erkekler, öfke nöbetleri, dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu, anti sosyal kişilik bozukluğu gibi dürtü kontrolü sorunlarına daha fazla maruz kalırlar. Bu farklılığın kısmen beyindeki seks hormonlarından kaynaklandığı düşünülüyor.

Garavan, kadınlarda dürtü kontrolünün âdet döngüsü içinde farklı düzeylerde seyrettiğini ortaya çıkartarak, hormonların etkisini bir anlamda kanıtlamış oldu.

FİZYOLOJİK DEĞİŞİKLİKLER

Lexington’daki Kentucky Üniversitesi’nden psikolog Suzanne Segerstrom, insanların iradelerini kullanırken göze çok fazla çarpmayan fizyolojik değişiklikler geçirdiğine dikkat çekiyor. “Kalp Ritmi Değişkenliği –Heart Rate Variability-HRV” adını verdiği deneylerde, denekler havuç yerken veya kurabiye tabağından uzak durmaya çalışırken, kalp ritimlerinde minik değişiklikler tespit edildi.

HRV’nin, stres düzeyi farklı koşullara uyum sağlamaya çalışırken, duygusal ve zihinsel durumla birlikte farklılık gösterdiği biliniyor.

Segerstrom her türlü cazip öneriye karşı direnme becerisini gösterenlerin HRV’lerinde geçici bir artış ve bunu izleyen geçici bir düşüş olduğunu tespit etti (Psychological Science, vol 18, p 275). Segerstrom’a göre bu belli belirsiz kalp ritmi değişikliği fizyolojik “dur ve plan yap” tepkisinin bir belirtisidir.

Doğal olarak HRV’si yüksek insanların, cazip önerilere diğerlerine göre daha kolay direniyor olmaları, bu insanların doğuştan iradelerinin güçlü olduğunun bir kanıtı olarak değerlendirilebilir.

İRADEYİ İDARELİ KULLANALIM!…

Florida State University’den sosyal psikolog Roy Baumeister, iradenin yalnızca bir metafor olmadığını, özdenetimin bir iç kuvvet ve güce ihtiyacı olduğunu söylüyor.

Baumeister, yapmak istemediğimiz bir şeyi her yaptığımızda depoladığımız iradenin bir kısmını tükettiğimize inanıyor. “Dolayısıyla iradeyi çalıştırmak, kasları çalıştırmak gibidir” diye konuşan Baumeister, “Kullanılan kaynakların yerine yenisinin konulması için zamana ihtiyaç duyarız. Zor kararlar almak ve stresle başa çıkmaya uğraşmak da aynı kaynakları tüketir” diyor.

Bu bulgulardan yola çıkan Baumeister, kan glikoz düzeyinin iradeyi güçlü tutma konusunda temel bir rol üstlendiğine inanıyor. Deneylerde irade gerektiren bir egzersizi tamamlamadan önce şekerli meşrubat içirilen deneklerin, tatlandırıcılı meşrubat içenlere göre iradelerini daha randımanlı kullandıkları ortaya çıktı (Psychological Science, vol 19, p 255). Baumeisten bunu şöyle yorumluyor: “Bilinçli ve efor gerektiren kontroller enerji tüketir.” Bu da geniş kapsamlı sağlıklı yaşam paketlerinin niçin başarılı olamadığını açıklıyor. Örneğin sigarayı bırakmak sahip olduğunuz iradenin tümünü silip süpürebilir. Dolayısıyla depoda yeni egzersiz rejimi ve sağlıklı beslenme planı için yeterli miktarda irade kalmamıştır.

ÖZDENETİMİ GÜÇLENDİRMENİN YOLLARI…

Beyin görüntüleme deneylerinde Garavan ve ekibi pratik yapmanın özdenetimi güçlendirdiğini ortaya çıkartmış bulunuyor. Bu eğitim yaşlanmanın yaratmış olduğu etkilerin tam tersini yaratır. İlgili beyin bölgelerinin kullanım sonucunda daha randımanlı çalıştığı görülmüştür.

Stockholm’deki Karolinska Enstitüsü’nden Torkel Klinberg, yaptığı deneylerde egzersizin özdenetim bölgelerini güçlendirdiği doğrultusunda herhangi bir bulguya erişemediğini belirtse de Baumeister, yaşamın bir alanındaki özdenetimin, yaşamın başka alanlarındaki özdenetimi güçlendirdiğini ortaya çıkartmış. Örneğin Baumeister deneklere bir egzersiz programına sadık kalmalarını söylediği zaman, deneklerin başka bir programa da sadık kalma becerisini gösterdikleri görülmüş.

PLAN YAPMANIN ROLÜ…

New York Üniversitesi’nden Peter Gollwitzer, özdenetimi güçlendirecek başka bir yol daha geliştirmiş. Yaptığı deneylerde “nerede-ne zaman-ve-nasıl” sorularını yanıtlayacak şekilde ayrıntılı plan yapan deneklerin hedeflerine daha sıkı sarıldıklarını ortaya çıkartmış. Daha sonra yaptığı çalışmalarda, isteksizliğin, fobilerin ve şiddet dozunun azaltılmasında düzgün plan yapmanın rolünü kanıtlamış.

Gollwitzer’e göre plan yapmanın faydası, bilinçli zihinsel eforun bir kısmını azaltıyor olmasından kaynaklanıyor. Örneğin spesifik bir günde, spesifik bir saatte jimnastik salonuna gitme planı, haftanın herhangi bir günü jimnastik salonuna gitme hedefinden daha iyi stratejidir. Planlama zor bir kararı bilinçsiz bir alışkanlık haline dönüştürür. Bu da tüm işlemi, enerji deposunu tümüyle tüketmeden, daha hızlı ve daha randımanlı bir hale sokar.

Sonuç olarak sağlıklı, mutlu ve başarılı bir yaşam için sıkı bir plan yapıp, kan şeker düzeyinizi yükseklerde tuttuğunuz zaman yapamayacağınız hiçbir yoktur.

Derleyen: Reyhan Oksay

Kaynaklar: New Scientist, 13 Eylül 2008; well.blogs.nytimes.com/2007/12/06/how-to-boost-your-willpower/;Cumhuriyet Bilim Teknik / 24.10.2008 www.successconsciousness.com/index

TÜRKİYE KADIN ve ERKEK DİYE İKİYE Mİ BÖLÜNECEK?…

Kadın olgusunu bir iç kavga, laik- Müslüman perspektifinde görmenin bir aptallık olduğunu kavramak için, bir fırtına gibi gelen 21. yüzyılda Türkiye büyüklüğünde bir ülkenin nasıl yaşayacağını sorgulamak temel işimizdir…

Gelin, Kadının evde oturup geleceğin dünyasında yaşanabileceğimizi düşünenlerle bir hayal kuralım… BİR FIRTINA GİBİ GELEN 21. YÜZYILDA TÜRKİYE NASIL YANSIYACAK…
 
Özellikle gazetelerin sürekli vurgulayarak halkı içine hapsettikleri konu ve kavramların içerik ve kapsamı çağdaş toplumlarla aramızdaki farkı açıklamak açısından aydınlatıcıdır. Köylülükten kentliliğe, folklordan uygarlığa geçmekte zorlanan toplumun idaresi de kendine uygun.
Bu, genel çizgileriyle işleyen bir demokrasi modelidir. Örneğin oy atarken kadınlar kocalarını, aşiretler ağalarını, tarikatçılar şeyhlerini dinlerler. Bir bölüm halk da sadaka ekonomisine bağlıdır. Oyların kukla ipleriyle kontrol edildiği bir demokraside eğer çağdaş bir kalite aranırsa bunun en önemli göstergelerinden biri toplumun ilgilenip sorduğu sorular ve onlara verdiği yanıtlar olduğu savlanabilir.
Bunun tersi de doğrudur. Çağdaş toplumların tartışabildiği soruları soramamak ve yanıtlayamamak da aynı şekilde gelişmemişlik göstergesidir.
SİZ NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?
Alman Spiegel dergisi geçenlerde Alman kamu oyunun dikkatine sunulan üç konu sunmuştu:
1.     Erkekler mi, kadınlar mı daha iyi şef oluyor?
2.     Bankaların batmasında suç kimin?
3.     Partisiz seçmen, partilere alternatif olabilir mi? 
Bu üç soruyu Türkiye ortamında kendimize sorsak ne olur?
Kadınları paketlemek ve evlere hapsetmek isteyenlerin çokça olduğu bir toplumda kadın’ın erkek’ten daha iyi idareci olup olmadığı sorulabilir mi? IMF’nin jest ve mimiklerine bakarak hareket eden bir hükümetin idare ettiği bir toplumda kapitalizme, Amerikalıların bile söylediği ‘tefecileşmiş, yağmacı kredi sistemi’ desek, yıllardır tersini dinleyen bir kamuoyu ne der? Televizyonun mütebessim liberal ekonomi yorumcuları bir yıl önce neler söylediklerini acaba hatırlarlar mı? Partisini bir futbol kulübü olarak kabullenen insanlara politik bilinci uyanmış bağımsız seçmenin varlığını anlatmak kolay mı?
Bu üç konuyu Türkiye’de kırsal-kültür-egemen medya düzeyinde tartışmanın yaratacağı kafa karmaşası açık. Fakat kadın sorunu gelecek açısından bir ölüm-kalım sorunudur. Henüz herkesin türban takıp, çarşafa girmemiş olduğu Türkiye’de bu çok ağırlıklı olguyu tartışmak zorundayız. Olasılıkla Türkiye’nin en büyük sosyal ve kültürel sorunu budur… Geçen gün Emre Kongar kadın örgütlerinin, kadın hareketlerine duyarsızlığı ile ilgili haklı bir eleştiri yazmıştı. Türkiye’nin yaşamı bu bağlamda büyük çelişkilerle doludur. Sabancı Holding başkanı bir kadın, TÜSİAD başkanı bir kadın. Kısa bir süre önce Anayasa Mahkemesi başkanı da bir kadındı. Kadın başbakanımız oldu. Kadın rektörlerimiz, dekanlarımız, başhekimlerimiz, profesörlerimiz, avukatlarımız, hâkimlerimiz, orta ve ilk öğretimde yüz binlerce öğretmenimiz, subaylarımız, polislerimiz var. Kadın iş gücü erkeğe yakın, toplamın %40’ı oranında. Türkiye ile karışlaştırılacak bir başka İslam ülkesi yok. Burada Cumhuriyetin devrimsel başarısı açık.
ÜRETİM SORUNU…
İslam ülkelerinin gelecekteki temel sorunu, nüfusun yarısının katılmadığı üretim sorunudur. Dünya daha kalabalık ve daha aç olduğu, susuz ve enerji kısıntısı içinde yaşadığı zaman, kadına özel elbise giydirseler de, Müslüman toplumlar onu üretim sürecine katmak zorundalar. Müslüman kadının bugünkü durumu kentlileşememiş ülkelerle, petrol mirasyedisi olan ülkelerde iç açıcı değil. Petrol bittiği zaman bütün Arap ülkeleri Dubai gibi olmayacak. Almanlar seksen milyonluk bir Almanya üzerinde gelecek planlarken, Türkiye kırk milyon erkek üzerinde gelecek hesabı yapabilir mi? 100 yıl önce nüfusun %90’ı köylerde yaşarken tarımsal üretim köylü kadının sırtındaydı, köylü kadınlar tarlada çalışırlardı. Köyler kentlere taşındıktan sonra bu katkı çok azaldı.
Dünyaya at gözlüğü ile bakıp nesnel olarak değerlendiremeyenlerin anlamadıkları ama içinde yaşadıkları evrensel bir olgu var. Kadın politikada, eğitimde, sporda, ticarette erkek kadar yer alıyor. Kadın çağdaş dünya yaşamı ile bütünleşmiş bir imgedir. Türkiye’nin kadınları da bu imgenin içinde yetiştiler. Türbanlı bir kadın 19. Yüzyılın gravürlerinden çıkmışa benziyor.
Evet, kapalı kadın bir Türkiye gerçeğidir. Fakat bunu din bağlamında tartışmak anlamsızdır. Kuran tartışılamadığı için Kuran’dır. Ama kaza, ölüm, üretim, mutluluk ve konfor insanların tartışmak zorunda olduğu yaşamsal gerçeklerdir. Her bankonun arkasında kadına, tebessümü ve inceliği ile gergin dünyayı yumuşatmak, insancıllaştırmak, güzelleştirmek için gereksinmemiz var. Bunları toplum olarak algılamakta geç kaldığımız oranda, çekilecek sıkıntıların doğasını görsel olarak dünya basınından izlemek olası. Ama okuma-yazma bilmeyen dünya basınını izlemiyor. O zaman Emre Kongar gibi sormalı: Partiler, sivil toplum kuruluşları oturup hiçbir şeye ses çıkarmayan sözde aydınlar sahiden varlar mı?…
Saygılar…
ucnokta…

Kadın sorunları... Kadınsız Dünya...

Kadın sorunları... Kadınsız Dünya...

Adelina Sfishta

Okuyanlar Özgür Olmalı

Evrim Teorisi Online

Evrim hakkında herşey...

Virginia Woolf

Herkes kendi geçmişini, kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları sadece onun başlığını okuyabilir.

ODILA BLOGGER by OAS

Turkish Geeks on Life & Politics...

YAŞAMAK ŞAKAYA GELMEZ

Facebook adreslerimiz: http://www.facebook.com/ata.fecob - http://www.facebook.com/pages/fvco/107464239362228

Komeleya Çand û Integrasyon a Kurd Luzern

Kürdischer Kultur und Integrationsverein Luzern/Mythenstrasse7,6003 Luzern

eren@home ~ $

Açık Kaynak, Linux, Programlama Dilleri, Amatör Telsizcilik gibi konular üzerine düşünceler

Ata FE COB

"En büyük yenilgimiz, bir alternatif fikrini kaybetmiş olmamızdır." ___Michael Lebowitz

WordPress.com

WordPress.com is the best place for your personal blog or business site.

CHP SULTANGAZİ

"Direnme gücü, dünya “evet” sözcüğünü duymak istediğinde 'HAYIR' diyebilme yetisidi" E. Fromm. ________“12 Eylül’de ‘HAYIR’ oyu vererek tokat atın, okyanus ötesinden de duyulsun” KILIÇDAROĞLU