HER ŞEY YENİLENİRKEN ‘YENİ DİN’…


HER ŞEY YENİLENİRKEN ‘YENİ DİN’…

Buraya yazamayacağım kadar büyük kötülük yapan birçok muktedir, ağızlarından düşürmedikleri ‘islam’ ile, insanların karşısına ‘Dindar’ sıfatıyla çıkabiliyorlar. Ve ‘İslam’ sözcüğü bir tür kod kullanırlar diğer hemdaşları tarafından alenen korunup kollanıyorlar. Yaptıklarına, laf kalabalığı ve doğmalardan ibaret bir ‘İslam Kudrsiyeti’ bahşedip, iyi insan olmanın tüm kurallarına ters davranışlarını, ‘İslam’ sözcüğünün ardına saklamaya çalışıyorlar. Birbirinin dipsiz günahını, (‘İslam’ kodu dışında tanımlamadıkları insanlara karşı işlediği takdirde) ‘hoş’ görülebilen, ‘İslam bizim malımız, onun için bize her şey serbest’ şeytani mantığının hakim olduğu ‘İslam anlayışı’, artık İslam’La araya mesafe koymayı bile gerektirecek noktaya yaklaşmış bulunuyor. 


Bu kadar pislik, hiç bir kudsiyetle bağdaştırılamaz.


Kutlu İslam Dini bu pisliğin şeytani tecavüzünden kurtarılmadığı sürece, kudsiyetle alakasız bir katı kurallar bütünü haline dönüşmekte ve son derece dogmatik, barbar, seksist, bir tür neofaşizme legitimasyon kazandırmak için kullanılmaktadır. Masalsı sevgi dini Türk İslamı’yla, Harun Reşid’in benzersiz yüksek İslam Uygarlığıyla alakasız bu yeni “İslam”, bir tür şeytani yalan ideolojisinden başka birşey değildir.

İşte tam da bu noktada, her türlü kitabın ve dini laf cambazlığının ötesinde, kutsalının temellerine dönmek gerekmektedir.

Kutsiyet, bir kutsal kitabı papağan gibi ezberleyip, yediği haltlara oradan ayet bulmak için kullanmala alakasız, çok somut bir şeydir ve “inanmak” ötesi bir durumdur. Kudsiyet bir tek kitaba falan indirgenemez, tarih içinde bir bütündür ve sahtelik kaldırmaz. O nedenle, eklektik amaçla kıullanılan Kur’an’ı, O’nu kullananların elinden alıp fırlatıp atmak gerekiyor -ama yüksek bir yere, onların ruhen erişemedikleri yere, -Kur’an’ın da temel aldığı- yüce değerlerin yanına.

Kutsallığın temeli, insanoğlu ve insankızının, ruhsal tekamülünün (henüz) Bilemediği yere/seviyeye doğru, tahmin ettiği o en Yüce’ye doğru yaptığı ruhsal yolculuğun temel taşlarından oluşur. Bu yolculuk, her türlü maddi/bedensel sınırı aşan bir seyir izlediğinden, ölüm ve ötesiyle ilgili bir durumdur aynı zamanda. Kudsiyet faktörü, insanın/toplumun kurduğu uygarlığın da ilk kökenidir. Tekrarlayalım: Kuru bir inanç meselesi değildir. İnanç, bu konuyu din boyutunda dondurup kökenini ve aslını unutmuş olanlar için gereklidir. Kutsiyetin temelini oluşturan değerler, insanın daha yeni kültür ve uygarlıklar kurması, düşünsel/mental anlamda yeni boyutlar keşfetmesi ve yücelmesi için gereklidir ve hiç bir dinin tekelinde değildir, tıpkı Oksijen moleküllerinin kimsenin tekelinde olamayacağı gibi. 


KUTSALIN SEKİZ TEMEL TAŞI…

Bu sekiz ilkeyi Burhancılar (Budistler), üç temel kategoride değerlendirirler. İlk iki ilke, insanın Bilgelikkapısını açmasının anahtarlarıdır. İlk kategorinin iki ilkesini, Gerçekçilik ve Doğru konuşmak (yalan konuşmamak) diye adlandırabiliriz. Bu iki ilkenin devamı, ikinci kategoridir ve buna Ahlak diyoruz. Ahlak kategorisi, üç temel ilkenin toplamıdır: Doğru konuşmakDoğru davranmak ve Doğru bir hayat sürmek. Üçüncü ve son kategoriyi, Birikim diye adlandırabiliriz. Üç bileşenden oluşur. İnsanın özgün çabasıyla ilgilidir ve Doğru istek/arzu/hedefDoğru mental uyanıklık hâli ve Doğru tefekkür ilkelerinin toplamıdır. Kutsallık, bu ilkelerin sahiden olduğu yerde işler ve aynı zamanda yüksek kültür, iyilik ve güzellik demektir.

Gerçekçilik, insanın kendi özel istekleri ve duyguları ötesinden dünyaya bakabilme yeteneğidir. Bilime de temel teşkil eden bu durum, yüce idrak için ilk temel şarttır. Gerçekçilik ilkesi Türk mistisizminde, ‘Askerlik’ olarak tanımlanmıştır. Türkler, kendi benlikleri ve varlıklarını aşan bir gerçekçilik duygusunu Ordu’da yaşatırlar. Bu nedenle Türk Ordusu tarihin hiç bir döneminde, devletin ve halkın dini ne olursa olsun, katı kuralcı inançların sınırlar koymasını kabul etmemiştir. Eski Göçebe geleneği, bu konuda sağlam bir temel sunar. Göçebenin gücü de gerçekçiliğinden, basitliğinden ve serdengeçtiliğinden gelir. Osmanlı döneminde askerler, kuralcı olmayan Bektaşi tarikatının etki alanı sayılmışlardı. II. Abdülhamit döneminden itibaren Türkiye’ye hakim olan katı kuralcı Sünnici anlayış da modernleşme bahanesiyle Orduya sokulmamıştır. Gerçeğin özgün kalitesini anlayabilmek, kutsallığa giden yolun ilk kapısıdır.

Gerçekçiliği, Bilgeliğe hazırlayan ikinci faktörle, yani ‘Doğru Düşünmek’le birlikte ele almalıyız.

Doğru Düşünmek, özünde ‘Doğru kararlar almak’ demektir ve “Doğru”, göreceli bir kavram olduğu için, kendi arzularının esiri olmayan kararlar almak konusu, bu ilkeyi tanımlayan ilk faktördür. İkinci faktör, insanlara doğru bir mantaliteyle yaklaşmaktır. Bunun anlamı da açıktır: Hırstan, şehvetten, tamahkarlıktan ve nefretten uzak kararlar almak, ‘Doğru Düşünmek’ ilkesinin diğer bileşenleridir.

Doğru KonuşmakAhlak kategorisi‘nin ilk ilkesi sayılır ve esasen dedikodu yapmamak, insanlarla konuşurken uyumlu/iyi bir atmosfer yaratmaya dikkat etmek ve tabii yalandan kaçınmak anlamı taşır. Burhancılar bu kategoriye, dilin şiddet için kullanılmaması konusunu da almışlardır (ve en kötü şiddet, cinsel şiddettir).

Doğru Davranmak ilkesi, insanlara, insan haysiyetine uygun davranmakla, nefret üretmemekle alakalıdır ve Ahlak kategorisinin üçüncü ilkesine bağlıdır:

Doğru yaşamak. Gayrı-ahlaki işler, haksız kazanç, rüşvet ve benzeri kriminal işlerle geçimini temin edenler, doğru yaşamıyorlardır. Bunları, gizliden gizliye yapıyor da olsalar,  Ahiler bu konuda oldukça kesindir. Kasapları bile almazlar aralarına. Kişinin yaptığı iş, ahlaka aykırı, toplumun aleyhine ve haksız olmamalıdır.

Ahlak, kutsalın temel prensibidir. O olmadı mı kutsallık olmaz, tıpkı Gerçekçilik ve Spiritüel/entelektüel/sanatsal Birikim‘in olmaması halinde kutsallığın olamayacağı gibi.

Doğru istek/arzu/hedef, ayrı bir yazı konusu olabileceğinden, şimdilik, “İyimserlik” ve Negatif duygulardan arınma yöntemleriyle ilgilidir diyelim.

Doğru mental uyanıklık hâli, esasen yaptığı herşeyi her hareketi, bilinçli bir şekilde yapmak halidir. Bu ilke de, insanın kendini geliştirmesiyle ilgili olduğundan, çeşitli tefekkür yöntemlerinin ilk basamağı sayılır. İnsanın kendini dışarıdan biriymiş gibi gözlemlemesi ve yaptığı her şeyi, uyanık bir halde yapması, günlük (kontrolsüz) düşüncelerde kaybolmaktan kurtulmakla ilgili bir durumdur, önce egoizm türlerinin, sonra “Ben” duygusunun ortadan kaldırılmaya başlandığı bir aşamadır. Bu aşamada Göçebe Kültürü, Zen ve Tao tefekkürüne geçmiş olan ‘Düşünmeden Düşünmek‘ halinin de kökenidir. Göçebe savaşçının ruh hali, burada tarif edilen mental uyanıklılık haliyle aynı gibidir. Bu aşama, Doğru Tefekkür ilkesinin de başlangıcıdır.

Doğru Tefekkür, Yukarıdaki yedi aşamayı içselleştirmiş olanın düşünsel/entelektüel/sanatsal/spiritüel yoğunlaşması anlamındadır. Bu aşamanın en genel ve basit hali, ‘Dua’dan tanıdığımız haldir. Doğru Tefekkür, esasen, bir konuya yoğunlaşmak ve orada kendini unutmak olayıdır. Burada yoğunlaşma/konsantrasyon, dikkatli bir bakış değil, iç gözüyle konsantrasyon demektir. Doğru tefekkürün üst biçimi, samimi sorular sormak ve o sorulara ‘Yanıtlar‘ almaktır. 

Bu temel ilkeler, kutsalın kristallenmesi, filizlenmesi için pratik temel teşkil ederler.

______________________________________

Kaynak: konst. Notları

  1. 12/12/2012, 17:07

    Asker mafyası ve Kelleparası Gaspı denilen ”Bedelli Askerlik”
     

    Din iman ırk ile kışkırtılan, fakir fukaranın vergi paraları ile palazlanan imamın ordusu pısırık çıktı. Müslüman mezheplerinin iç savaşından başını kaldıramayan Esad bizi vuracak diye, Nato’ya yalvarıp, sınıra Patriot füzelerini yerleştirten İslamcılar zavalılıklarını gizleyemiyorlar. ”allah, allah” naraları, bu defada Patriotların rampalarına dayanıp kaldı!
    Bölgede savaş kışkırtıcılığına katılan dinciler, içerde devam eden, Suriye iç savaşından farksız, yılların kan akışını ufak bir terör olayı şeklinde yansıtarak geleneksel Militarist çizginin dışına çıkmak istemiyorlar…Turkiye’ de ki olaylar Suriye’den farksız. Örneğin askerdeki intihar olayları daha önceki yıllara göre genel bir artış gösteriyor, çatışmalarda ölenlerden daha çok insan çoğu zaman adına ”kaza, intihar” denilerek arkadan vuruluyor! İslamize edilen Militarist Kuvvetler’deki bu anormal intihar-kaza oranının artışı devam ediyor. Kitlesel intihar yaşanan bir ortamda grup stresi, amaçlı örgütlenmeler vardır. Yüzde 27’dir oran, bu demektir ki o birlikte 27 kişi depresyondadır. Bu olaylar, islamist militarist yapının bunalımlı olması, depresif olmasına işaret ediyor. Basında askeri kışlalarda yaşanan intihar ve ya cinayet haberleri birkaç satırla geçiştiriliyor. Yaşanan bu intihar olaylarını irdeleyen kimi muhalif basın organları ise yorum ve haberlerinde militaristlerin propagandasının ötesine geçemiyorlar. Yaşanan ölümlerin nedenleri irdelenmiyor. Yaşanan intiharlarda şu soruların yanıtlanması önemli: askerleri yaşamdan bezdiren, ölüm seçeneğine iten nedir? Ancak askeri kışlalarda sadece intiharlar yaşanmıyor. İntiharlar kadar intihar süsü verilmiş cinayetlerde var. Cinayeti kimler neden işliyor? İntihar ettiği söylenen askerlerin büyük bir kısmı Kürt veya diğer etnik topluluklardan… İntiharların Türkiye de sürmekte olan savaş ve milliyetçilikle bir bağlantısı var mı? İntiharlar kadar intihar süsü verilmiş cinayetlerde var. En önemlisi de bu intiharların-cinayetlerin arka planında ne var? Hem cinayet kurbanlarını, hem de cinayeti işleyenleri tanımak gerekiyor. 1980’lı yıllardan sonra kendisini yenilemeyen tek ordu başkaları için çalışan işbirlikçi militarist Türk ordusudur. Aynen Soğuk Savaş döneminin çatısı ve yapısı ile devam ediyor. Doktirini aynen donup kalmış: Ermeni-Kürt-Rum korkusu ile kandırılan cahil kitlelerin kanını içen bir kene, sürü kafalılığa odaklı ordu, diktalarla sağlanan ayrıcalıklar, rabıta örgütünce pompalanan petrol dollarları ve yurtdışında yaşayan insanların çocuklarından alınan haraçlarla palazlandı ve bu yapıyı kaybetmek istemiyor…Halbuki şimdiki ordular teknoloji odaklı ordu oldular. Cahil kitleleri ”kahraman mehmetçik” diye pohpohlayan militarist sadistler ise insan sayısını her zaman olması gerekenden çok daha fazla tutarak yerli ve komşu halkları tehdit altında tutmak istiyorlar.
    Tüm NATO üyelerinin toplamından daha fazla insan, Rum, Kürt ve Ermeni’lere karşı beyinleri yıkanmış olarak mobilize ediliyor, ama en ufak bir olayda hemen Amerika’ ya yalvarılarak yardım isteniliyor! Kendi yarattıkları bir örgütü, terör örgütü ilan edebilmek için başka ülkelere yalvarmaktan da utanmıyorlar!
    Bu çok anlamlı…Mademki bu kadar şanlı bir ordusun, dünyanın en sayılı ordularından birisin, en disiplinlisin, senden daha büyüğü yok, peki bu telaş ve korku neden? Suriye sınırına yalvararak çağırdığın bu patriot füzeleri kime karşı kullanılacak? Türk Silahlı Kuvvetler’inin disiplin ve morali adına, etmedik işkence, dayak, küfürlerle sindirilen gencecik insanlar, ‘teröristler geliyor’ naraları ile öne sürülerek, pusuya düşürülüyor, şehit oldu denilerek de utanmadan törenler yapılıp, cesetleri politik hedefler için ortalarda gezdiriliyor. TSK’ nin son 30 yıldaki en önemli faaliyetlerinden biri de işte bu ceset ticaretidir.
     
    Militaristler suçu, sağlam raporu ile kafese aldıkları cahil insanların üstüne atmaya devam ediyorlar…
     
    Militaristler yine bilinen aynı tehdit ve saldırılarla ortaya çıktılar:
     
    ”…Genelkurmay raporunda, TSK’daki intihar vakalarının en büyük nedeni olarak “uyuşturucu bağımlılığı” gösterildi. Kamuoyunda intiharların en büyük nedeni olarak gösterilen “kötü muamele” ise en son intihar nedeni olarak yer aldı….” – Hürriyet-
    Çoğu saf köylü gençler Silahlı Kuvvetler’e girerken, “ruh sağlığı yerinde” yani “sağlam raporu” ile giriyorlar. Akıl ve ruh sağlığı yerinde olmayanlar askere alınmıyorlar bile… Bu ne ciddiyetsizlik, bu ne saçmalık?
     
    ”EN BÜYÜK NEDEN UYUŞTURUCU”. TSK’da sivil yaşantısından kışlaya getirdiği sorunlar nedeniyle uyum güçlükleri yaşayan personelin de bulunduğu belirtildi. İntihar vakalarının en büyük nedenleri sırasıyla, “Uyuşturucu bağımlılığı, Ailevi sorunlar (Sevgisizlik, bölünmüş aile yapısı, gönül ilişkisi vb.), Aşırı borçlanma, Yüz kızartıcı olaylar (Ahlak dışı davranışlar), Uyumsuzluk ve Kötü muamele” olarak belirlendi.” – Hürriyet-
    Bundan daha fazla kepazelik olamaz! NATO ülkeleri arasında en az uyuşturucu Türkiye’de kullanılıyor ve müptela sayısı da en az Türkiye’de, nasıl oluyorda en çok intihar Türkiye’ de oluyor, hemde 25 ülkenin tolam sayısından çok çok fazla? Türkiye, intihar eden bu kadar askerle, tek başına, uyuşturucunun en çok kullanıldığı tüm Avrupa ülkelerinin toplamından daha fazla bir sayıya nasıl ulaşabiliyor?
    Kısaca TSK ‘ nin sıraladığı nedenlerin çoğu lüks tüketim toplumlarında rastlanan fenomenlerdir.
    Nasıl oluyorda sağlam, sigara bile kullanmayan çoğu saf köylü çocuğu intihar etme noktasına geliyor. Burada olağanüstü anormal bir şeyler var demektir. Yönetici durumundaki komutan, betonlaşmış çağdışı doktirin, yağma talan ideolojisi, ırkçı islamizm, amir durumundaki sadistlerin mobbing’i vardır, kötü uygulaması vardır, terör ve zulüm vardır. Ne yazıkki cahil kitle çocuklarını vatan için feda diye böylesine bir tuzağa göndermekten vazgeçmiyor. “Oraya gidince erkek olur, yoksa oğluma kız vermezler, vatanı savunur, şehit olur” tarzında konuşan beyinleri yıkanmış sadist kitle var oldukça kriminal ruhlu insanların oluşturduğu bu köhne yapı da varlığını devam ettirir.
    Bu gençlerin askere alınırken psikolojik testten geçirildiğini herkes biliyor. Acaba bu psikolojik testler ne oldu? Verilen raporlardan eğer sağlam raporu almış bir kişi askere gidiyor, askerde intihar ediyorsa bütün geçmişte sağlam raporu verenleri sorgulamak gerekiyor. Şu anda, yağma talancı doktirine sahip bu militarist yapının İslamize edilmesi de sorunları çözemez. Her kışlaya bir mescit, imam hatip okulu, hacı subaylar, her askere bir imam sloganı ile ”reform” yaptığını savunan İslamistler, uygarlığın değerlerini reddeden, dışlayan bu yapının, İnsanın psikolojik sağlığını bozan bu sistemin, eski Osmanlı kafasına doğru reforme edilmesinin, baskı terör hareketlerini daha da yaygınlaştıracağı gerçeğini örtbas edemezler…
    Militarizm, bütün insan ilişkilerinde tahakkümü ve sistematik şiddeti meşru gören, olumlayan, toplumun bütün dokularına sinmiş bir hastalık. İslamiyet ise özünde cihat ve ganimet kavramlarını esas alır. Bu iki kavram empatiye yer vermez. Yüksek bir güce bağlı olarak insanlar onun dediğini sandıklarını yaptıkları zaman günahsız olduklarını düşünürler. Dolaysıyla batılı anlamda bir ahlaktan söz edemeyiz. Örneğin İsrail’e yüzlerce füze attıkları için övünürler, onları korkutmak hoşlarına gider övünürler ama İsrail’in attığı füzeler onları şaşırtır. Çamlıca camisi de böyle bir yaklaşımın ürünü. Anlamayı reddeden çünkü yüce varlık anlamayı, empati yapmayı gereksiz bulmuştur diye düşünen bir yaklaşımın ürünü.
    Ancak çağdaş dünya bu ahlak anlayışını kabul etmiyor artık. Empati istiyor, iletişim istiyor. Aksini zorbalık olarak görüyor.

    Türk islam sentezi uygarlık için bir lekedir: Kalpazanından işkencecisine hertürlü suç işleyeni bu ideolojinin arkasına sığınıyor.
    Terör, yolsuzluk, haksızlık, adaletsizlik, adam kayırma, fuhuş, ahlaksızlık, cinayetler, yalan ve talanı maskelemek için kullanılan ırkçı Vahhabici Türk İslam ideolojisinin diktacıları, mezhep, aşiret kavgaları ile insanları din adına öldürüyor, kentleri yakıyor, yıkıyor, yağmalıyor, ama petrol milyarları, birikmiş dövizler, Hac’tan sağlanan milyarlarca doları da çetelerinin servetlerine katıyorlar. Bu derece gaflet içinde olan halklar oynanan oyunun farkında değil, akın akın hac adına çöllere milyarlar aktarıyorlar. İslamiyet bu anlamda, doğmaları ve uygulamaları bakımından bütün diktatörlüklerin, tarihteki bütün yıkım ve yağmalamaların ihtiyaçlarına çok iyi biçimde cevap vermiş ve de vermeye devam etmektedir. Askeri veya sivil diktatörlük islamiyeti kullanarak kendisine çok sayıda kadro bulabilmekte ve yine bu kadroları iyi bir biçimde eğitebilmektedir. İşkencecilerin ve katiller sürüsünün motivasyonunda islam dini sayesinde herhangi bir zorluk çekilmemektedir. Diyanet İşleri Başkanlığıyla devlet ve partileri ve tarikatları,cemayetleri vb vasıtasıyla şeritaçılar islam dinine sarılarak toplumu zehirlemeye ve kaderciliği ve şürücülüğü geliştirmeye çalışmaktadırlar. Laiklik-Şeriat arasına sıkıştırılmaya çalışılarak, yığınların bilincini bulandırarak kendilerine kitle desteği arama çabalarının artarak sürdüğü ve türban, eğitimin daha fazla dinselleştirilme çabalarının arttığı ve en laik geçinenlerin bile dine sarılmaktan geri kalmadığı, devlet dini ile devletin sınırlarının dışına çıkan şeriatçılar arasında egemenlik mücadelesinin derinleşerek sürdüğünü görüyoruz. Sahte laikçlilerle şeriatçı güçler arasında süren egemenlik savaşımı bir yana bir birlerine karşı olduklarını söyleyen güçlerin dini kullanmada aynı kulvarda durmalaır ve yığınları afyonlamada din silahiını öne çıkartarak toplumu zehirlemeye çalışmaları, birkez daha dini gericiliğe, dini ideolojiye karşı mücadeleyi güncel kılmaktadır.
    Cami hocası, müezzin, şıh, şeyh vb diyanet görevlileri toplumun en ayrıcalıklı tabakası olarak Türkiye’ de ki aşiret kabile dönemlerinden kalma Feodal köleci toplumun türemeleri olarak alanı terk etme yerine hızla tüm alanları ele geçirme yarışında kuvvet kazanıyorlar… ŞEYH, ŞIH, MOLLA köleci toplumun artıkları olmalarına rağmen şimdilerin iktidar savaşında yeniden sahnenin ön tarafında yer alıyorlar.. Dikkat edecek olursak Muhammet’ in Arabistan’daki egemenliğinden itibaren yayılmacı bir karakter izleyerek Ortadoğu’nun kuzeyine ve Orta Asya’ya, Uzak Asya’ya ve de Afrika’da yayılmıştır. Köleci bir yayılma olan dinci-sömürgeci yayılma kavimlerin kendi özbenliklerini yok etmiştir. İslam denilen zehiri onların bünyesine akıtmıştır. Onları neredeyse kültürel planda tamamen yoketmiştir. Yayıldığı alanlarda Kuran’da yer alıyor adı altında bir çok yeni doğan bebeğe Arap politikacıların, silahşörlerinin adları verilmiştir. Bu topraklarda da dinci-sömürgecilik kendini en bariz olarak insanların isimlerinde göstermektedir. Mustafa, Mehmet- muhamed’ in kısaltılmış hali-, Ali, Ayşe, Fatma, Hatice, Ömer, Hasan, Kemal, Osman gibi isimler hala yoğun olarak kullanılmaktadır.

    Bu yüzden insanlık özgürlük arayışında militarizmle ve islamizmle hesaplaşmak zorundadır. Militaristler, Türkiye’de hala bir tabu, İslamistler gene öyle..insanlar hala din iman karıştırılmış marşlarla, cafcaflı bayram kutlamalarıyla büyüyor. Kendi tarihini, fetihçi, asker bir millet olduğuna inanmış bunun erdemlerini vazeden, resmi tarihin doktirinine islamizm zehirini iyice şırıngılamakla daha beter bir durumun ortaya çıkacağı kesin…Türkiye’deki egemen sistemin yerli halkları düşman ilan eden militarist islamist kimliği AKP tarafından devralındı.
    Buradan post modern Türk İslam militarizmin bir kaç özelliğine göz atalım.Türk militarizmi Müslüman, Türk, erkek, suni ve Kemalist’tir. Bu özellikler cumhuriyeti kuran kadronun özellikleridir. Bu milliyetçi ve ulusçu ideoloji Mustafa kemal şahsında ifadesini buldu. Türk olmayanlar, Müslüman olmayanlar, suni olmayanlar ve Kemalist olmayanlar dışlandılar. Bu unsurlar resmi devletin söylem ve yapısına tehdit olarak algılandılar. Devlet hiçbir zaman bu unsurları kendi içine almadı. Devlet bu unsurlardan korktu. Bu korku dışlama ve tehdit algısı Kürt, Rum, Ermeni, Alevi katliamına yol açtı.
    Asker etrafında örgütlenmiş militarist yapının bir dizi mitosu var; Türklük, Müslümanlık, Atatürk, bayrak, vatanın bölünmez bütünlüğü, kutsal devlet, kahraman Türk askeri, cennet ve şehadet. Tabi bu mitosların dışında olanlar, farklılıklarını koruyanlar tehlikeli ve haindirler. Bu hainlerden, düşmanlardan korunmak için öldüreceksin. Korunmak için ezeceksin. Bu algı ordu içindeki bir dizi cinayetin ölümlerin esas nedeni ve kaynağı oldu.
    1914′ e kadar Anadoluda başlıca 4 büyük halk yaşıyordu, Türk nüfusu henüz çoğunluk değildi. Rumlar, başta karadeniz alanında- çoğunlukla Müslümanlığa geçmeseydi, hemen hemen Türk nüfusuna yetişiyorlardı. Ermeni ve Kürtler yaklaşık yüzde 40 civarında bir nüfus oluşturuyorlardı. Ama beyinleri yıkanmış, kandırılmış, hafıza kaybına uğratılmış bugünkü 75 milyon insan, Anadolu’ nun sanki ani bir gök gürlemesi ile Türkleştiğini, orta Asya’ nın steplerinden gelen bir avuç göçebenin boş tertemiz bir alan bulup, orada safi ırkını genişletip bugünkü haline geldiğine öylesine inandırılmış ki, bu insanların şimdiki terör, şiddet ve tehdit algısı ile oluşturulan bir çemberin dışına çıkması tamamen imkansız bir olaydır. Bu otoriter sistemin başlıca gücü ordu ve Diyanet, nakşiciler, süleymancılar, milli görüşçüler denilen islamist paramiliter örgütlenmeler oluyor. Ve burada itattin egemen kılınması için disiplin devreye giriyor. Sıkı bir disiplin uygulanıyor. Devlet gücünü göstermek için terbiye etme sürecine başlıyor. Kışlalar kişinin insiyatifi ve karar hakkı ortadan kaldırırken, tamamen nesnel ve edilgen duruma getiriyor. Kışlada kişi emir komuta altında bir hiçtir ve aşağılanıyor. Bu süreç aslından en hafif deyimi ile bir kişilik tecavüzüdür. Şu nedenle tecavüz diyorum: devlet kendi doğrularını, kendi kutsallarını zorla rızasız bireye empoze ediyor. Zorunlu askerlik uygulaması aslında bu yönü ile devletin vatandaşına tecavüzüdür. Kişi ne dense onu yapmak zorundadır. Kendini donatamamış bireyin bu katı otoriter militarime karşı çıkması ve sorgulaması mümkün değildir. Bu tabi kişide bir çaresizlik duygusu oluşturur. Bu çaresizlikte bireyin karşı durmak için yapabildiği tek şey ölmek oluyor. Bir anlamda intiharda kararlaşırken buna özgürleşme çabası da denebilir. Birey karşı duramayınca, kurtulma gücü bulamayınca intihar ediyor. O böyle kurtuluyor. Militarist sistemin bireyi büyük gayeler, kutsal amaçlar için ölür. Bayrak, vatan, Atatürk, cennet, şahadet ve devlet gibi…Oysa intihar edenler sadece kurtulmak için ölüyorlar. Demek ki dayanılmaz bir acı duyuyorlar ki bunu yapıyorlar. Evet kışlalarda cinayet vakaları yoğun bir şekilde yaşanıyor. Cinayeti işleyenler ise bir ideolojinin yarattığı nesnellikle kişilik ölümlerini gerçekleştiriyor..
    Yurtdışında doğan, Türkçe’ yi bilmeyen 4. kuşak Türk çocuklarının çocuklarını bile 10 000 Euro ile haraca bağlayan TSK mafyası, vatan görevi, her erkek “Türk’ ün kutsal hizmeti”, ”yapmazsan kız vermezler”, diye lanse ettiği militarist terörcü doktirinini terk etmiyor. Türk Devleti’ne göre “Bedelli Askerlik” uygulaması “sunulan hizmet”tir ve Türkiye’li göçmenlerin, askerlik süresi yüzünden oturum statüleri ve işlerinin tehlikeye girmemesini sağlar!. Resmen tehdit var işin içinde..Her ne kadar anaerkil bir kavramla “anavatan” için denilse de burada söz konusu olan asıl mesele, “Yurtdışı Türkleri”nin kelle parasıdır. Gerçekte bu “hizmet” kendi Vatandaşlarına karşı savaş için askeri bütçeye kaynak gasbıdır. Avrupa alanında yaklaşık 140 ülkeden göçmenler yaşıyor. Bunlardan yalnızca Türkiye orada doğanları sonsuza kadar böylesine bir haraca bağlıyor. Hiç bir ülke kendi toprakları dışında doğan çocukları, ”zorunlu vatan görevi, zorunlu askerlik” adı altında baskı altına alıp binlerce euroluk bir soyguna tabi tutmuyor. Bu noktada bir daha ispatlanıyor ki Türkiye, askeri ile , dini ile ve genel olarak şimdiki bir bütün kültürü ile çok gerilere saplanıp kalmıştır. Bu nedenledir ki de hiç bir topluma entegre olamıyor…
    “ölünecekse vatan için olacak” söylemi, “her türk asker doğar ve yaşar” mistik söylemi de bu intiharlar karşısında iflas ediyor. Öyle şehitlik payeleri ile ödüllendirilmeyi hayal edenlerin anlayamadıkları bir tercih. Çünkü bütün kutsal kitaplar ve militarist güçler itaatsiz ölümü günah ve yasak sayıyolar. İşte tamda burada yaşanan intiharlar anlam kazanıyorlar. Ve irdelenmeyi hak ediyor. Askeri kışlada intihar eden askerler yaşanmışlıklara tahammüllerinin sonuna geldiklerinden yapıyorlar.
    TSK disiplin ve moral şubesi denilen vahşet örgütü, disiplin ve moral adına falaka ve küfürleri, asma ve kesmeyi vatan görevleri kisvesi altında doktirine ediyor, buna karşı çıkanları vatan haini, terorist ilan ediyor. Osmanlı döneminden daha geri bir yapılanmayı, dünyanın en şanlı ordusu, kahraman mehmetçiklerin birlikleri adı altında cahil insanlara yutturmaya çalışan kokuşmuş köhne yapının, şimdiki hali ile Arap ordularından daha iyi olduğuna inanmak saflık olacaktır. Son olarak, ABD’ ye yalvarıp Suriye sınırına patriotları yerleştiren imamın ordusunun, kendi çapulcuları ile uğraşıp yıpranan Esad güçlerinden bile ne kadar korktuğu, hiç bir moral veya disipline sahip olmadığı, hizipleşerek, bölünen ve yabancı güçlerce satın alınan subayların denetimine girdiğini görebilmekteyiz.
     
    Sevgi ve Saygılarla
    Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

    Esin Duran,
    Selda Suner,
    N. Gök,
    Sezer Aşkın,
    Melahat Baykara,
    Uğur Demir
    Ismail B. Cenk
    Bedri Engin,
    Selma Altuntaş,
    Filiz Serin,
    Nedim Serin,
    Vedat Koçak,
    Salih Birdal,
    Mustafa Gur,
    Hasan Zafer
    Bahar Ünsal
    Osman Bahar
    Ayse bahar
    Metin Maslak
    H. Maslak
    Dilek Solak
    zeynep içkaya
    Sevda maslak
    Sercan Gezmiş
    İpek Doğan
    Nazım Doğan
    Murat Doğan
    esin erkan
    Beyhan erdem
    n. erdem
    İsmail Deniz
    Ayten BARAK
    Ugur Birdal
    Ahmet Tan
    Yıldırım Kongar
    Selma Kongar
    Birol Aytekin
    Hatice Gül
    Ibrahim Erkin
    Kemal erdem
    Rıza Akdemir
    Mehmet Coskun
    Hüseyin demir
    fethi killi
    Yeliz Ender
    Mustafa Ender
    Ugur Basak
    Kemal Dektaş
    Ayten Ilkdal
    Nuri Aktanır
    Metin Koc
    Sevgi Ender
    Burhan Kulakçı
    Oğuz Duran
    Burcu Kanter
    Aysel kanter
    Erol kanter
    Layla SOLGUN
    Orkun Keskin
    T. Vural
    Oğuz şen
    Nur Şen
    Ismail çaykara
    Burhan Orkal
    D. Kahan
    Seher Yıldız
    Esra akkaya
    Mehmet Uzan
    Yeliz IŞIK
    Seyhan İlknur
    Osman Çekiç
    esma yıldız
    Murat Çetindal
    Ali OkyarMusa Tekin
    Aslı Birdal
    Nazmi Doğan
    İnci Gür
    L. Okar
    Mürsel Bozkır
    Zeynep Şengül
    Gülcan Iğsız
    Murat Nidar
    şemsi Kaya
    Ayten Ekşi,
    Eda leman
    nermin ışıl
    D. Polat
    Kadir Erdem
    Serdar OKTAY
    Mehmet Özdemir
    Mustafa Erkan
    Nuri AKTAS
    Emine AKTAS
    O. Kadir Ergun

    http://www.facebook.com/entegrasyon.komitesi

  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın

Adelina Sfishta

Okuyanlar Özgür Olmalı

Evrim Teorisi Online

Evrim hakkında herşey...

Virginia Woolf

Herkes kendi geçmişini, kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları sadece onun başlığını okuyabilir.

ODILA BLOGGER by OAS

Turkish Geeks on Life & Politics...

YAŞAMAK ŞAKAYA GELMEZ

Facebook adreslerimiz: http://www.facebook.com/ata.fecob - http://www.facebook.com/pages/fvco/107464239362228

Komeleya Çand û Integrasyon a Kurd Luzern

Kürdischer Kultur und Integrationsverein Luzern/Mythenstrasse7,6003 Luzern

eren@home ~ $

Açık Kaynak, Linux, Programlama Dilleri, Amatör Telsizcilik gibi konular üzerine düşünceler

Ata FE COB

"En büyük yenilgimiz, bir alternatif fikrini kaybetmiş olmamızdır." ___Michael Lebowitz

WordPress.com

WordPress.com is the best place for your personal blog or business site.

CHP SULTANGAZİ

"Direnme gücü, dünya “evet” sözcüğünü duymak istediğinde 'HAYIR' diyebilme yetisidi" E. Fromm. ________“12 Eylül’de ‘HAYIR’ oyu vererek tokat atın, okyanus ötesinden de duyulsun” KILIÇDAROĞLU