Gıda Güvenliği ve GDO….
Gıda güvenliğini ve genetiği değiştirilmiş organizmayı (GDO) önemli kılan nedir? Ülkemiz için önemi nedir, Batılılar için önemi nedir? Öncelikler aynı mıdır? Ortak paydada nasıl buluşacağız?
Bir süre önce yapılan gıda güvenliği ile ilgili ciddi bir araştırmaya göre araştırmaya katılanların yüzde 52’si Türkiye’nin gıda güvenliğinde son on yılda gerilediğini, yüzde 38’i geliştiğini, yüzde 7’si ise bir değişiklik olmadığını düşünüyor. Sosyoekonomik düzey azaldıkça, eğitim seviyesi düştükçe Türkiye’de gıda güvenliğinin geliştiğini düşünenlerin oranı da artıyor. Aynı şekilde yaş arttıkça ve eğitim seviyesi yükseldikçe Türkiye’nin gıda güvenliği konusunda gerilediğini düşünenler artıyor. 15-25 yaş grubunun yüzde 45’i gıda güvenliği konusunda geriye gittiğimizi düşünürken bu oran 55-65 yaş grubunda yüzde 59’a çıkıyor. Avrupa Birliği vatandaşlarının yüzde 38’i ise Avrupa Birliği ülkelerinde gıda güvenliği kavramının son on yılda geliştiğini, yüzde 29’u aynı kaldığını, yüzde 28’i ise daha kötüye gittiğini düşünüyor. Türk halkının gıdalarla ilgili endişe duyduğu konuların başında yüzde 82’lik oranla çeşitli hileler ve aldatmalar yer alıyor. Daha sonra sırasıyla sağlıksız üretim koşulları (yüzde 81), meyve, sebze ve tahıllardaki, bakliyatlardaki tarımsal ilaç ve hormon kalıntıları (yüzde 80) geliyor. Avrupa Birliği vatandaşları ise en fazla meyve, sebze ve tahıllardaki ilaç kalıntıları, kuruyemiş ve baharatlardaki aflotoksin üzerinde duruyor, ilgileniyor, yakın plana alıyor (yüzde 63) ve sonra da GDO ve kuş gribi gibi daha yeni virüsler (yüzde 62) geliyor.
Eylül ayının başında Sabancı Üniversitesi “3. Tarımsal Biyoteknoloji ve Biyogüvenlik Sempozyumu” düzenledi. Bu konuda benim de zaman zaman bu sütunda yer verdiğim GDO’ları (genetiği değiştirilmiş organizmaları) ve bunları kontrol için oluşturulan “biyogüvenlik” mekanizması tartışıldı. Tarım Bakanlığı, Türkiye’de GDO içeren ürün bulunmadığını açıklıyor. Oysa bilim adamları, tarımla uğraşanlar tam aksini söylüyorlar. Türkiye’nin ithal ettiği dört üründe, soya, mısır, kolza ve pamukta GDO bulunduğunu, bu ürünlerin girdi olarak kullanıldığı, tüm gıdalarda ve ürünlerde GDO bulunduğu gerçeğini nerdeyse herkes biliyor.. ancak, farkında olması gerekenler farkında değil.
Sabancı Üniversitesi’ndeki sempozyumu üç yıldan beri düzenleyen Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Çetiner, bu yıl Avrupa Birliği’nden konu ile ilgili önemli bilim adamlarını ve Türkiye’den genetik ve doğa bilimcilerini, ziraat, gıda ve kimya mühendisleri odalarını, çevreci örgütleri ve ilgili tüm sivil toplum kuruluşlarını davet etmiş. Sempozyumda tarımsal biyoteknoloji her yönüyle ele alınmış. GDO’lar konusundaki olumsuz bakışım paralelinde, GDO’nun uzak ve yakın gelecekteki olası olumsuzlukları, etkileri; çevreyle, doğayla etkileşimi; sürdürülebilirlik, insan sağlığı ve genetiği üzerindeki olası olumsuz etkileri ciddi tartışma konusu yapılmış. Hangi ürünler GDO’lu meselesinden, yoksul çiftçinin biyoteknolojiye nasıl ayak uyduracağına kadar çeşitli sayısız konu başlığı enine boyuna tartışılmış. Peki bu kadar önemli bir konu Tarım Bakanlığı tarafından izlenmiş mi? Sorunun cevabını Profesör Çetiner olumsuz olarak yanıtlıyor: “Tarım Bakanlığı’nın yetkililerini davet ettik ama kimse gelmedi.. daha önceki iki sempozyuma da davet etmiştik, yine katılmamışlardı” diyor. Bu toplantılara katılmamalarının nedeni, anlaşıldığı kadarı ile Türkiye’nin henüz “Biyogüvenlik mevzuatı” nın bulunmaması mı? Hal böyle olunca da tarımda AB ile uyum nasıl sağlanacak demeden de edemiyoruz. Bir başka önemli husus, GDO konusundaki politikasızlık neticesindendir ki, GDO’lu ürünlerin ekimi ve yetiştirilmesi yasak.. ama ithalatı ve satışı serbest. Burada düşünülen eğer topraklarımız ve doğamız ise, ki sanmıyorum, yok öyle değilse, o zaman insanımızı niye göz ardı ediyoruz, ya da başka bir neden mi söz konusu? Yine bu anlayış ve tutumdan dolayı, 5179 sayılı Tarım Yasası’nın Avrupa Birliği’ne uygun bulunmamasının nedenini de böylece anlamış bulunuyoruz ki yerine yeni bir yasa taslağı hazırlanıyor. İnşallah yeni yasa hazırlanırken dersler çalışılmış olur.
Tüketiciler, satın aldıkları gıdaların sağlıklarına hemen veya uzun vadede zarar verip vermeyeceği kuşkusunu ve korkusunu taşımak istemiyor. Bunlar da ürünlerin üzerindeki etiket bilgilerinin anlaşılır ve okunur tarzda olması ve yazılanların da gerçek ve doğru olmasıyla sağlanabilir. Tüketiciler bu bilgiye ulaşma hakkına sahip olmalı. O zaman, Batı’yla ortak paydada buluşabiliriz.
* Keyveni Catering Yönetim Kurulu Başkanı
Sizlerden Gelen Yorumlar…